01.01.2023
Sözcükler isli.
Sözcükler yorgun.
Adımsa iki uç:
Yıldız olarak uzak olduğum bir dünya ve de ulaşılmaz.
Gülüm olarak kucakladığım çiçek bahçesi ve içimdeki cennetim bana yaşama sevinci ve mutluluk veren.
Mutlak düşlerim var ve de muazzam hayallerim.
Hayat denen muhtevanın kim bilir hangi kapsamında saklıyım?
Devasa bir kehanet içimde büyüyen belki de mutluluktur plak iğnesi kırık kendime ettiğim ihanet.
Top oynuyorum evin içinde bacak kadar boyuma düz duvara tırmanırken rahmetli Yıldız Halamın resminin olduğu çerçeveyi kırıyorum ve korkudan ağlayıp kaçıyorum perdenin arkasına az sonra babaannemin eteğinin altına sığınıp görünmez moda geçeceğim.
Esen o şiddetli rüzgâr belki de büyük İstanbul depreminde evin beşik gibi sallandığı zamanlar gibi yüreğin kırık fay hatları ve bin parçaya bölünen varlığım.
Sakız gibi insanların bazı kelimeleri arasız çiğnedikleri ve ben insanların ağzına bakıyorum ne diyecekler diye elbet onları sevdiğim kadar da güvendiğim.
Pamuk ipliği ile bağlı olduğum hayat fi tarihinde fildişi yalnızlığımla sekerken parmaklarım piyanonun tuşlarında.
Zemherilerde üşümüş yüreğim.
Çapulcu imgeler.
Tezat bir mevsim sıcak ve aheste ve üstüme çöken bıkkınlık ve geri sayıma başlıyorum.
Üç.
İki.
Bir.
Ve ateş.
Harı aşkın, hazzı yalnızlığın belki de bir handikap yaşamak arsız hırsızın ev sahibini bastırdığı bir o kadar yavuz hırsız demez mi ev sahibine?
‘’Eh, be birader insan bir tabak yemek ayırırdı beklenmeyen misafire.’’
Kaç sene evvel başıma gelen o olay gibi ve ben evde yalnızım yetmedi apartmanda herkes bir yerlere gitmiş ve güzellik uykumu uyuyorum şükürler olsun ki hırsızlar kapıyı kırıp da içeri gireceklerken uyanıveriyorum ve ikişer üçer inip basamakları kaçıyorlar apartmandan hele ki ben onları annem sanıp bağırmışken:
‘’Anne sen misin gelen? Ne bu gürültü böyle?’’
Apartman baştan ayağı soyulmuş tek soyulmayan daire bizimki ve hatır tanımamış gibi komşulara polise ifade veriyorum:
‘’Tam da kapıyı kırıp içeri giriyorlardı ki…’’
Günün kahramanı mıyım yoksa apartman güvenliği benden sorulduğu kadar ihanet mi ettim komşularıma uyuyup da kaldığım için ve o gün adım tarihe altın harflerle yazılıyor.
Mutluluğun bir frekansı varsa, sevgili dostlar bilin ki adı: sevgi.
İhya eden yüreği.
İnsanın firar ettiği bedeninden.
İlla ki sevgi.
Delip deşen acıları yok saydığınız ve Allah hatırına sevdiğiniz ne özel bir komplimanı yüreğin ve işte iki adımla eşleşen duygular.
Her halükarda dengeyi kurmak adına zorlandığım.
Ola ki beni birisi Yıldız olarak çağırsın en fazla yüzüne bakarım:
‘’Bana mı dediniz?’’
Aman Rabbim, bir insan göbek ismine bu kadar mı yabancılık çeker?
Ve evet, henüz dört yaşında iken vefat etmiş halamın ismini yaşatmak bana düşse de ben zaten ismimle yaşamıyor muyum? O halde kaç beden ya da kaç ruhu saklı tutacağım içimde ve de dışımda?
Normal ismimle çağırdıklarında ise-normal isimden kastım elbet sevdiğim ismim Gülüm lakin bunun bir de anormali varsa şimdi bilemedim-hemen yanıt veriyorum:
‘’Buyurun lütfen.’’
