Ummat(Ümmet) ve Laiklik

08.08.2019

Ümmet kavramı genellikle maksatlı olarak yanlış anlamlarda kullanılmıştır. Ümmet kelimesi denildiği gibi bir peygambere inanmış inanların topluluğunu ifade etmez. Ümmet kelimesinin Arapçası ummat dır. kavim, millet , topluluk manasındadır. Nahl süresinin 36 . ayetinde geçen ummat kelimesi nihayetinde farklı kişilerce farklı zamanlarda farklı Türkçeye çevrilmiştir. Burada kast edile ümmet kavim topluluk millet manasındadır. Farklı milletlerin(Türk, hint, acem vb) islamı kabul etmesinden sonra kavim millet yerine ümmet olarak tercüme edilmeye başlamıştır. Zira kavim denilseydi arapalar dışındakiler dışlanmış olacaktı. NAHL-36 / Al Seyyid Kutub: Biz her millete «Allah'a kulluk ediniz, tağuta (şeytana) tapmaktan sakınınız» diyen bir peygamber gönderdik. Kimini Allah doğru yola iletti, kimi de sapıklığı haketti. Yeryüzünde geziniz de peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görünüz. Suat Yıldırım: Biz her millete bir peygamber gönderdik. O da "Allah’a ibadet edin, tağuttan uzak durun!" dedi. Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasib etti, bir kısmı hakkında da sapacaklarına dair hüküm kesinleşti. İşte gezin dolaşın dünyayı da peygamberleri yalancı sayanların âkıbetlerinin ne olduğunu görün! Süleyman Ateş: Andolsun biz, her millet içinde: "Allah'a kulluk edin, şeytân(a tapmak)dan kaçının" diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allâh hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş! Tefhim-ul Kuran: Andolsun, biz her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. Ümit Şimşek: Biz her ümmetin içinden, 'Allah'a kulluk edin, tâğuttan sakının' diyen bir peygamber gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet verdi; kimi de sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin de, peygamberlerini yalanlayanların sonu nasıl olmuş, bakın. Yaşar Nuri Öztürk: Andolsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: "Allah'a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün. Edip Yüksel:Her bir toplum içinde, "ALLAH'a kulluk edin ve putperestlikten sakının," diyen bir elçi gönderdik. Onlardan kimine ALLAH yol gösterdi, kimi de sapıklıkta kalmağa mahkum oldu. Yeryüzünü dolaşın ve yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna dikkat edin. (36) Ummat (Ümmet) kelimesi Medine sözleşmesinde gerçek manasında kullanılmıştır. MEDİNE SÖZLEŞMESİ: Medine sözleşmesi, Hz Muhammed'in Medine'de huzur ve barış ortamını sağlamak için bütün gruplar arasında 622 yılında düzenlenen bir antlaşmadır. Medine İmtiyazı olarak ta anılmaktadır. Bu antlaşma İslam'ın ilk yazılı anayasası olması itibarıyla önem taşımaktadır. Peygamberimizin dehasını ve büyüklüğünü göstermektedir. Peygamberimiz Allah'ın öğrettiği gibi insanların sorunlarını, değerlerini gözeterek sosyal bir toplum oluşturmuştur. Medine antlaşmasının amacı nedir? Antlaşma Hz Muhammed, Yahudiler, Müslümanlar, Paganlar ve şehrin ileri gelen aileleri ile kabilelerini içermekteydi. Medine'de bulunan Hazrec ve Evs kabileleri arasında yaşanan iç çatışmalara son vermek için, şehirde yaşayan Yahudi, Müslüman ve Pagan topluluklarını Ümmet adlı tek çatı altında toplayarak, her birine sorumluluk ve payları verilmiştir. Antlaşmanın düzenlenme amacı hangi dine mensup olursa olsun, şehirde bulunan toplulukların özgürce ve huzur içerisinde yaşamasını sağlamaktır. Medine sözleşmesinin önemli maddeleri nelerdir? 1-Müslüman ve Yahudi topluluklar barış içerisinde yaşayacaklardı. 2-Şehrin dışından gelen saldırılarda, hep birlik olunacak ve şehir savunması birlikte yapılacaktır. 3-Yahudiler dinlerinde serbest olacaktır. 4-İki taraftan birinin, üçüncü bir tarafla olan anlaşmazlığında diğer taraf yanında yer alacaktır. 5-Yahudiler ve Müslümanlar arasında olacak anlaşmazlıklarda, Hz Muhammed hakem olarak kabul edilecektir. 6-Her topluluk kendine ait bölgeden sorumlu olacaktır. 7-Çıkacak bütün anlaşmazlıklar Allah'a ve Resul'üne sunulacaktır. Adalet: Antlaşmanın çoğu maddesi herkese eşit olarak adalet sağlanmasını öngörüyordu. Bu anayasa herkese adalet götürme, adli işlerin idare edilmesi konularında devrim yapmıştır. Adalette yetkiler kişilerden alınarak, merkezi idareye bağlanmıştır. Artık kabileler içinde suçlular cezalandırılmayacak, her şey merkezi idarenin elinde olacaktır. Suçlular ve mağdurlar merkezi idare tarafından değerlendirilecekti. Bütün mümin kişiler suç işleyenlere karşı, merkezi idareye yardım etmekle mükellef kılınmıştır. Yahudilerin topluluğa girme nedeni de, zaten herkesin eşit muamele görmesidir. Artık kabile reislerinin otoritesi alınmış, merkezi idare kişilerde adaletin olduğu duygusunu uyandırmıştır. Suçun şahsiliği: Antlaşmada suçun şahsiliği konusunda vurgular yapılmış, hiçbir günah başkasına yüklenemez denilmiştir. Sigorta: Antlaşma savaşta esir düşenlerin, ölüm ya da yaralama hallerinde diyet ödeyebilmek için, sigorta kurumu olmasını öngörmüştür. Artık Müslümanlar kendi aralarında değil, kabileler arasında da, paylaşım kabul edilmiştir. Vatandaşlık ve savunma: Antlaşma din, dil ve ırk gözetmeksizin herkesi eşit bir şekilde vatandaş olarak kabul etmiştir. Savaş durumunda herkesin kendi giderini karşılaması gerektiği kabul edilmiştir. Medine şehrinin sınırları: Antlaşmadan önce dağınık bir yerleşimin olması sebebiyle, şehrin sınırları belirlenmiştir. Medine merkezin ve ovasının sınırları bu şekilde belirlenmiştir. Din özgürlüğü ve takva: Antlaşma herkese din özgürlüğünü getirmiştir. Yahudilerin kendi dinlerine göre muhakeme edilebilmesinin önü açılmıştır. Bazı maddelerde ise, Allah korkusu ve toplum hayatındaki rolü üzerinde durulmuştur. Takvanın adaletin temeli olduğu konusu üzerinde açık ifadeler konmuştur. Takvanın en üstü kanunlara itaat etmektir, denmiştir. Müslümanlarla ilgili maddeler: Antlaşma Müslümanların birbirlerine yardımcı olmakla mükellef olduğunu ifade etmektedir. Müminlerin kardeşliğine değinilmiş, müminlerin suçluları korumaması gerektiği belirtilmiştir. Bu maddelere bakıp o zaman mı yoksa şimdi mi insanların hakkı tam olarak veriliyor buna kararı siz verin. İşte o zaman Resulullah'ın insan hakları anlayışı işte şimdi ki haklar...Eğer şimdi bu haklar veriliyor diyorsanız günümüzde insan cesetlerinden maalesef geçilmiyor (internetten alınmıştır- Hzmuhammedinhayati.gen.tr ) ----- Bu sözleşmeden anlaşılacağı gibi ummat yada ümmet kelimesi bir dine ait topluluk değil, bir amaç etrafında toplanmış kader birliği yapmış toplumu ifade eder. İçinde Yahudiler, paganlar, Müslümanlar ve diğer topluluklar vardır. Ümmet kavramı bugün ki millet ulus kavramı manasındadır bir dini grubu ifade etmez. Ancak bir dine mensup kişileirn oluşturduğu toplumu ifade de kullanılabilir nihayet İsanın ümmeti, Musa ümmetide denilmektedir. Ancak bu Hz. Muhammedin ve kuranın özüne aykırı olur. Zira bu tanım islami hoş görüyü, inanç özgürlüğünü, kuranda geçen insan oğlunun çeşitli kavimler şeklinde yaratıldığı gerçeğini yok sayar insanı kişiliksizleştirir. Medine sözleşmesine ters olur. Ayrıca Medine sözleşmesiyle kurulan şehir devleti ilk laik devlettir. Zira bu sözleşme herkesin kendi inancıyla istediği şekilde yaşamasını garantilemiş inanç özgürlüğü getirmiştir. Ayrıca Hz. muhamedin Yahudilerle ilişki hep olmuştur hata vefatından önce bir yahudiden zırhını rehin bırakarak arpa ödünç almıştır. Bu konu Siyer vakfının sitesinde şöyle anlatılır.) Değerli Hocam sizden borç ahlakı dersini dinlediğimizde Peygamberimizin borcu olan kişinin namazını dahi kılmadığını söylemiştiniz. Soru 1- Peygamberimiz Medine de o kadar zengin Sahabî varken neden bir Yahudiden zırhı karşılığı borç almıştır hikmeti nedir acaba? Soru 2 – Zayıfta olsa bazı rivayetlerde Peygamberimizin bu borcunu ödemeden dar-ı bekaya irtihali söz konusu, hatta borcunu Hz Ebû Bekir ve Amcası Abbas’ın ödediği rivayeti var bu rivayet doğru ise Peygamberimiz ahirete borçlu mu gitti cevaplandırırsanız memnun olurum. Şimdiden Allah razı olsun kolay gelsin. Cevap: Muhterem kardeşim, Efendimiz’in (sas) vefatına yakın bir zamanda Medine’de mukim bir Yahudi tüccardan borç aldığına dair rivayet sahihtir ve birçok kaynakta yer almaktadır. Hz. Aişe annemiz bu olayı bize şöyle anlatmaktadır: “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zırhı bir Yahudi’nin yanında otuz sâ’ (bir başka rivayete göre yirmi sâ’) arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu hâlde vefat etti.” (Buhari, Cihad, 89; Meğazi, 86; Tirmizi, Büyû’, 7; Nesai, Büyû’, 58) Bazı rivayetlerde bu yahudînin Evs kabîlesinin halîfi/müttefiki olan Benî Zafer’den Ebü’ş-Şahm adında biri olduğu ve Efendimiz’in (sas) aldığı arpayı kendisi için değil, ihtiyaç halinde olan bir Sahabî için olduğu belirtilir. Sorularınıza gelince, Medine de o kadar zengin Sahabî varken neden Efendimiz (sas) bir Yahudiden borç almıştır? Bunun birkaç sebebi olabilir. 1.Hz. Peygamber (sas) kolay kolay kimselerden bir şeyler talep etmez, ihtiyaç halinde umuma durumu arz eder, bu konuda şahsi olarak kimselere yük olmak istemezdi. 2.Sahabe bir başkasının ihtiyacı için Hz. Peygamber’in (sas) borç istediğini öğrendiklerinde borç olarak değil, sadaka olarak vermek isteyebilirlerdi. Hz. Peygamber’de (sas) onları sıkıntıya sevk etmemek istemiş olabilir. 3.O anda Medine’de Hz. Peygamber’in (sas) borç isteyebileceği bir zengin Sahabî olmayabilir. 4.Çok acil bir durum söz konusu olmuş olabilir ve en yakındaki yahudi tüccardan alınmak zorunda kalınmış olunabilir. 5.Hz. Peygamber (sas) hayatının son demlerinde Ehl-i Kitap’la alışveriş yapılabileceğini göstermek istemiş olabilir. Özellikle bu son madde üzerinde alimlerimiz biraz daha fazlaca durmuş, Ehl-i Kitap’la alış-veriş hukukuna dair birçok meseleye delil olarak bu hadiseyi getirmişlerdir. (Bkz: Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi, Rehin Bölümü) İkinci sorunuza gelince, bu borcun nasıl ödendiğine dair kaynaklarımızda net bir bilgi yoktur. Hz. Ebû Bekir’in Bahreyn’den gelen mallarla o borcu ödeyip, rehin olan zırhı geri alıp Hz. Ali’ye verdiği söylendiği gibi, Hz. Ali’nin kendisinin ödeyip zırhı aldığı bilgisi de vardır. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 318-320) Borcun belirlenen bir vadesi olması ve Hz. Peygamber’in (sas) o tarih gelmeden önce vefat etmesi, geride o borcu ödeyecek kadar mal bırakması ve varislerinin bu konudaki hassasiyeti, elbette dikkate alınmalıdır. Efendimiz’in (sas) borcu olduğu için namazını kılmak istemediği Sahabî efendimiz, belirlenen vadesi geçen borçlardandı. Vadesi gelmeyen bir borç her hangi bir mağduriyete sebebiyet vermeyeceğinden ona karşı takınılacak tavır elbette farklı olacaktı. Selam ve dua ile… Muhammed Emin Yıldırım ---------------- Bu Hz. Muhammedin aynı zamanda devletin başı olmasına rağmen bir yahudiden borç arpa alacak kadar yokluk içinde olduğunu saraylarda köşklerde bir eli balda bir eli yağda, yaşamadığını gösterir.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar