YİNE SEÇİM

07.05.2019

   Görülen lüzum üzerine bir seçim yazısı daha yazmam gerekti. Güncel olan konu bu, ne de olsa... 

   

    *****

 

   -Şşt... şşt ... bir bak hele buraya

   -Niye ki?

   -Senin saçın niye kısa? Sen kız değil miydin? 

   -Annem kestirdi. Bacılarım kavga ederken saçımı çekiyorlardı. 

   -İyi... şimdi çekemezler. Hadi eve git bir pantol giy, dizlerin yaralanmasın. Seni takıma alalım. 

   -Ne takımı?

   -Maç yapacaaz... Sen bizim kalecimiz değil miydin? Üstelik hiç gol yemeyen tek kaleci.

   -Kaleye top gelmedi ki...

   -İşte o kadar iyisin. 

   Sarışın Memo gene takımları toplamıştı, Fenerbahçe-Galatasaray maçı yapacaklardı. Gene kaleciye ihtiyaç vardı. Mahallede herkes okula gittiğinden okula gitme yaşını dolduramamış bu küçük, kıvırcık kızdan kaleye geçmesini istemek zorunda kalmıştı. Kızın saçları 3 numara traşlı olduğundan erkek çocuğu gibi görünüyordu. 

   Kız, koşa koşa eve gitti. Biraz sonra mavi pantolon ve mavi kazak giymiş olarak geri geldi. 

   Hemen maç başladı. 

   Kıza “Nuri” diye sesleniyorlardı.Küçük kız, takımların kimlerden oluştuğunun farkında bile değildi. Kalede durup bir müddet maçı izledi. Sonra kale direği yerine geçen iri taşın üstüne oturdu. Cebinden bir kaç misket çıkardı. Herkes misketle oynarken o, misketlerin içindeki renklere göre yeni dünyalar, yeni şehirler hayali kurardı. Onu diğer çocuklarla misket oynarken gören olmamıştı hiç. 

Yeşilleri ayırdı, bir kırmızı, bir mavi, bir de turuncu vardı. Parmağıyla yere derince bir yol çizdi. Ortaya yuvarlak kavşak... kavşağa çıkan başka yollar... her bir misketi bir yola koyup düzenli bir trafik akışı sağlamaya çalışarak bir oyun kurdu kendince... yine unutmuştu oraya niye geldiğini. 

   Takımlar kıyasıya mücadele ediyordu. Sarışın Memo, yine süper kahraman gibi bazen defansta, bazen ilerde... hem kendi kalesine topu yaklaştırmıyor hem de karşı kalenin korkulu rüyası oluyordu. Diğer takımın kaptanı Ekrem de kıvrak zekasıyla ne zaman nerde duracağını biliyordu. Birbirlerinin gözlerine bakınca hemen anlaşabilen çocuklar, güzel vakit geçiriyorlardı. 

    Biraz sonra Nuri’nin kalesinde bir hareketlenme oldu. Aşağı mahalleden bir kaç  liseli çocuk toprak sahaya gelmişlerdi. Önce hiç dikkat etmeden Nuri’nin misket trafiğini bozdular. Ellerindeki topla oynamaya başladılar. Misketlerini hızla cebine koyan hayalci kız, kalesini korumak için bağırmaya başladı:

   -Gidin burdan...burda biz oynuyoruz...daha maçımız bitmedi! 

   Gençler bu ufak, erkek traşlı kızı önemsemedi. Hatta güldüler... Kız sesini daha da yükseltti. Bağırmaya başladı:

   -Gidin! Gidin dedim size!

   Maç o anda durdu. Takımlar koşa koşa Nuri’nin kalesine geldi. Memo, sayıca çok ve yaşça kendilerinden büyük bu ağbilere;

   -Biz oynuyorduk... dedi. 

   -Oynadığınız yeter... Artık ağbileriniz geldi.

   -Kim önce gelirse o oynar... biz önce geldik. 

   -Tamam oynadınız bitti... Şimdi de gidin. 

   -Gitmiyoruz!.. Siz gidin!

   -Bize karşı mı geliyorsunuz, ufaklıklar?

   -Ufak olmamız sizi haklı yapmaz!

   -Bak bak bak... neler de söylüyor? Sen nerelisin bakiim, sanki buralı mısın?

   -Evet buralıyım. Noolacak? Aha evimiz de şurası... 

Eliyle iki katlı sarmaşıklarla kaplı evlerini gösterdi. 

   -Hadi ordan... Siz maacirsiniz, buralı deel...

   -Anam da babam da burda doğdu benim. Başka memleketim yok... Buralıyım. 

Tartışmaya diğer çocuklar da katıldı.

   -Memo, bizim mahallenin çocuğu... hepimiz buralıyız, asıl siz nerelisiniz?

   Liseliler bu defa çocukları elleriyle itelemeye başladılar. Çocuklar bir anda yek vücut olup direnmeye çalıştı. Onları kaba kuvvetle atamayacaklarını anlayan gençler, “yazı-tura atalım” dedi.  

   -Hayır siz sonra geldiniz. Oyunumuzun bitmesini bekleyin!

   Çocuklar sahalarını kaptırmak istemiyorlardı. Sonunda iki tarafın da istemeye istemeye kabul ettiği bir karar verdiler; iki takım olacaklar,  büyükler-küçükler olarak oynayacaklardı. 

Memo, Nuri’nin elinden tutup kenara aldı:

   -Sen artık yedek kalecisin. Kaan’a bir şey olursa seni kaleye alacaaz, kenarda dur oldu mu?

   -Tamam!

   Takımları kurmakta iki taraf da zorlanmayacaktı artık. Yeterli sayıda oyuncuları vardı. Kaan kalede, geride Ahmet, Kemal, Orhan, Gürbüz... ortada Deniz, Savaş, Hüseyin...ileri uçta Memo, Ekrem, Can... 

   Öbür takımın gençleri, hem iki kat uzun hem de güçlüydü. Bu kadar küçük çocukları çok kolay yenip, sahayı temelli almak niyetindeydiler. Ama bilmedikleri bir şey vardı: Bizim çocuklar bu gaspçılara karşı sahalarını savunacaklardı. Ne yapıp ne edip, onları, püskürtmek zorundaydılar. 

Liseliler, kendilerinden bir de hakem seçtiler. Oynayacak çocuk bile bulamayan küçükler, daha önce hiç hakemli oynamamışlardı. Önce çok şaşırdılar. Sonra kuralları bilen birinin maçı yönetmesinde bir sakınca görmediler. 

   Maç başladı:

   Orta sahadan büyüklerin şutuyla başlayan maç, küçüklerin yenileceğinin işaretiydi. Onlar, topu bizimkilere hiç vermeyecekti belli ki...

   Ekrem hızla kafaya yükseldi, topun yönünü değiştirip Memo’nun tarafına attı. Büyükler birden alevlendi:

   -Niidiyon oolum!? Daha maç başlar başlamaz topu bizden nasıl alırsın?!

   -Başlar başlamaz’ı mı var alırım noolcak?

   Hakem maçı yeniden başlattı. Yine aynı kişiler topa ilk vuruşu yaptı. Bu defa kafa atmadan sadece topun yere düşmesini bekleyen çocuklardan Memo, top düştüğü anda fırlayıp yatarak müdahaleyle Savaş’a gönderdi, Savaş’ın hızlı bir şutuyla liselilerin kalesi önüne düşen topa Ekrem yetişmişti. Güzel bir şut çekip kaleye sokmuş ve gol olmuştu. Liseliler, gene itiraz edip, “başlar başlamaz bu neyin golü?”dediler. Hakem maçı durdurdu, yeniden hava atışıyla oyunu başlattı. Tabii ki gol de sayılmamıştı. 

   Çocuklar seslerini çıkarmadan birbirlerine baktılar. Büyükler topla paslaşarak bağıra çağıra, neşe içinde Kaan’ın kalesine geliyorlardı. Kaan da diğer arkadaşları gibi hiç bir şey yapmadan bekliyordu. Liselilerden Berat, topu Ali’ye attı, o da hafifçe dokundu. Top yuvarlana yuvarlana kaleye gitti. Kaan uzansa alırdı ama almadı. Büyüklerin ilk golü gelmişti. Çok sevindiler...    

   Televizyonda gördükleri gibi birbirlerinin üstüne atladılar. Ali o sevinç yumağından sıyrılıp;

   -Hadi gidin sahadan...  biz yendik, saha bizim... dedi.

   Kaan,  kale atışıyla oyunu yine başlattı. Hüseyin kaptı topu, kaleye doğru ilerlerken birden geriden gelen Savaş’a, Savaş da Can’a gönderdi.... Biraz sonra Memo kaptı, şut... ve gol! 

   Ali:

   -Ne golü maç bittiydi.

   Ekrem: 

   -Maç...? Yeni başlıyor daha. Hadi göreyim sizi bize gol atın. 

Büyükler, bu hızlı çocuklara çok sinirlendiler. Sert ve acımasız oynamaya başladılar. Ne de olsa,işlerine gelmeyince hakemin karar değiştireceğini biliyorlardı. 

   Kale atışıyla maç yine başladı. Küçükler çok hızlı ve çevikti. Büyüklerin ayağından topu kapıp kime pas vereceklerini biliyorlardı. Topu alır almaz saniyeler içinde kalenin önündeydiler. Bu akın hiç bitmedi. Kaleyi savunmak için sadece defans değil, diğer oyuncular da geriye geliyordu. Ama gol yağmuruna engel olamıyorlardı. 

   Her müdahalede küçüklerden birinin ya kaşı, ya burnu, ya parmağı, ya bacağı ya da  kolu yaralanıyordu. Hakem kimseye faul vermiyordu. Maçı da durdurmuyordu. Aslında 90 dakka da bitmişti. Durup dururken maç, süresiz uzatılmıştı da üstelik. Yine büyüklerin kalesinin  önüne gelen ekip bir gol arayışına girmişti. 

   Hüseyin’in kafa golüne engel olmak isteyen uzun Sinan’ın tekmesi, kıvırcık saçları birden kırmızıya boyadı. Kafası yarılan çocuk kanlar içinde yere yığıldı. 

Maçı bir kenarda korku dolu gözlerle izleyen Nuri, hem küçük hem de kız olmanın avantajıyla bağırıp ağlamaya başladı. O yaştaki küçük bir kızın ağlaması

herkesi korkuturdu. Bu çığlık çığlığa ses, uzun zamandır ortalarda görünmeyen çocukları,  merak eden annelere de çağrıydı aynı zamanda. 

   Oyun durdu. Hüseyin’in açılan yarasına baktılar. Üstüne bir şeyler bastırıp kanın durmasını beklediler. Çocuklar 5-1 öndeydi ama yaralıları çoktu. Hakem bu defa Uzun Sinan’ın ayağına Hüseyin’in kafa attığını  hükmedip, büyükler lehine penaltı verdi. 

Çocuklar bu hakeme itiraz edilmeyeceğini aksi takdirde kırmızı kart göreceklerini biliyorlardı. Penaltının kullanılmasını beklediler. 

   Topun başında Bilal vardı. Önce geriledi geriledi geriledi... sonra koşup bir vurdu... top ok gibi uçtu... Kaan, gözünü kırpmadan, kendini topun üstüne attı. Yakaladı. Evet gol olmadı. Tam sevinmeye hazırlanan Bilal, penaltıyı atamadığını farkedince; 

   -Niye yakalıyon oolum? Sen olmasan ne güzel gol atacaktım! ... diye Kaan’ın üstüne yürüdü. 

   Kaan: 

-Bi daha at... bi daha at... nolacak sanki... gene kurtarırım. Hakem sizden, kural sizden, “sayılmaz sayılmaz” demek de sizden. dövüp yaralamak da sizden... ama yağma yok... maç da bizim... saha da bizim... yenildiniz oolum... eze eze yendik sizi... kabul etseniz de etmeseniz de... yenildiniz...

   Küçükler hep beraber bir yumak oldu. Koşup Nuri’yi omuzlarına alıp bağırmaya başladılar. Bu defa en önde Ekrem vardı, topunu, kupa gibi havaya kaldırdı. Çocuklar hep beraber sahada zafer turu attılar.

   -Yendik... Yendik... Yendik... 

   -Yayaya şaşaşa bizim takım çok yaşa!

   Liseliler şaşkın şaşkın bakıyordu. Sonradan adının Güven olduğunu öğrendiğimiz Hakem;

   -Naapiim oolum daha naapiim... yenseydiniz... kazanmanız için ben sizden daha çok çalıştım... dedi. 

 

********

   Aaa... seçim yazısı yazacaktım ya... ah bu çocuklar... maçları çok heyecanlı geçiyor, yazıyı unutturuyorlar bana. 

 

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
ezgikuzucular869
Ezgi KUZUCULAR6 years ago
Güzel bir yazı olmuş.Güzel bir mizah.Kaleminize sağlık.