İç bükey bir aynada saklandığım.
Ya da kırık bir aynada görüntülerin iç içe geçtiği ve elime alıp da mezurayı boyumun ölçüsünü alıyorum.
Haz ettiğim etmediğim ne varsa toplu halde gelir beni bulur. Kimse dünde kalan ve ben hangi kimliksem düne mahkum olmuş günümüzde ise seken bir kör kurşun gibi nidalar savuruyorum ola ki canım yansın küsüp içime kapanıyorum belki de önceden olan buydu çünkü şimdilerde tepki vermeden duramıyorum.
Bir maharet olsa gerek sessizlik ve de verilen en büyük tepki iken tepkisizlik.
Psikolojinin de nimetlerinden faydalanıyorum ne de olsa müthiş bir terapist olmak adına çıkmıştım yola ta ki akıl sağlığım tehlikeye girip de psikoloji okumayı yarım bıraktığım ve orada da başıma gelmeyen kalmamıştı.
Yüksek lisansta en korkutucu ders sanırım grup terapisi idi.
Ben bir de alttan ders aldığım için bölümdeki öğrencilerle haşır neşir olmuştum. Yüksek lisans dersleri yetmezmiş gibi alttan aldığım onca dersin ve ders notunun peşinde adım Atom Karıncaya çıkmıştı. Sürekli bir koşturmaca halindeydim ek olarak bölüm başkanımızın güzide öğrencilerinden olma şansıyla sürekli Beyazıt’taki kütüphaneye gidip araştırma yapıyordum ve öyle bir hal almıştım ki ismimin hangisi olursa olsun çağrıldığımda nerede ise uyku modundaydım ne de olsa üç ya da dört saat uykuyla yetinmekti payıma düşen.
Dünde kalan ne varsa aslında bu güne temel hazırlayan.
Ve kimse hayatıma giren ya da teğet geçen beni ben yapandır bir o kadar beni benden uzaklaştıran ve ben kim olursa olsun kim beni hangi ismimle çağırsın çağırmasın hep de itaat etmişimdir.
Ek olarak iki ismimi de beğenmeyip beni soyadımla çağıranlar ya da lanse edenler:
‘’Çamlısoy gel aşağı Çamlısoy gel yukarı.’’
Bir ismin o insanın psikolojisindeki etkisi nasıl hâsıl oluyorsa artık ve ben buna özellikle son zamanlarda takmışken.
Farkındalık geliştirsem ne olacak ki ya da rest çeksem ve her rest çektiğimde rastlaştığım insan izlekleri.
Bir ismin minvalinden ziyade birkaç ismin efektleri.
Birkaç isimden de ziyade ismiyle bütünleşti mi insan.
Bir renk gibi ya da gök kuşağı ve ben hangi rengi seçeceğimi bilemezken gözlerimin kamaştığı ve yokluğa karıştığım.
Yok olmanın meali hiç olmak da değil çünkü hiç oldu mu insan bir varlığa dönüşme ihtimali ile sürekli göz doldurmada ya da bir dondurma tabağı gibi de hayaller ve ümidi insanın eriyip giderken…
Geç yaşında baba olan rahmetli babam ve beni kucağına aldığında aklındaki ismi bana sunduğu.
Ben hala babasının kızıyım hala onun biricik kızı ve bana dokunmaya dahi kıyamazken babam ve işte ismimle şerh düştüğüm.
Mizacım da çiçek ben de.
Hala masum ve aynı kalmanın mümkün olduğunu ise ispatlıyorum ve bana öykünen kimse alıyorum gardımı.
Varlığımın iz düşümü çünkü sevgiyle sekerek coşarak çıktığım hayat yolculuğum.
Sevginin de iz düşümü ve umudun ve ailemin bana verdiği güven duygusu ve sevebilme yetisi çünkü sevmeyi de öğreten ailem ve karşılıksız yardımlaşmayı insanlara merhamet etmemdeki en büyük faktörde elbet merhametlilerin en merhametlisi Rabbimden feyiz aldığım ve sevdiğim kadar insanlara ve tüm canlılara merhamet ettiğim zaten bu değil mi beni sonunda yıkan?
