ZEYTİNLER VE SEDİR AĞAÇLARI (BEN ZEYTİN AĞACIYIM 1350 YAŞINDAN YAŞLI)

23.01.2017

ZEYTİNLER VE SEDİR AĞAÇLARI
(BEN ZEYTİN AĞACIYIM 1350 YAŞINDAN YAŞLI)
 
Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın, Emirü’l-Müminin’nin emri ile, beni bu topraklara dikmesinin üzerinden yüz yılı aşan bir süre geçmiş. Meğer gerçekten de ben bu bölgenin topraklarına has bir ağaçmışım, anavatanım burasıymış (Göktaş 1966:2;Başoğlu 2008:6-7). En eski dönemlerden beridir bu topraklarda yetişirmişim. Bütün dünyaya buradan yayılmışım. Atalarım  binlerce yıl önce (M.Ö. 4000) yabani ağaçlar halinde yaşarken, insanoğlu tarafından aşılanarak (Pamir 2008:75; Kaplan-Karaöz Arıhan 2011:4), mucize veya Allah’ın bir lütfu şekline dönüşmüşüm.
 
Kendime geldiğim ilk yıllardan itibaren, bana yapılan dualar hürmetine, tabiatın her türlü şiddetine, fırtınasına, yağmuruna ve yakıcı güneşine rağmen, köklerimle Toprak Ana’ya sımsıkı tutundum. Ondan aldığım güç ve damarlarımda dolaşan suyu ile yaşamaya çalıştım. Toprak Ana, zaman zaman “El Hay” ismi şerifini, zaman zaman “El Muhyi” ismi şerifini zikrederek, damarlarımla yapraklarıma kadar gelen su ile yaşamamı,  her türlü güçlüğe karşı, çağlar boyunca dayanmamı sağlayacak kuvveti verdi. Serpilip geliştikçe, yapraklarım arasında dolaşan  Meltem esintilerinin, “Sübhanallah” tesbihini de duymaya başladım. Bir an geldi ki, cılız dallarımda yapraklar arasında topacık topacık meyvelerimi gördüm. Onları büyütmek için var gücümle uğraştım. Meyvelerim olgunlaştıkça “El Şafi” zikirlerini ve yine Toprak Ana’dan öğrendikleri “El Muhyi” zikirlerini dinledim. Anladım ki, merhametlilerin en merhametlisi  “Er Rahman” ve “Er Rahim” ismi şerifleri ile, benim meyvemi, yaprağımı insanoğlunun hizmetine, hastalıklardan şifa bulmasına, sağlık vermesine, lütfetmiş. “Elhamdüllillah”.
 
Benim gibi bu bölgeye has olan komşularım da vardı. Burası aslında, onların bölgesiydi. Dağ taş Sedir Ağacı doluydu. En eski dönemlerden beridir, bölge Sedir Ağacı’nın cennetiymiş. Bu ağaç başka bölgelerde ve başka iklimlerde çok az yaşarmış. Ben ondan biraz daha güçlü çıkmışım. İkimizi güç konusunda karşılaştırırsak, görünüşte o güçlü, keresteleri çok dayanıklı, gemi inşaında ve bina inşaında bulunmaz bir cevher. Ben biraz daha zayıf görünüyorum ama ikimizin de işlevi farklı. O’nun meyvesi yok. Çam ağacı. Bunun yanı sıra, insanların yaşamak ve fetih arzularını karşılamak üzere yapılan her türlü malzemede, gerçekten de bulunmaz bir hammadde. Çağlar önce büyük krallar, Sedir Ağacı temin etmek için buralara seferler yaparlarmış (Kurt 2007: 50; Kurt 2009a: 333; Kurt 2009b:128). Ebu Ubeyde bin Cerrah ve kavminin yaşadığı yer ile benim yaşadığım yer arasında bulunan, yüce dağlar, Toros veya Amanos ismi ile biliniyorlar. Toros Dağları çok uzaktan başlayıp, çok uzağa doğru uzanıyor ama Amanoslar, benim bulunduğum yer. Amanos ismi de Sedir Ağacı’ndan geliyormuş. Çağlar önce büyük bir devlet olan Asurlar’ın yazdıklarına göre, “Humanu” Sedir Ağacı anlamındaymış. Dağın adı o zamanlar “Humanu Dağı” imiş. Sonradan Amanos ismine dönüşmüş (Kurt 2007:50). Benim yaşadığım yere de insanlar Baias veya Bayas ismini vermişler. Amanos Dağları ile Akdeniz’in birbirine en yakın olduğu bir mevkide, limanı olan yol üzeri bir küçük kent. Hatta yolun tam üzerinde ben varım.
 
