“… Neden başka çocuklar öğreniyordu da ben öğrenemiyordum? Bir ‘A’yı bilirdim, bir de ‘O’yu. Bu ‘A’ derdim. Bütün kış yağmurda unutulmuş da basamakları çürüyüp dökülmüş, nasılsa bir tek orta basamağı kalmış eski bir zeytin merdivenini andırırdı. Bu da ‘O’. Tekerlek başlığının demir çemberine benzerdi. İki yıl gitmiştim okula…” (Tutku, 33.s.
“Yusuf Atılgan
Bütün Öyküleri”
Can Yayınları
141 sayfa
Okuma Tarihi: 27 Temmuz 2021
YUSUF ATILGAN: 27 Haziran 1921’de Manisa’da doğdu… İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1944 yılında tamamladı. Akşehir Maltepe Askeri Lisesi’nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı… Milliyet, Can gibi yayınevlerinde çevirmenlik, editörlük yaptı… Yunus Nadi Roman Armağanı’na değer görülen ilk romanı Aylak Adam’ı 1959’da, ilk öykü kitabı Bodur Minareden Öte’yi 1960 yılında yayımladı. İkinci romanı Anayurt Oteli, 1973 yılında basıldı… Yusuf Atılgan, Canistan adlı romanını çalıştığı sırada, 9 Ekim 1989 günü İstanbul’da aramızdan ayrıldı. (Kitaptan)
Yusuf Atılgan’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:
Anayurt Oteli, 2017
Aylak Adam, 2017
Canistan, 2017
Ekmek Elden Süt Memeden, 2017
“YUSUF ATILGAN BÜTÜN ÖYKÜLERİ” ÜZERİNE DEĞERLENDİRME
Daha ilk öyküsünden (Evdeki), insanın gerçek dünyasına-iç dünyasına- içten bir bakışla eğildiğini hissettiriyor Yusuf Atılgan. İyi bir gözlemci aynı zamanda. Cümleleri genellikle kısa ve anlaşılır. Edebi, sanatsal söyleyişlere pek başvurmadan, doğrudan söylüyor söylemek, anlatmak istediklerini. En yalın, en gerçekçi haliyle.
“… Sokağa bakıyorum. Tek tük geçenler var. Çoğu kadın. Yüzleri asık, adımları sert. Bir yerden kavgadan geliyorlar, ya da bir yere kavgaya gidiyorlar sanırsın… Kös kös yürüyorlar. Hepsi de kendine güvenen kişiler, belli. Kusur bağışlayacak göz yok bunlarda…”(15.s.)
“Evdeki” hikâyesinde, anne-kız ilişkisini, kasabadaki insanların davranışlarını anlatmış bir genç kızın gözüyle. Okuyucuyu yormuyor Yusuf Atılgan. Ne söyleyecekse doğrudan söylüyor. Sanatsal söyleyişlerin büyüsüne kapılmadan. Hikâyelerindeki kahramanlar da gösterişsiz, sade. Halkın içinden, aramızdan birilerini anlatıyor. Hayatı tüm canlılığıyla taşımış hikâyelerine.
“…Pazar günlerinin bile bir kurulu düzeni vardır. Kahveye çıkılır, tavla oynanır. Geceleri yatakta yatarlar karısıyla. Kışın, uykuda döndükçe yorgan kayar, üşürler. Ayrı yatakta yatamazlar. İsteksiz, ara sıra, ödev yapar gibi sarılmalar..” (Saatların Tıkırtısı, 23.s.)
“Tutku” (27.s.) adlı öyküsü, tam anlamıyla isminin hakkını veren bir öykü. Tutkuyla sevdalı olan Osman’ın hikâyesi. Hatçe’ye tutkulu Osman, köyde alay konusu olsa da Hatçe onunla çok ağır konuşsa da ondan vazgeçmiyor.
“ Kümesin Ötesi” (40.s.), fabl tarzında bir öykü. Keyifle okunacağını düşünüyorum. Merak duygusu üzerine kurulmuş bir öykü. Kahramanımız bir tavuk.
“Kendimi bildim bileli öteki dört tavuk, bir horozla hep bu daracık avludayız. Çevremizi bana pek yüksek gelen yapılar, duvarlar kuşatıyor. İki kapı var bu avluda. Birisi gelip geçen insanlar, arabalar, beni hem korkutan hem meraklandıran seslerle dolu sokağa bakanı…” (40.s.)
“Dedikodu”( 44.s.) adlı öykü, kırsal yaşamı ve oradaki insan ilişkilerini anlatan uzun soluklu bir hikâye. Köy yaşamındaki ilişkileri çok doğal ve gerçekçi bir dille anlatmış. Sadece bazı ifadeleri biraz rahatsız edebilir okurları. Bir de çok şey anlatmaya çalışırken okurun dikkati biraz dağılabilir. Olan biteni anlamak biraz güçleşiyor.
“Yük” (60.s.), kırlangıçların göçünü anlatan, yine masal, fabl tarzında hoş bir hikâye. “Yaşanmaz” adlı hikâyeyle ilgili bir şey söylemem gerekirse, “anlamadım” diyebilirim ancak.
“Ağaç” adlı hikâyesini müstehcen ifadeler dışında beğendiğimi dile getirmek isterim. Yer yer bu tarz ifadeler olsa da insanın içini ısıtan sıcacık bir hikâye. “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur.” atasözünün hikâyesi adeta.
“… Şimdi, sıcak bir odada, kutsal bir nesneye saygısızlık etmenin bilediği bir istekle yaklaştılar birbirlerine. Memet yorganı yatağın ayak ucuna itti; karısının boy gömleğini (… ) Kurulanıp giyindikten sonra Memet sobanın yakınına oturup Fatma’nın başını kucağına aldı, parmaklarıyla tarayarak saçlarını kuruttu…”(102.s.)
“Bodur Minareden Öte” adlı öykü de hoş bir öykü. İnsanın iç dünyasına eğilen bir anlatım var. “Eylemci” de de yine müstehcen ifadeler var ama sıra dışı bir öykü olmasıyla dikkat çekiyor.
Yusuf Atılgan, her öyküsünde son derece doğal ve sade anlatımıyla dikkat çekiyor. Fabl tarzındaki öyküleriyle çocuk okurların keyifle okuyacağı bir yazar. Ancak bazı öykülerindeki ifadelerinden dolayı genç okurlara tavsiye edilmesi konusunda zorlanılabileceğini düşünüyorum. Tabii yine de öykülerindeki sade ve doğal anlatımı, insana dair gerçekçi bakışıyla, Yusuf Atılgan, değerli bir öykücümüz olarak hafızanızda, kitaplığınızda özel bir yere sahip olabilecektir.
Herkese iyi okumalar!
04.09.2021
Kitaptan Bölümler:
“Kendini öldürenlerin yaşamayı aşırı sevenler olduğunu düşünürdüm. Sonra bir gün “yarın” diyebildim.” (Bodur Minareden Öte, 86.s.)
“Çocuklar istedikleri bir şeyi yaptırmak için kime nasıl davranılacağını, neyi kime soracaklarını bilirler.”
(Korkut’a Masal)
“Söylendiğine göre yeryüzünden yükselen yakınmalar, istekler, yakarmalar büyük bir gürültüyle vururmuş yukarıya; ulu varlığın eli kulağında habercileri bu gürültüde tek tek insan seslerini ayıramazmış.” (Ceren’e Masal, 140.s.)