Acımaktan maraz doğar. Ben bir ömür bunu asla kale almadığım gibi son zamanlarda başıma gelen de hep merhamet duygumdan öyle ki hayli yüklü miktarda paramdan oldum gereksiz yere merhamet ettiğim birinden üstelik aldığım darbeyi de ekledik mi merhamet duyulmasa ve acınması gereken insan olarak ilk sıraya dâhil oldum.
Ama bu bizim özümüzde olan ve insan olmanın da meali değil mi? Samimiyet ve içtenlik ve merhamet.
Öykündüğüm başka bir isim de olmadı hani eğer ki sorsalardı bana ismimi değiştirmek isteyip istemediğimi.
Hayatın rövanşı belki de ve ben artık gardımı alıp da yaşadığım için beni her çağırana ne olursa olsun elbet yanıt veriyorum. Huyum kurusun ki tepki ya da yanıt veremeden duramıyorum artık.
İyi halden tahliye olur mu acaba bendeki bu içtenlik duygusu akabinde içime ve dışıma kapandığım aslında bir çiçek gibi de küstüğüm kim bilir belki de kendime.
Soğuk çok soğuk bir iklim payıma düşen hele ki Yıldız kimliğimi kabulleneyim.
Bir o kadar ulaşılmaz ve soğuk.
Bir hayal gibi gezindiğim gökyüzündeki Yıldız kimliğim:
Gökyüzünde yalnız gezen Yıldızlar.
İtiraz ediyorum ama yalan da değil hani çünkü yalnızlığım tescilli diğer yandan Gülüm ismiyle kendimi bir cennet/çiçek bahçesindeymişçesine hayal ediyorum ve bilfiil kabullenip duyumsuyorum.
Bir rengin muhtırasını veriyor zaman.
Zamansız göçüyor insanlar.
Kaybettiğim ve ebediyete intikal eden kim varsa yaşlarımın yeni yeni dindiği ve üstüne kat çıktığım acılar insan sevgimden çıkıp da yola kendimi sona sakladığım sevmek adına ve nihayetinde sakladığım kutuda bulduklarım:
Bir avuç toprak.
Ya da kurumuş yaş izleri.
Belki üç beş mendil ve havlu.
Sandığın dibinde unutulmuş bir nazar boncuğu ve de.
Sahi, ben kimim?
Dünde kalan bir kız çocuğu…
Ya da dört yaşında toprağa verilmiş ve benden yeni bir Yıldız doğsun da halasının yerine geçsin diye medet umanlar…
Belki de bir gül bahçesinde tüm gün salındığımı farz edenler ve yüzümde de her dem güllerin açmasının mümkün olmadığı bu yüzden hüznümü ve asık yüzümü yadırgayanlar?
Kimim ben?
Yıldız Gülüm Çamlısoy.
Başşehriyim umudun ve sevginin ve yıldız olarak doğduğum çiçek olarak gezindiğim ve ciddi soyadımla soyunduğum bir sürü hayal ve edindiğim sıfatlar sonra her birinden feragat edip hiçlik makamına atandığım ve sevdiğim kadar sevildiğime inandığım üstelik bir ömür ve sevgili dostlar, varsa eğer bir hatam ya da bilip bilmeden kırdımsa sevdiklerimi bilin ki dalım da kırıktır yüreğim de hele ki bir ömür defalarca aynı yerinden kırılmışken kalbim beni yeniden kırmanızda bir sakınca görmüyorum.
Sevdiğim kadar sevildiğim ya da sevildiğime inandığım.
Ola ki yanılıyorum siz yine de renk vermeyin ve bırakın da inanayım doya doya sevildiğime her halde hak etmişimdir bu duyguyu ve hayali ve umudu bir ömür insanları hatta canlı cansız tüm varlıkları yüreğimden derinden sevmişken…
Kimim ben?
Yıldız Gülüm Çamlısoy.
Sevgimle…
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın