YÜRÜYORUM

13.03.2014


Saat 18.00. Yürüyorum. Mevsim kış. Hava bahar. Yollar kalabalık. Yürüyorum. Beyazıt’tan Haseki’ye. Hava ılımlı İslam… Herkesin acelesi var. Yolun solunda mağazalar sağında işportacılar. Zenciler saat satıyor. Nedense? Başka bir şey satmaları yasak gibi... Uluslar arası yapılmış bir anlaşma gibi. Kazak satan çocuk, mont satan kirli sakallı adam Türk… Çanta satan, eşofman satan Türk... Kendini satanlar? Onlar orospu. Yabancı uyruklu. Kuyruk oluşturanlar Türk. Yürüyorum. Solda bir kafe. İçi boş, dışı tıklım tıkış. Yer yok. Hava güzel çünkü… Sigara içiyorlar. Dilenciler ithal. Suriyeli. Bir erkek bir kadın…  Kadının kucağında bebe...  Üç, beş aylık… Battaniyeye sarılı. Adamın elinde yanlamasına tuttuğu A4 kâğıdı. “Suriye’den geldik yardıma ihtiyacımız var.” yazıyor. Bilgisayardan çıkma kalınca bir yazı. İtalik. Kim yazmış da tutuşturmuş ellerine acaba? Nerede kalıyorlar? Kim bilir? Ben bilmem. Hava güzel. Yürüyorum.  İki bayan. Az önümde. Arkadan gelen abazan iki erkek… Esmer koyusu, zenciye teşne olan laf atıyor. Kızlar oralı değil. “Görmüyoruz duymuyoruz” taklidi. Yersen. Ezan sesi yankılanıyor. Makam davudi. Laleli’de bir adam. Kaş arası yok. Kartvizit dağıtıyor. Turistlere. Bize yok. Yol daraldıkça kalabalıklaşıyor. Omuz ata ata yürümek zaruri. Ellerim cebimde. Bir cebimde telefon diğerinde yüz on lira, umurumda mı dünya? Tramway geçiyor tıklım tıkış. Solda bir kadın karşısındaki erkeği fırçalıyor. Kıskançlık krizine girmiş. Oradan çıkış yok. Her üç kadından dördü kıskanç… Gençten bir tezgâhtar buyur ediyor ayakkabı mağazasına Rus hatunları. Türk şiveli Rusça sözler yok oluyor kulaklarda. Ticari bir minibüs tekstil ürünlerini getirmiş. Elden ele boşalıtılıyor. Son sürat. Yürüyorum. Mevsim kış. Hava? Hava bahar. Hacı Bozan tatlıcısında bozulmamış iki genç... Hacı değil. Korna sesleri. Sigara dumanı. Hava flu. Yeşil, sarı, kırmızı… Yetişemedim. Beklerim yeşili acelem yok. Tramvaydan boşalan kalabalık üstüme üstüme geliyor. Küçükken koca kahve boşalmıştı üstümüze. Hem de deplasmanda... Birinci olmuştum. Kaçarken tabii. “Korkak” diye dalga geçmişlerdi. Kaçmayan yoktu ki. Ben hızlıydım sadece. Yusuf, yusuf. Onların kaş göz patlamıştı. Topallayan, orası burası moraran, eli, yüzü şişen… “Ama ben de vurdum birilerine.” diyenlerle de az dalga geçilmemişti. “Güldürmeyin oğlum” diyordu kimi kabadayı geçinen arkadaşlar “güldükçe ağrıyor her yerim.“ Yeşil yandı. Köprü altından karşıya... Acelem yok. Aheste atıyorum adımlarımı mehtap uyanmasın. Ellerin cebimde. İski binasının yan sokağı. Çingeneler çiçekçileri başında... Sessiz. “Kaç para?” diyorum “Kasmpatı” “5 Lira” diyor. Yürüyorum. Çingene arkamdan söyleniyor; almayacakmışım neden soruyormuşum. Bilgi edinmek parayla mı? Ender mağazasını geçiyorum. Topuklu ayakkabısı ile tak tak kendinden emin bir hatun bana doğru geliyor. Bana öyle geliyor. Katana denen cinsten. Uzunca… Bakışıyoruz. Keşke alsaydım bir demek kasımpatı. Kesseydim önünü. Uzatsaydım nazikçe. “Lütfen” deseydim “Yanlış anlamayın, kötü bir niyetim yok; sadece sevişmek istiyorum.”

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar