“BİR BABANIN ÇOCUKLARINA BIRAKACAĞI EN KIYMETLİ MİRAS TEMİZ BİR İSİMDİR.”
( YAPRAK DÖKÜMÜ)
Kitabın Adı: Yaprak Dökümü
Yazarı: Reşat Nuri Güntekin
İnkılâp Kitabevi, 134 sayfa
Okuma Tarihim: 2020
Yazar Hakkında Kısa Bilgi:
Reşat Nuri Güntekin: ( 1889 İstanbul- 1956 Londra)
Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Liselerde öğretmenlik, müdürlük, Milli Eğitim Müfettişliği, Paris Kültür Ataşeliği yaptı. Yazı hayatına 1917 yılında ilk eseri olan Eski Ahbap’la başladı… Çalıkuşu adlı romanının Vakit gazetesinde tefrika edilmesi ile (1922) ünlendi. UNESCO’da Türkiye’yi temsil etti. Romanları, hikâyeleri, tiyatro eserlerinin yanı sıra çeşitli çevirileri de vardır. Güntekin’e akciğer kanseri teşhisi kondu. Tedavi maksadıyla İngiltere’ye gitse de 7 Aralık 1956 tarihinde (67 yaşında) hayatını kaybetti. Ölümüne değin Milli Eğitim Başmüfettişi olarak çalıştı. Cenazesi Türkiye’ye getirilen Reşat Nuri Güntekin, Karacaahmet Mezarlığı’nda defnedilmiştir.
Eserlerinden Bazıları: Gizli El, Çalıkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Yeşil Gece… ( Roman)
Sönmüş Yıldızlar, Tanrı Misafiri… ( Hikâye)
Hançer, Eski Rüya, Yeşil Gece… ( Oyun)
Anadolu Notları ( Gezi yazısı)
(Kaynak: Kitap ve Akit .com.tr)
Eser Hakkında Kısa Bilgi:
Reşat Nuri Güntekin, bir memur ailesinin gelir darlığı ve ahlâk düşkünlüğü içerisinde parçalanıp çöküşünü, ustalıklı bir dille anlatıyor. Toplumsal yönü ağır basan bir roman… ( Arka kapaktan)
Eserdeki Kişiler:
Ali Rıza Bey( baba)
Hayriye Hanım( Ali Rıza Bey’in karısı)
Şevket, Fikret, Leyla, Necla, Ayşe ( Çocukları)
Ferhunde( Şevket’in karısı)
Tahsin( Fikret’in kocası)
BİR AİLENİN HAYAT YOLCULUĞU: “YAPRAK DÖKÜMÜ”
Konu “aile” olunca akan sular durur. “Aile” toplumun temelidir. Ailenin dağılması toplumun dağılması demektir. Babanın ve annenin kenetlenip çocuklarına kol kanat gerememesi kötü sonuçlar doğurur çoğu zaman. Babanın ve annenin sağlam duramaması, doğru rol model olamaması, maddi, manevi ihtiyaçları karşılamakta aciz kalması bir deprem fırtınası gibidir o aile için. Reşat Nuri Güntekin’in romanında olduğu gibi ailenin her bir bireyi adeta bir yaprak gibi dökülür, savrulur. Yaprak Dökümü, işte böyle bir savrulmayı ve dağılmayı anlatıyor.
“Yaprak Dökümü” eserinden söz edince Kanal D’de yayınlanan 2006 yapımı Yaprak Dökümü adlı dizi de aklınıza gelecektir elbette. Dizi, büyük bir beğeniyle izlenmiş uzun soluklu bir yapımdı. 2006 yılında evlerimize misafir olmaya başlamış ve 2010 yılında final yapmıştı. Dizi günümüze uyarlanmış başarılı bir yapımdı. Tabii dizinin eserden çok farklı olduğunu ve hatta eserden daha ağır basan ve etkili bir akışı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Aslında bu tür diziler bir yandan edebi eserlere olan ilgiyi artırırken bir yandan da “okumasam da olur” düşüncesine itiyor roman okurlarını. Bu düşünceye kapılmayıp televizyona uyarlanan eserleri yazarının kaleminden ve kurgu gücünden okumanızı tavsiye ederim. Orijinal ve o dönemin ruhunu yansıtan şekli edebiyatın tadına varmanızı sağlayacaktır. Ayrıca okumakla izlemek arasındaki farkı anlayacak ve okumanın ayrıcalıklı hazzını duyacaksınız. Satırlar arasında saklı olan tahlilleri, insanı, yazarın kaleminin gücünü, hayata dokunan etkili sözleri keşfedeceksiniz. Bir babanın, Ali Rıza Bey’in- bir anlamda hayatla olan sınavına ortak olacaksınız.
“… Babasınız, çocuklarınız var, paranız yok değil mi? Evlatlarınız âhir ömrünüzde size bir feci yaprak dökümü manzarası seyrettirmekten gayri bir saadet vermezler…” (11.s.) Bütün hayatını çocuklarına iyi bir ahlâk vermeye adayan beş çocuk babası Ali Rıza Bey, bu sözleri, çalıştığı Altın Yaprak Anonim Şirketi’nden bir ay önce istifa etmiş olan bir gençten duyar. Bu sözleri söyleyen adam, bir ay önce şirketin muhasebe kâtipliğinden istifa etmiş bir gençti. Genç adam şirkete uğrayıp hem unuttuğu birkaç eşyasını almaya hem de eski mesai arkadaşlarını görmeye gelmişti. Arkadaşlarıyla sohbet ederken bir taraftan yeni işinden bir taraftan da gül gibi geçindiğinden söz eder. Genç adamın anlattıklarına uzaktan kulak veren Ali Rıza Bey, gencin bazı konuşmalarından hoşlanmaz ve ona sitemde bulunur. İşte o sitem üzerine genç adam ona terbiyeli bir tavırla cevap verir ve Ali Rıza Bey’i çok etkileyen o sözleri söyler. Bu sözler Ali Rıza Bey’i çok etkilemiştir. Aklından şunları geçirir o anda: “Acaba yeni zamanların havası onları da sarsacak, ihtiyar babaya son deminde bir yaprak dökümü mü seyrettirecekti?”( 12.s.)
Ali Rıza Bey, Babıâli yetiştirmelerinden bir mülkiye memuru idi. Otuz yaşına kadar Dahiliye kalemlerinden birinde çalışmış. Daha sonra kızkardeşiyle annesinin iki ay ara ile ölmesi onu İstanbul’dan soğutmuştu. Suriye’de bir kaza kaymakamlığı alarak gurbete çıkar. O zamandan sonra bir daha İstanbul’a dönmemiş, yirmi beş sene çeşitli memuriyetlerle Anadolu’da dolaşmıştı. Ali Rıza Bey, çok bilgili, çalışkan bir adamdı. Titiz denecek kadar temiz, gülünç denecek kadar nazik ve mahcup bir adamdı. Hak yemek, kanuna aykırı bir şey yapmak, kalp kırmak korkusuyla bir türlü iş göremezmiş. Ondan hep “iyi adam” diye söz ederlermiş. Kırkına doğru, yakın bir arkadaşının önerdiği biriyle evlenir. Karısı Hayriye Hanım ağırbaşlı ve temiz bir kadındı. Yedi sene içinde birbiri ardı sıra dört çocuğu dünyaya gelir. Dört seneden sonra son bir kızla çocuklarının sayısı beşi bulur. Büyütecek beş çocuğu olan bir adam hayata karşı kayıtsız kalamazdı. O zamandan itibaren eski gevşek ve isteksiz memur gitti; yerine çocukları için her fedakârlığı göze almış bir gayretli aile babası çıktı.
Oğlu Şevket; kızları Fikret, Leyla ve Necla’dan sonra Ayşe de katılmıştır aileye. Son çocuğu Ayşe çok vakitsiz gelmişti. Akla hiç gelmeyen bir olay, Ali Rıza Bey’in hesaplarını altüst eder. Elli beş yaşında devlet memuriyetinden çekilmeye mecbur kalır. Kırılma noktalarından biri olur işten ayrılması. Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eski evi tamir ettirip oraya taşınırlar. İstanbul’da bir süre işsiz gezer. Daha sonra kendine iş aramaya başlar.
O sıralar, eski öğrencilerinden Muzaffer Bey’le karşılaşır. Muzaffer Bey, eski hocasının durumunu öğrenince ona şirketinde çalışması teklifinde bulunur ve Ali Rıza Bey bu teklifi sevinçle kabul eder. Kısa sürede şirketin en iyi memuru olmuştu. Ancak bir süre sonra yaşanan tatsız bir olaydan sonra işten ayırlır. Çünkü yaşananlar onun vicdanının kabul edemeyeceği türdendi. Eve gelir ve Şevket’in işe başlamış olmasından dolayı yaşanan mutlu havayı görünce o gece işten ayrıldığını söylemez. Çocuklarını telaşa düşürmek istemez. Ali Rıza Bey, ailenin bütün yükünün oğlunun omuzlarına yıkılacağından dolayı çok üzülür. Hayriye Hanım da eşinin istifasından memnun değildir. “Yokluk yüzünden evlatlarım birer birer dökülmeye başlarsa iki elim, on parmağım yakandadır…” diye ateş püskürmeye devam eder. O da kocasına isyan bayrağını açmıştı.
Ali Rıza Bey, namus ve vicdan anlayışından ödün vermek istemeyen bir baba olarak ailesini bu şekilde koruyacağını düşünürken aslında yavaş yavaş bir yaprak dökümüne tanıklık eder. Bir baba olarak, bağlı olduğu değerleri çocuklarına ne kadar telkin etmeye çalışsa da her defasında yine hayal kırıklığı yaşar. Zamanla aile içindeki nüfuzu azalır ve çocuklarının kendi ahlâk anlayışına ters düşen acı tecrübelerine tanıklık eder. Her birisi kendi yolunu çizer. Sadece en küçük kızı kanatlarının altındadır. Otorite kuramayan, kuramayınca da kendi kabuğuna çekilip seyirci durumunda olan bir babanın kanatları altında…
Yaprak Dökümü, idealleri ve ahlâk anlayışı doğrultusunda çocuklarını şekillendirmeye çalışan bir babanın çırpınışlarını anlatıyor. Her bir çocuğunun kişiliğine, yaşam biçimine yön vermeye çalışsa da çocukları, zamanla karısı da onun hayal ettiği aile hayatının dışında hayatları yaşarlar. Aslında merhametli bir baba Ali Rıza Bey ancak çocuklarına, karısına karşı ve en önemlisi de yaşadıkları karşısında güçlü bir duruş sergileyemez. Bazen susar, bazen küser, bazen de onlara nasıl davranması gerektiği konusunda bir çaresizlik yaşar ve sorunları çözmekte aciz hisseder kendisini. İçinden konuşur, kendisiyle bir savaş verir. Leyla ile Necla’nın bitmek bilmeyen istekleri, daha iyi ve daha modern yaşama arzuları; büyük kızı Fikret’in ona bu konuda yaptığı uyarıları; oğlu Şevket’in kendisine ve ailesine uygun olmayan biriyle evlenmesi konusunda nasıl bir yol izleyeceğini bilemeyen bir baba… Ali Rıza Bey, ne kadar kendi ahlâk anlayışına göre yaşamaya çalışsa da en değer verdiği değerler hızla elinden kayıp gitmeye başlar. Böyle bir baba tiplemesiyle karşı karşıya kalırsınız. Her bir yaprak dallarına tutunmakta zorlanır. Çünkü o dalların tutunabileceği güçlü bir ağaç yoktur. Sözünü geçirmede, sorun çözmede zorlanan ve zamana uyma konusunda bir taraftan direnen ama direneyim derken bağlı olduğu değerleri ve ailesi elinden kayıp giden bir baba Ali Rıza Bey. Yoksulluk bu süreci daha da hızlandırmıştı:
“… Fukaralık; Ali Rıza Bey için ne güzel bir mektep olmuştu. Her şeyi hakiki çehresiyle görmeye başladı. Fikret’te kendisine karşı garip bir uzaklık ve soğukluk hissediyordu. Leyal ile Necla’ya gelince, onlar da aynı halde idiler. Ona kinlenmiş gibiydiler… Tek tesellisi Şevket’ti. Ali Rıza Bey’i yakan ateşi şimdilik yalnız o anlıyordu. Hiç terbiyesini bozmuyor, onu teselli ediyordu…”( XI. bölüm)
Zamanla hep daha da dağılan ve birbirinden uzaklaşan bir aile… Hayatın zorluklarıyla elinden geldiğince ve ahlâk anlayışına ters düşmeyecek şekilde mücadele eden bir baba, kocasına yine gücü yettiğince ve kararlarını doğru bulduğu sürece destek olan bir anne… Her biri –Leyla ve Necla hariç- farklı bir kişiliğe sahip olan ve arzu ettikleri, hayal ettikleri ya da seçmek zorunda oldukları hayatı yaşamaya çalışan çocuklar… Yaprak Dökümü’nde akıp giden olaylarda Ali Rıza Bey’in varlığını, etkisini daha yoğun bir şekilde hissediyorsunuz. Çoğu yerde onun duygu ve düşüncelerine, iç dünyasındaki fırtınalara tanıklık ediyorsunuz. Bazen çocuklarının kavgalarına karışmayıp olanları izlemekle yetiniyor. Bazen “çocukların terbiyesine verilen emeğin boş bir gayret olduğunu” düşünüyor:
“… Ali Rıza Bey, çocuklarını eskisinden çok daha iyi görüyor ve anlıyordu. Fikret de öteki kızları da bildiğinden ne kadar başka insanlarmış!.. Evin adı artık ‘cehennem’ olmuştu. Üstlerindeki baskıyı kaldırmak zamanı gelmiş de geçiyordu… Kanlarının mayasında ne varsa, vakti geldiği gibi meydana çıkıyor diye düşünüyordu. Cehennem!.. İlk defa Leyla ile Necla’nın kullandığı bu kelime tutmuştu. Bütün aile şimdi eve ‘cehennem’ diyordu…”( XIII-XIV. bölümler)
Ailede yaşanan mutsuzluklarda payı olanlardan biri de gelinleri Ferhunde’dir. Şevket de mutsuzdur. O da babası gibi zayıftır. Bu yüzden Ferhunde kısa sürede eve tek başına hükmetmeye başlar. Ali Rıza Bey evde “bir gölge gibi” gezmeye başlamıştır. Olan bitene karşı çıkan tek kişi, babasını her şeyden sorumlu tutan büyük kızı Fikret’tir. Bu düşüncelerini babasına çekinmeden söylüyordu:
“… Ali Rıza Bey’e göre Fikret, tamamıyla haksız değildi. İki büyük kabahati vardı: Evvela zayıf bir adamdı. Sonra parasızdı. Artık karısına da hak veriyordu…”( XVII. bölüm)
Yaprak Dökümü’nde her bir kahraman aslında kendi dünyasını kurmaya çalışıyor. Aynı çatı altında ama farklı kişilikler, farklı arzular, hayaller ve tabii farklı dünya görüşleri… Aslında bu çoğu ailede -her zaman eserdekiyle aynı şekilde ve boyutta olmasa da- yaşanabilecek ve gözlenebilecek bir durumdur. Bazen aynı çatı altında olmak aynı hayalleri kurmak ve aynı kişiliğe sahip olmak demek değildir. Ama yine de aileyi aynı çatı altında toplayan o ev, o yuva değerlidir. Aile olmak ve aileyi korumak önemlidir. Aynı çatı altında kalmayı başaramazsak ve aynı hayalleri kuramazsak da birbirimizin elini tutabilmeliyiz.
Yaprak Dökümü, aileyi ve ailedeki ilişkileri konu aldığı için okunmaya değer bir eser. Yazarın kurgudaki başarısını, etkili anlatımını da belirtmek isterim. Reşat Nuri Güntekin, ortak bir değerimiz olan “aile” kavramını ele almış ve böylece bu önemli kavram üzerine düşünmemizi sağlamış. Baba, anne ve çocuklar. Her biri, yazarın tasvir ve tahlilleriyle okuru kendi dünyalarına çekiyor. Baba tiplemesinin öne çıktığı eserde çocukların zamanla nasıl yaprak gibi döküldüklerini okuyor ve bu yaprak dökümünün acısını duyuyoruz. Zaman zaman Ali Rıza Bey’e üzülüyor zaman zaman kızıyor ve ona çekidüzen verme ihtiyacını hissediyoruz. Ama unutmayalım ki her insan kendi gerçeğiyle baş başa kalır. Tıpkı Ali Rıza Bey’in çocukları için söylediği şu sözlerde olduğu gibi: “ Kanlarının mayasında ne varsa, vakti geldiği gibi meydana çıkar.”
Çocuklarının her biri dağılırken, bir yaprak misali savrulurken Ali Rıza Bey de savrulur, tutunduğu tüm değerleri de tabii… Bu dağılma ve savrulmaya rağmen Ali Rıza Bey hayata tutunacak bir dal bulur. Sıkı sıkı tutunduğu değerleri elinden kayıp gitse de tutunur. Güneşe ve denize karşı güzel bir odada savrulmaya direnen birkaç yaprakla…
Eserden Bölümler:
“Galip insanlar için iyi niyet ve merhametli olmak ne kolay ve şık bir jesttir.” ( 112.s.)
“Fazla ümitsiz insanlar ağır hastalara benzerler.” ( 94.s.)
“Çirkinin ağzındaki güzel söz, acizin ağzındaki haklı söz kadar boş, faydasız bir şeydi.” ( 37.s.)
25.02.2020