KategorilerKİTAP ÖZETLERİ VE ELEŞTİRİLERİÜmran Düşünsel’in SAQELENGE Kitabı Üzerine

Ümran Düşünsel’in SAQELENGE Kitabı Üzerine

13.12.2019

  

SAQELENGE

AYAĞI KIRIK TURNAYIM KATARDA - İNCELEME

   Turnalar göç eden kuşlardır. Bir diyardan bir diyara katar katar... Biz küçükken kaz katarını, leylek katarını, turna katarını görürdük. Oyunumuzu o anda bırakır, gök yüzündeki bu sıralı, hizalı gidişleri seyrederdik. Şimdi düşünüyorum da gerçekten şanslı çocuklarmışız. Tek tük kalan kuşlar katar olup uçamıyorlar artık. Çocuklarımız da sadece belgesellerde izleyebiliyorlar, başka ülkelere konup göçen kuşları...

 Şair Mehmet Çetin Hoca’nın 

“Ayağı kırık turnayım katarda

Geç kalanım arkada kalan

Varmasam da düş dağı ardına

Yola düşenim, yolda düşenim...” dediği gibi ...  

    Ümran Düşünsel de birilerinin dayatmasıyla evi yurdu terk edip başka diyarlara göç eden insanların gözlerinden anlatmış, bu katarlarda ayağı kırık bir turna olmayı...

   Doğup büyüdüğümüz, dedemizin ninemizin de doğup büyüdüğü, toprağına atamızı gömdüğümüz, ağacından yavrumuza beşik yaptığımız yerler bizim yurdumuzdur. Bir gün baskın olan devlet güçlerinin yaşlı-çocuk, hamile-hasta demeden, hayvan vagonlarına tıkıp göçe zorlamasıyla bir gecede hem yurtsuz hem ailesiz kalıyor, minicik çocuk bedenlerimizle üşüyoruz. Bir gün topraklarımıza bombalar yağıyor. Evlerimiz yıkılıyor, sevdiklerimizi kaybediyoruz. Daha güvenli yerlere sığınmaya gidiyoruz. Bazen yollarda ölüyoruz bazen denizde boğuluyoruz. Bir gün kendi evimiz ve bahçemizle bizim aramıza duvarlar örülüyor. Göremediğimiz ağaçlarımızın, kokusunun geleceği yeri tahmin edip yüzümüzü oraya dönüyoruz.  

   Sebebi ne olursa olsun sonucu herkes için acı... Tutunduğun yeri bırakıp başka bir yer buluncaya kadar savrulmak veya neresi olduğunu bilmediğin topraklara gömülmek. 

   Bu kitap göç eden insanlara uzaktan bakıp, fotoğrafını çekmiyor. Onlarla birlikte göç ediyor. Gelebildikleri ülkelerde, onlarla birlikte tutunmaya çalışıyor. Hatta onların ta kendisi oluyor. Çocuk oluyor, kedi oluyor, anne oluyor, amca oluyor... kahramanı kayıp bir aşk destanı oluyor. 

   Daha ilk öyküde, kumların arasında bulduğumuz bir günceyle, tam da kalbimizin hizasına, sert bir dalgadan güçlü bir tekme yiyoruz. Sevdiğinin nerede olduğunu geçtik, ölüp ölmediğini dahi bilmeden ardından gidebilme ve onu bulma umudunu görüp,aşkın gerçekte nasıl bir duygu olduğunu o tekmeyle yeniden hatırlıyoruz. 

   Ege’de boğulup cesetleri kıyıya vuran çocuklara, balıkların gözüyle bakıyor ve deniz seviyesinin, aslında balıkların gözyaşlarıyla yükseldiğini öğreniyoruz. 

   Avrupa’ya gelebilmiş ama yakınlarının yanına sığınamamış çocukların çaresizliğine çare olamayışımıza kahrediyoruz. 

   Bazen başımıza bombalar yağıyor, evimiz kurşunlanıyor, yıkıntılar içinden çıkıyoruz. Bazen yollara düşüyoruz. Bu uzun yolculukta ya canımızdan can ya da vücudumuzdan uzuv kaybediyoruz. Yolculuk sonunda sığındığımız ülkede yaşamaya çalışırken dilimizi anlamayanlarla, dilini bilmediklerimizle konuşamıyoruz. Üşüyoruz, kayboluyoruz. En çok da özlüyoruz.

   Bu, yaşanmış hayatlar içinde asıl aranan ve yüzümüze vurulansa; gerçek bir “İnsan”... O “insan”ı önce Emel’in, “Otuz altı yıllık hayatında karşılaştığı ilk insan” olan Nurhan Ablayla  tanıyoruz. Yerde yatan pembe montlu kıza parasının tamamını veren kağıt toplayıcısıyla tanıyoruz. Odunluğuna sığınan on bir çocuklu aileyi evine alıp doyuran, hasta çocuğun başında sabaha kadar bekleyen Halime’de buluyoruz. Kendi yaptığı “fotoğraflı kimlik kartı”yla kıyafet yardımı almak isteyen kızı incitip aşağılamadan, o uyduruk kağıda kimlik muamelesi yapan Halil’de buluyoruz. 

  Kıyıdaki deniz yıldızını denize atan el, kendinden bir şey kaybetmez. Sokaktaki çocuğu bir duvar resmi gibi görmek yerine onun hayatına dokunan el de kendinden bir şey kaybetmez. Ancak sahibine, “insan” olma şerefini kazandırır. 

   Yine de gerçekte bütün kötülüğü yapan da insan denen yaratık. Bu yaratığın verdiği büyük acılardan, çocukları ve hayvanları kurtaran, kendine çeken bir gezegen olsaydı, onları oraya göndermek daha mı kolay olurdu dünyayı düzeltmekten?...

   Hem öyküleri anlatma tarzı hem de yazı üslubu ile okuyucuyu konunun tam içine çeken Ümran Düşünsel’i tanıdıkça, cümle hayatımızın özneleri ve nesneleri daha bir anlam kazanıyor. Bir gün içinde okunabilen, akıcı ifadeleriyle okuyucuyu sıkmayan bu öyküler, yüreğimize sadece dokunmuyor, adeta içini açıp ordaki bütün turnaların  da  kendi katarlarına doğru uçmalarını sağlıyor.

    Yer değiştirebilen varlıklar olsak da göçlerimiz az olsun dilerim.

   

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da