YOKUŞA AKAN SULAR
MUSTAFA KUTLU
Basım Yeri ve Tarihi: Kasım 2021-İstanbul
Dergâh Yayınları
Türü: Hikâye
87 sayfa
Okuma tarihi: Şubat 2022
“Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı artık. O betondur, senin yeni vatanın. Asfalttır, parkedir, halıflextir. Koşuyorsun ciğerlerinde egzoz gümbürtüleri. Ayaklarında lastik. Üç öğün naylon yemektesin. Ara toprağı…” (Mukaddime, 8.s.)
HAYATIN , DOĞANIN VE İNSANIN HİKÂYESİ
Kitabı okumaya başladığınızda daha ilk satırlarda, içinde yaşadığınız dünyaya, sizi çevreleyen her şeye farklı bir yerden bakmaya başlıyorsunuz. Çarpıcı, uyarıcı ve uyandırıcı bir üslupla kaleme alınmış olan “Mukaddime” başlığıyla başlayan satırları okurken zihninizde ve kalbinizde bir uyanış başlıyor. Doğaya, toprağa, yediğinize, giydiğinize, en önemlisi de insana ve hayata dair, yalın, gerçekçi bir bakışla, sanatsal bir üslupla tanışıyorsunuz her satırda.
“Küçük mavi, pembe çiçekler serpilidir. Yeşilin saydam uçları çimenlerde. Su domur domurdur. Çakıllarda eleğimsağmalar. Görülmemiş, tutulmamış bir güzellik. Kirletilmemiş bir su.
Dağlardan ceylanlar iner. Göğün tüllenen kızıllığı laciverde koşarken. Kenarında saygıyla dururlar. Tek dal, tek yaprak kıpırdamaz. Bir ân-ı vahitte kalırlar. Sonra eğilip içerler.
Sen bir musluğa eğiliyorsun. Topraktan kopmuş suya. Clor kokuyor elin ayağın…”(7.s.)
Tanıştığınız kahramanlar da içinizden birileri. Mekânlar, insanlar ve yaşam mücadeleleri tanıdık ve her biri toprağımızın, coğrafyamızın izlerini taşıyor. Onların davranışları, yaşam mücadelesi, iç dünyaları betimlenmiş. Abartısız, doğal ve içimizden…
“- Cevher Bican!..
Kars’ın Göle kazasından.
Bican, ismi okununca bir adım öne çıktı.
-Geç şöyle!..
Bican işaret edilen tarafa yürüdü.
Ter basmıştı. Yüzünü gözünü tuzlu suya bulamıştı. Bir eliyle alnını sildi. Parmakları simsiyah olmuştu. Pantolonunun yan tarafına kuruladı…”(Önce, 11.s.)
Kars, Siirt, Erzincan, Adapazarı… Cevher Bican, Derviş Usta, Zülküf Ağa, Seydali… Bu toprakların insanları buluşmuşlar Mustafa Kutlu’nun her bir hikâyesinde. Gelenekleri, kültürleri, inançları ve yaşam mücadeleleri akıp gidiyor her satırda. İçimizden birileri onlar. Belki yolda yürürken yanımızdan geçen belki akrabalarımızdan biri her bir kahraman.
Belki de bazılarımızın hiç farkında olmadığı insanlar. Ekmeğini kazanmak için mücadele veren, inancını, geleneklerini ve doğayla birlikteliğini yaşamaya çalışan kahramanlar…
“… Artık başaklarda istesen de düşünemezsin. O rüzgârda sallanan türküleri. Sıcak tandır ekmeğinin üzerine cızırdayan tereyağını, yayıktan boşalan ayranı, kınalı elleri.
Unut sabah namazında safta durmayı. Nöbettesin. Unut amacaoğlunun cenazesini, fazla mesai. Boynundaki hamaylı çöz at, güldürme kimseyi yavuklunun verdiği çevreyi göstererek. Bak eller dünyayı değiştirmişler, sen de değiştir dünyanı. Yarınlar senin…”(Mukaddime, 9.s.)
Mustafa Kutlu; coğrafyamızı, insanımızı, inanç dünyamızı, bizleri buluşturan geleneklerimizin sıcaklığını, Anadolu insanının, doğal yaşamın saf, temiz yanını dile getirmiş hikâyelerinde. Saf, doğal ve kendi değerleriyle güzelleşen yaşam tarzıyla modern yaşam arasında sıkışıp kalan insanımızın sancılarını da duyuyorsunuz. Topraklarımızın kokusunu duyuyor, manevi dünyamızın zenginliğini hissediyorsunuz. Hızlı şehir hayatının akışına kapılan ve geleneklerini yaşamaya çalışan insanlarımızın içinde bulunduğu çıkmazı dile getirmiş Mustafa Kutlu.
“Evinden apartmanına, dükkânından arabasına, insanından hayvanına bir oturmamışlığın, bir tedirginliğin, bir gözleri dört açılmışlığın, bir kıpır-kıpırlığın kol gezdiği bu büyük şehrin kenar semtinde, bir hafta tatili nasıl geçer? Köy komşuluğu, hemşerilik, hısım-akrabalıktan üreyen, asıl biçim ve mânasıyla artık çok uzaklarda kalmış bir münasebeti; çok-çocuklu, tıkış tıkış, ter içinde gidilen ziyaretlerle, hasta görmeleriyle gitgide azalarak yürüyen, dedelerden babalara zorla, babalardan çocuklara artık hiç geçmeyen bir kısır, önü tıkalı alışkanlıkla geçer…”(Bekâret, 32.s.)
“Yokuşa Akan Sular”, gerçekten de adı gibi alıp götürüyor sizi. Nereye derseniz? Uzaklaştığımız doğal ve daha sağlıklı yaşama olan özlemle, geleneksel ve modern yaşam arasında sıkışıp kalan iç dünyamızla, manevi dünyamızı ihmal etmenin yarattığı boşlukla karşı karşıya bırakıyor bizleri. Toprağınızın kokusunu, insanınızın çilesini, köy ve şehir arasında sıkışıp kalan kalanların çıkmazlarını duyuruyor size. O sesi duymamak, o sızıyı hissetmemek mümkün değil. Onların diliyle ve doğallığıyla buluşuyorsunuz.
“… Seydali dalgındı. Bozkırın güneşini, yağmurunu, karını, bıçak gibi rüzgârını kırk yıldır yiyen yüzü, tunç renginden demir siyahına giden yüzü gerildi. Zoraki güldü. Kadere rıza ile munis, konuştu:
-Ramazanlık zor… Şehir yerinde her bi iş zor kekkom. Gurbetlik bi yandan, tütün zoru bi yandan… Sıkıntıyla taşlardan birini oynattı. Başını kaldırdı. Duvara yazı yazan adam son harfi tamamlıyordu. Seydali adamdan önce adamın ağzındaki sigarayı fark etti. İçini çekti, sonra aniden parladı:
-Eşşek kadar herife hele… Gündüz gözü âşikâr oruç yemede. Tövbe tövbe, mübarek günde ağzımızı bozduracak…” (Yokuşa Akan Sular, 38.s.)
Mustafa Kutlu, insanımızı; toprağıyla, inancıyla ve ayakta tutmaya çalıştığı doğallığıyla yoğurarak betimlemiş. İnsanımızı anlatırken toprağımızla, geleneklerimizle, doğal yaşamla,inancımızla buluşturuyor. Üslubundaki doğallık ve içtenlikle alıp götürüyor sizi son satıra kadar. Hayatı, insanı, toprağı ve iç dünyamızdaki zenginliği, doğallığı ve ikilemleri dile getirmiş. Sanatsallıktan ödün vermeden ve içtenlikle okurun gözünden gönlüne gitmeyi başarmış. “Yokuşa Akan Sular”, okurun gönlüne akıp giden hikâyelerin buluştuğu bir eser. Yalın, içten ve akıcı…
“… Yarın bayramdı…
Bir çift ayakkabı almıştı, dayısıoğlu Yusuf’unkinden. Bir de kazak, kırmızı-siyah, dayısıoğlu Yusuf’unkinden… Saçlarını taranmış, pantolonu ütülü, dişlerini parlak parlak düşündü. Uyandığında kuş gibiydi. Salâ veriliyordu. Görünüşte sabahlardan bir sabahtı. Hafif rüzgâr esiyordu.Tan ağardı, ağaracaktı. Huşû içinde evden çıktılar. Dayısı, Yusuf, Yusuf’un ağabeyi, kendi. Sokaklar, ağaçlar, bulutlar secdedeydi. İnsanlar müşfik, saygılı geliyorlardı. Sevimli bir telaş sarmıştı içlerini. Allah’ın selamını veriyorlardı. Koltuk altlarında seccadeler. Bayramdan bayrama giyilen elbisler… Bakışlardan af fışkırıyordu. Yürekler kımıl kımıl olmalıydı…”(Bayramdan Kaçanlar, 52, 53.s.)
Eserden Bölümler:
“Gün kavuşmak üzere. Gözkapaklarının açılmak bilmeyen ağırlığını yumruklarıyla uzaklaştırıyor. Babası kömürlükte. O gün alacağı on çeki oduna yer açmaktadır. Yusuf’un rüyası hâlâ devam ediyor. Büyük kalabalıkların önünde yürüyor. Başı dik, gözleri çakmak çakmak ilerde. Yanındaki yatakta Bican uyuyor. Uyanıktır. İçinden kim bilir kaçıncı kez ‘Köye bir mektup atamadık’ diye hayıflanıyor. Emine misafir odasında sabah namazından sonra başladığı Kur’ân-ı Kerim’e dalmıştır…”(Gergef, 69.s.)
“… Artık balkonda, saksıda görüyoruz çiçekleri. Akşam ilk işim başlarına geçmek. Hanımla atışırız biraz. Dışarı da çıkmıyorum pek. Efendim kalmadı, hiçbir şey kalmadı. Yorganını sırtlayan geliyor. Mesela eskiden de vardı kalabalık. Tramvaylar tıklım tıklım giderdi. Kadınlarla erkeklerin yeri ayrılmıştı ortadan. Biri tesadüfen ayağınıza bassa, iki saat özür dilerdi. Ahlak, efendilik, saygı bir başkaydı…”
( Firak Açmadadır, 78.s.)
25.02.2022
Not: Uzun bir aradan sonra siz değerli okurlarla buluştum yine. Canım abimi ve canım ablamı ocak ayında kaybettik. Aslında elim kaleme çok zor gitti ama yüreğimdeki yangınla yine kaleme sarıldım. Böyle zamanlarda da biraz olsun okumaya çalışmak ve yazmak bir nebze olsun acınıza merhem olabiliyor. Hayata kaldığınız yerden devam ediyorsunuz. Acının gölgesinde de olsa...Son okuduğum kitaba dair duygu ve düşüncelerimi dile getirmeye çalıştım. Herkese sağlıklı günler ve ufuk açıcı, ruhunuzu aydınlatan güzel okumalar diliyorum.