Gün oldu, yirmi bir saat yol yürüdüm, sırtımda otuz kilo çanta, elimde koca bir tüfek ve gönlümde taşıdığım ıstırap ile... Saydığım bu ağırlıkları bir hiç hükmünde bırakan yüce bir ıstırap ile...
Aldığım her nefeste ciğerlerime kadar keder ile doldum yürüdüğüm her an da...
Ruhuma bir işkence, bedenime bir azap gibi gelirdi yürümek.
Ta ki yürümenin güzelliğini keşfedene dek.
Dücane Cündioğlu'nun bir sözüyle değişti her şey.
"Yürümeye devam et, yol insanı terbiye eder." diyordu hakikati avuçlayamayan bu yüce gönüllü adam...
Sonra yürürken terbiye etmeye başladı yol beni...
Adımlarımı takip etmeyi bırakıp alemi seyretmeye başladım.
Attığım her adımda Hızır'ı arar oldum.
Beyazıdı Bestami Hazretlerinin "aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır" sözünü anarak aradım..
"Ben O'nu bulamazsam da O beni bulur belki" diyerek.
Bulamadım da.
Zaten önemli olan aramak değil miydi?
"Arayanlardan olalım da bulanlardan olmasak da olur." diye fısıldar oldu içimdeki ses...
Yollar tükendiği vakit duruldum.
Toprağı döşek, gökyüzünü yorgan eyledim kendime.
Ne güzel bir yorgandır gökyüzü...
Yıldızları süs eyleyen bir yorgan...
Hiç kaymadığı kadar çok kaydı yıldızlar. Ya da ben hiç görmediğim kadar çok gördüm kayan yıldızları...
Hiç dilek tutmadım.
Kayan yıldızlara bıraktım kendimi.
İstemedim tek bir şey Alemlerin Rabbi'nden.
Beni bana bırakmasın diye.
Hazreti Ali'nin "Ben O'nu dualarımı kabul etmemesinden bildim, beni bana bırakmayışından" sözüyle hemhal olmayı arzu ederek...
Gün oldu yıldızlar da terkeyledi garibi...
Yalnız bıraktılar dağlar başında...
Belki de
Kendini bulsun diye
Ama bulamadım.
Bulmak için evvela kaybetmek lazım imiş.
Anladım ki kendimi bulmam için kendimi kaybetmem gerekiyor.
Kendimi kaybetmeye çalıştığım yollarda kayboluverdim.
Kayboldum diye üzülüyorken
Yine hakikati avuçlayamayan yüce gönüllü adamın sözü yetişti imdadıma...
"Kayboldum diye üzülme sakın, muhakkak seni arayan biri vardır."
Diyordu hakikati avuçlayamayan yüce gönüllü adam...
"Kayboldum diye üzülme sakın, muhakkak seni arayan biri vardır."