Benim kök saldığım alan, Sedir Ağaçları’nın biraz seyreldiği ve insanların yol olarak kullandığı bir alandı. Hemen biraz uzağımda deniz vardı. Sedirler’in arasından denize bakar ve kokusunu yapraklarımla içime çekerdim. Burada yaşayan halkın yanı sıra, doğudan başkaları da gelmeye başladılar. İki halkın da konuştukları dil farklıydı. Ben sonradan gelenleri daha iyi anlıyordum. Çünkü beni diken Ebu Ubeyde gibi konuşuyorlardı. Gerçi diğerlerini de anlıyordum. Benim doğduğum zaman İslam Fetihleri’nin, Adania veya Adanos denilen kentin batısındaki Tarsos Kenti’ne kadar uzandığı bir zamanmış. Bu dönemde İslam Devleti, Habibullah’ın arkadaşları ve akrabaları tarafından yönetiliyormuş. Sonradan fetihlere ara verildi. Bu zamanda İslam Devleti çok büyük acılar çekti. İnsanlar sözlerini geçirebilmek için savaştılar. Sonra Hz. Muaviye adında bir halifeden bahsedildi. Emirü’l-Müminin O, olmuş. Bu arada, İnsanlar benim çevremde, benden olan, zeytin fidanları dikmişlerdi. Meyvelerimizi toplayıp, hem yağını çıkarıyorlar hem yiyorlar hem de başka memleketlere gönderiyorlardı. Gerçekten de meyvelerimiz, “El Şafi” ve “El Muhyi” ismi şerifler doğrultusunda, hastaların iyileşmesinde, sağlık bulmakta, mucize gibiydiler.
 
Emirü’l-Müminin Hz. Muaviye, “fatihinin müjdelendiği” kentlerin en güzeli Konstantiniyye’yi fethedebilmek için, denizlerde savaşacak gemiler inşa etmeye başladı. Tabii ki bunun için en iyi hammadde arkadaşlarım, komşularım Sedir Ağaçları’ydı. Bundan dolayı bir çoğu kesildi ve tersanalere götürüldü. Kesilenlerin yerine ya yenileri dikildi veya zeytinler dikildi.  Konstaniyye’nin fethinde bulunacaklarından dolayı, arkadaşlarımı çok kıskandım. O NE KUTLU BİR MÜJDEYDİ. Keşke onların yaşadığını ben de yaşasaydım… Ama benim işlevim farklıydı….Emirü’l-Müminin Hz. Muaviye, Konstantiniyye’yi iki defa kuşattı ama olmadı. Fetih, onu gerçekleştirecek “güzel” emirini ve “güzel” askerlerini beklemeye devam etti. İlk kuşatmada Habibullah’ın en yakın arakadaşlarından biri olan, Ebu Eyyüb-el Ensari Halid bin Zeyd, şehit olmuş ve oraya defnedilmiş.
 
H. Muaviye ile başlayan Ümeyyeoğulları Hanedanlığı, Emeviler Dönemi boyunca, Bayas’ta zeytinlikler arttı ve Sedir ağaçlarında bir azalma olmadı. Liman sayesinde devamlı hareketli bir hayat yaşanıyordu. İnsanlar genelde Hristiyan Dini’ne inananlardandı. Müslüman olanlar da vardı. Bu dönemde Sedir ormanlarının içinde türlü türlü hayvanlar yaşardı. Geyik, Ceylan, Tavşan, Dağ Keçisi, hatta Ayı, Kurt, Vaşak, Pars, Kaplan ve Arslan bile…Ancak bunlar dağların yükseltilerinde yaşarlardı. Çok az aşağılara inerlerdi. Bir ara dağlardaki ve ovadaki hayatta bir sakinlik, bir durgunluk, bir barış dönemi yaşandı. Çok kısa da olsa insan ve hayvan herkes barış içindeydi. Bu dönemdeki Emirü’l-Müminin, Ömer bin Abdülaziz isminde biriymiş. Çok adil bir halifeymiş, büyük dedesi Halife Hz. Ömer’i örnek alarak devleti yönetmiş.
 
Emeviler Dönemi, fetihlerin yapıldığı, ticaretin arttığı bir dönemdi ancak, yönetimden hoşnut olmayan Müslümanların da çok olduğu bir dönemdi. Halifeler, kendi soylarından olan halkı, diğer Müslüman halklardan ayrı tutuyorlarmış. Halife Hz. Ömer’in hesaplattığı vergi sisteminde adaletsizlik yapılıyormuş. Diğer Müslüman halklara “mevali” ismi verilmiş ve her alanda onlara haksızlık yapılıyormuş. İnsanlar bu durumdan oldukça rahatsızdılar. İşte rahatsızlığın en üst düzeye çıktığı böyle bir zamanda, Emevi Devleti’nin yıkılmasına sebep olacak olan Horasan İsyanı başladı. Ebu Müslim Horasani isimli Müslüman bir komutan, yanına, sevgili peygamberimizin amcası Hz. Abbas’ın soyundan olan, Ebu’l Abbas Abdullah’ı alarak, isyan edip, Emevi Devleti’ni yıktı (750). Yeni bir İslam Hanedanlığı doğdu. Abbasiler…
 
Bu zamanda ben, Ebu’l Abbas Abdullah’ın, ilerde iktidar mücadelesine girişmesinler diye, Emevi ailesinden herkesi, takip ettirerek buldurup öldürmesi hikayelerini duydum. Bundan dolayı insanlar, Ebu’l Abbas Abdullah’ı, “Seffah” (Kan dökücü) lakabıyla anar olmuştu.
 
KAYNAKÇA
 
Başoğlu, M.İ. (2009). Antikçağda Kilikya Bölgesinde Zeytinyağı Üretimi, (Ç.Ü.Sos. Bil. Ens. Arkeoloji Bölümü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
 
 
Kaplan, M., Arıöz Arıkan, S.(21-24 Kasım 2011). "Antik Çağdan Günümüze bir Şifa Kaynağı: Zeytin ve Zeytinyağının Halk Tıbbında Kullanımı", VIII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi’ 1-15.
 
Kurt, Mehmet, (2007). Yazılı Kaynaklara Göre M.Ö. I. Bin Mezopotamya-Anadolu İlişkileri, Murat Kitabevi, Ankara.
 
Kurt, Mehmet. (2009a) “Kilikya’da Yeni Asur Egemenliği ve Yerel Güçler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Konya, 21/ 327-337.
 
Kurt, Mehmet. (2009b) “Kronikler Işığında Ovalık Kilikya’nın Yeni Babil Devleti İçin Stratejik ve Ekonomik Önemi”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Konya, 22/ 185-195.
 
Pamir, H. (2008) ”Antik Çağ’da Antakya ve Yakın Çevresinde Zeytinyağı Üretimi Ve Zeytinyağı İşlikleri” Antik Çağ Anadolu’da Zeytinyağı Ve Şarap Üretimi, Mersin, 06 Kasım Tarihli Sempozyum Bildirisi,75-97.
 
Ünsal, A. (2006), Ölmez Ağacın Peşinde, Türkiye’de Zeytin ve Zeytinyağı, İstanbul.
 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

8 years ago

Zeytin ağacının gözüyle, bölge tarihine şahit oluyoruz. İyi çalışmalar...

Aytül Kaplan

Aytül Kaplan

8 years ago

İlginiz için teşekkür ederim..selamlar..sevgiler..