Umutların Bittiği Yerde

24.08.2013


bu eser 24-08-2013 tarihinde günün yazısı seçilmiştir


YALNIZIM


Çok yalnızım çokluğun içinde.
Çok zor oluyor çokluğun içinde yalnızlık.
Ne beni ben de ara artık
ne de uzakta.
Ben senin kalbindeyim,
sarıl bana
iki elinle kucakla. 


Kaybedilecek sevinç kalmadığı zaman, kaybedildiğine üzülecek sevinçler yoktur artık. Bu noktada insan, ıstırabın merdiven basamaklarını ağır, ağır çıkar ve yokluğun varlığına sevinmeye başlar. Çünkü tüm sevinçlerin kaybedildiği an, çekilecek ıstırabın acısı da bitmiştir. 
O gün, her zaman yaptığımız gibi deniz kıyısına yürüdük. Çocuk bahçesine gittik. Bin ışığın oynaştığı denizdeki uçsuz bucaksız düzlüğü seyrettik. Bu seyrediş, hep bir devinim içerisinde sürüp giden hayatımızda yaşananları daha iyi kavramak için bir mola, bir duraktı adeta. Bu gezintilerimiz bir alışkanlık haline gelmişti artık. Çocuk bahçesinde bir bank’a oturduk ve konuşmadan içimizdeki sessizliği dinlemeye başladık. Kendi halimize böylesine dalmışken, yaşlı bir hanım bize doğru yaklaşarak elinde zorla taşıdığı belli olan ağır poşeti oturduğumuz bank’ın yanına bıraktı. Gülen gözleriyle bize baktı. Bizden alacağı cevaptan emin bir sesle:
-Biraz dinleneyim şurada dedi. Yanımıza oturdu. 
Bu sesleniş, yanımızdaki yerin onun tarafından oturulması için bir müsaade isteyişi gibiydi. Ama bu sesleniş, gerçekte bir acı sohbetin de başlangıcı olacaktı...
Yaşlı kadının yüzüne baktım. Yaşlı kadının yüzü geçmişinde taşıması kendisine ağır geldiği belli olan acıların izlerini taşıyordu. Alnı derin çizgilerle kırışmış olmasına rağmen iyice bakıldığında küçülmüş gözlerinde hala daha umut ışığı taşıdığı belliydi. Bir eşarpla örttüğü başının kenarından pek azı görünen saçları beyazlaşmıştı.
Yüreğindeki sessizliğin sabırsızlığı ve dertlerini paylaşmaya ihtiyacı olan insanların aceleciliği ve heyecanı ile konuşmaya başladı. Ayakları dibinde duran poşeti gösterip:
-Toprak aldım şu ağaçlarının altından dedi. Bu toprağı çiçekleri için kullanacaktı.
İlk tanışan insanların birbirlerine olan mesafeli duruşu bu yaşlı kadında yoktu. Bu dikkatimi çekti. Önce eşimle konuştu. Gülümseyerek:
-Merhaba dedi. Hal hatır sordu, tanıştık.
Adının Mükerrem olduğunu öğrendik. Sonra içine sığdıramadığı belli olan acılarını yavaş, yavaş biz sormadığımız halde anlatmaya başladı. Geçmişe dalan küçülmüş gözlerini, sanki var olmayan, elde edilmesi artık imkânsız uzak bir noktaya dikip maziden konuşmaya başladı.
-Eşim öğretmendi. Altı yıl önce kalp krizden onu kaybettik. Dedi.
Bunu söylerken hayat arkadaşını hatırlayan aklında, sanki gözlerinin önüne gelen eşinin hayali vardı. Bu cümleden sonra bir müddet sustu. Geçmişin acı hatıralarını perde, perde tekrar canlandırdığı aşikârdı.
-Üzüldüm. Dedim sessizce.
Bunu öyle sessiz söyledim ki daha sesli konuşsam eski acı hatıraların daha canlı inkişaf etmesinden korkar gibiydim. Konuyu değiştirmek gayesiyle ve çocuklarının büyümüş olduğunu da düşünerek: 
-Çocukları büyütmüşsünüzdür? Diye sordum.
Keşke sormasaydım. Birden yaşlı kadının yüzü değişti, dudakları titredi. Bu titreyişi gizlemek ve heyecanını zapt etmek için sağ elinin işaret parmağını hızla dudaklarına götürerek bastırdı. Dudağının titremesini ne kadar eliyle bastırmış ve gizlemiş olsa da yaşlı kadının gözleri geçmişin sönmemiş bir ateşi gibi kendisini ele vermeye yetiyordu.
O zaman anladım ki bu yaşlı kadının yüreğinde çok ince bir tele basmıştım. Öyle ki biraz daha ısrar etsem, o ince tel acı içinde ses verecekti.
Evvela kendimi tuttum. Sustum. Fakat merakım susacak gibi değildi. Bu yaşlı kadının yüreğinde yıllardır taşıdığı ve artık taşımaktan yorulduğu acıları vardı. Yaşlı kadın kendini biraz topladıktan sonra ilk önce babası gibi öğretmen olan, en büyük kızının intihar ettiğini söyledi. Biz hemen:
-Neden? Diye adeta bağırarak sorduk.
Kızının evli olduğunu, kızının eşinin de öğretmen olduğunu, kızının evliliğinde hiçbir problemi olmadığını fakat birdenbire neden intihar ettiğini bilmediklerini söyledi.
Kızı bir eczaneden zehir satın alarak koluna enjekte etmiş ve hiçbir açıklama yapmadan intihar etmişti. 
Yaşlı kadının yüzüne baktığımda geçmişte yaşadığı bu acılarını tekrar, tekrar anlatarak acılarını kanatıp, kendisine eziyet eden bir insan gördüm.
Bu her defasında iyileşmeye yüz tutarken bile, bile tekrar kanatılan yaranın artık iyileşmesi pek mümkün değildi sanırım. Yaşlı kadının anlattıkça yüzü değişiyor acılarını yüreğinin hiç kapanmayan sayfaları arasından bir, bir çıkarıp gözlerinin önüne getirdikçe hareketlerindeki düzensizlik artıyordu.
Hissettiği korku ve heyecan yaşlı yüzünde saklanacak yer bulamıyor, belki geçmişe isyan ediyor, belki de her şeyin hayal olduğuna kendisini inandırası geliyordu. Yaşlı kadın aşağıya yuvarlanan ve yuvarlandıkça büyüyen bu acıyı anlatmaya devam etti. Ara sıra ağlamamak için duruyor ve titreyen dudaklarını sağ elinin işaret parmağı ile bastırarak zapt etmeye çalışıyordu.
-O kadar araştırılıp soruşturulmasına rağmen en büyük kızımın neden intihar etmiş olabileceğini öğrenemedik dedi.
Evin reisi emekli öğretmen olan baba, çok sevdiği kızının anlam veremediği ölümünü fazla taşıyamamış ve kızının intiharından üç yıl sonra bir gün kalp krizinden ölmüştü. Kocasını da kaybedince Mükerrem Hanımın hayatı her gün kendisine sorduğu ve cevabını bulamadığı soruların içerisinde kalmıştı. Naif ruh yapısının da etkisiyle yaşadıklarının etkisi her gün ağırlaşmış ve artık çekilmez bir hal almıştı.
Hayat kendisi için eziyet haline döndüğünde çıkış noktası bulamayan bu yaşlı kadın çareyi içine kapanmakta bulmuştu. Kendi dünyasına çekilmişti. Artık dışarı çıkmıyor, kimseyle konuşmuyor, kendisiyle konuşmak isteyen insanlara boş bakışlarla mukabele ediyordu. Bu durum bir yıl kadar devam etti. Geride kalan iki erkek evladı önce ne yapacaklarını bilememiş sonra acının soğuk yüzünü tanıyınca bu durumdan kurtulmak için tek vücut olmaya çalışmışlardı. İlkin Annelerini tedavi ettirmeye çalıştılar.
Mükerrem Hanım ilk önceleri tedaviye cevap vermemişti. Bunun sebebi dünya gaileleri ve sevinçleriyle ilişkisini keserse belki acılarını da bu hayal âlemine hapis edebileceğini düşünüyordu. Böylelikle yaşadıklarını kendisine bir hayal olarak kabul ettirmesi kolay olacaktı. Çocuklarının onu zorla her dışarı çıkarışlarında dışarıda gülüp oynayan çocukları görüyor ve yaşadıklarının gerçek olduğu tekrar hatırlayınca; gerçek yüzüne bir tokat gibi çarpıyordu. Böylesi canlı bir hayatı inkâr ediş, tek kaçış yoluydu. O yolun da kendisinden alınması onun dayanma gücünü bitireceği kesindi. Bu eziyete artık tahammülü kalmamıştı. Kendi yarattığı bu hayal âleminden çıkmamak ve kendisiyle birlikte yaşadıklarını da bu hayal âlemine hapis etmek tek çareydi.
Çocukları durumun zorlandıkça daha kötüye gittiğini anladılar. Artık onu kendi haline bırakmış ve sadece ilaç tedavisine devam etmişlerdi. O anlattıkça biz onunla aynı acıyı hisseden, aynı çıtırtıya ürken iki serçe kuşu gibiydik. Onu anlamıştım. O ise ne zamandır kendisini aynı heyecanla dinleyen bizleri bulduğu için hafiflemiş gibiydi. O sırada yanıma küçük oğlum geldi. Mükerrem Hanımın zihninde geçmiş günlerinde çocukları ufakken tattığı o çocuk sevgisini tekrar hatıralarında canlandırmak istedim. Küçük oğluma dönerek:
-Teyzemizin elini öp dedim.
O sorgusuz gitti, gülümseyerek yaşlı kadının elini öptü. Mükerrem Hanım hiç beklemediği bir anda elinde gökten bir yıldız tutmuş gibi oğluma sarıldı. Onu bırakamadı... Kucaklayıp kucağına şevkatle bastırdı. Sustu... Dudakları titredi.
Fakat bu sefer heyecanını ve dudaklarının titremesini engelleyecek eli boş değildi. 
O yaşlı ellerinde bir küçük çocuk, belki de kaybettiği evladının hatırası vardı. Hüzün ve kederin hayat enerjisine döndüğü o an oğluma daha çok sarılan yaşlı kadının gözleri doldu ve kendini bıraktı. Gözlerinden düşen yaşlar üzüldüğünü değil, hayata bağlandığının işareti gibiydi. Anladım ki kelimelerin tükendiği yerdeydik.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar