Aman Allahım Kıyamet mi Kopuyor! (Ben Zeytin Ağacıyım…)

26.02.2017

Aman Allahım Kıyamet mi Kopuyor!   (Ben Zeytin Ağacıyım…)
           Yaz aylarının ortasında, kavurucu sıcakların içinde, daha da genişleyen ve işlevi artan limanı sayesinde nüfusu da fazlalaşan Bayas’ta, yine hareketli bir gün yaşanıyordu. Dünyanın her tarafından gelen tüccarlar, alış verişlerine dalmışlardı. Nüfus kalabalıklaştığı için çevre cıvıl cıvıl insan kaynıyordu. Esasen nüfusun artışı sadece ticarete dayanmıyordu. Nasıl bu kadar kalabalıklaştığımızı anlatayım mı size, dinlemek ister misiniz? Peşinen söyleyeyim siz de sarsılacaksınız olanları dinledikçe. 
           Bundan 20 yıl önce 1138’de dağın öte tarafındaki büyük kent Antakya’da ve çevresinde o kadar büyük bir deprem olmuştu ki, Ekim ve Kasım aylarında sayısız sarsıntılar yaşamıştık. Aslında depremin merkez üssü  Halep ve Suriye imiş ama, bizim buralarda da fazlasıyla hissedilmişti. Hatta o tarihlerde bir gece, bütün gece boyunca 80 defa sallanmıştık. 
        En büyük sarsıntı sırasında öyle bir ses duyulmuştu ki, Hz.İsrafil Sur'a üflüyor zannetmiştik. Limandaki gemiler birbirlerine çarpa çarpa parçalanmışlar, bütün kayıkları da dev dalgalar yutmuştu. Çok büyük gemiler depremlerin olduğu dönem boyunca limana girememiş ama onlar da azgın dalgalar karşısında helva gibi dağılmışlardı. Deniz, sanki kabına sığmıyor fokur fokur kaynıyor, hatta çıldırıyordu. Limandaki ve Bayas’taki kocaman taştan evler, konaklar kağıttan kuleler gibi yıkılıyordu. İnsanlar yerde açılan yarıklarda kayboluyordu. Toprak, kocaman ağzını açmış bir canavar gibi, çevremdeki arkadaşlarımı, kardeşlerim olan zeytin ve sedir ağaçlarını, yutuyordu. Damarlarımın onlarcası veya yüzlercesi korkudan kopmuştu. Bu zamana kadar yaşadığım depremler içinde en korkunçlarından  biriydi. Toprak köklerimi sımsıkı sıkıştırıyor, bir müddet sonra da altımdan kayıyordu.
       Antakya ve Halep’te çok fazla insan bu deprem sırasında ölmüş (İbnü’l-Esîr 1987: XI, 70-71),  sağ kalanlar ise salgın hastalıklar ve açlık yüzünden büyük kentlerde yaşayamaz hale gelmişler. Kentlerden göçler başlamış (Azimi 1998:63). İşte o zamanlar buraya da göç eden insanlar oldu. Nüfusumuz o sıralarda oldukça arttı. Limanın varlığı ve  verimli topraklardan dolayı insanların geçimlerini sağlama imkanları, başka bölgelere göre daha fazlaydı. Bütün bu yerler, çok sayıda göçmeni bağrına bastı.
        Belki aynı şiddette belki de daha fazlasını, 1114 yılının sonundaki bir gecede gene yaşamıştık. Hatta o gün Antakya Kontluğu olarak bilinen, 1.Haçlı seferi sonrasında kurulan feodal krallığın, Katolik tebaasının hac yortusu günüydü. Pazar ayini yapılmış, yortu günü kutlanmış. O gün güneşin içinde bir işaret belirmişti. İnsanlar bunun hayra alamet olmadığını düşünüyordu. Çünkü daha önce de böyle bir işaret sonrasında, büyük bir felaket yaşamıştık. Gece herkes uyurken, müthiş, korkunç bir ses duyuldu ve zelzele başladı. Yer şiddetle sallandı, kayalar yarıldı ve tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Onlar canlı hayvanlar gibi ses çıkarıyordu. Dağların sesi kalabalık bir ordunun savaş çığlıklarını andırıyordu. Dehşete kapılan insanlar avazları çıktığı kadar feryat figan ediyorlardı. Bu felaket esnasında herkes kıyamet gününün geldiğini zannetti. İnsanlar korkudan şok geçirmişti.
        O gece birçok şehir ve bölgeler harap oldu. Harap olan yerlerin tamamı Franklara yani Haçlılar’a aitmiş. Diğer bölgelerde -Bizans ve Ermeni yerleşimlerinde- ve Müslümanlara ait yerlerde hiçbir zarar meydana gelmemiş(Mateos 1987: 253–256).
          Bu sarsıntıları el-Cezîre, Urfa, Harran, Sümeysât, Bâlis, Maraş, Adana, Antep gibi kentler de yaşamış ve çok sayıda insan enkaz altında kalıp ölmüşler(Gökhan: 150). Bu depremler sırasında Antakya’nın surları ve kale burçları yıkılmış. Antakya Haçlı kontu bu surları hızlıca tamir ettirmiş. Yoksa Müslümanların saldırısına nasıl karşı koyabilirdi?....
      Bundan başka -tarihte geriye doğru gidersek- 1091, 1082, 1074, 1072 ve1053 yıllarında da çok şiddetli depremler yaşadık. 1091 depreminin olduğu dönemde Antakya Kenti, Selçuklu hâkimiyetinde ve Yağısıyan’ın yönetimindeydi. Yıkılan burclar Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın emriyle tamir edilmiştir (İbnü’l-Esîr: X, 174). Bu tamirat sırasında, yıkılan surların altında Hıristiyanlara ait çeşitli resimler ve silahlara rastlanmış ve Yağısıyan bunların tekrar gömülmesini emretmiş.
          1053 depremi ise Urfalı Mateos’a göre;  Antakya şehrinde güneşin içinde bir işaret belirmiş, bu işaret felaket alameti olarak yorumlanmış ve bütün Hıristiyanlar korkuya kapılmışlar. Antakya’daki Bizanslılar, patriklerinin emriyle, şehirde yaşayan Süryaniler'in İncilini yakmışlar, İncil üç defa ateşe atılmış ve yanmadan ateşten geri çıkmış ancak dördüncü defa ateşe atılan İncil yanmış. Buna  sevinen Bizanslılar St. Bedros kilisesine geldikleri zaman şiddetli bir deprem olmuş( Mateos 1987: 98–99). 1053 yılı içerisinde başka bir günde S. Bedros kilisesinin üzerine gökten yıldırım düşmüş ve kilise tamamen yanmış. Kilisenin tavanındaki ışıklı taş da olay sırasında yarılan toprağın içine gömülmüş. Ayrıca bu olay sırasında şehirde Bizanslılar'a ait 40 kilise daha yanmış. Ancak Ermeni ve Süryaniler'in hiç biri zarar görmemiş.
        Yaşanan bu felaketlerden dolayı korkuya kapılan halk toplanıp şehrin içinde yürüyerek dua etmeye başlamışlar. Halk, Horom Meydanı’na geldiği sırada büyük bir gürültü duyulmuş ve öğle vakti deprem olmuş. Bu deprem sırasında toprak yarılmış ve (Mateos1987: 98–99) on bin kişi, yarılan toprağa gömülmüş.
           Mateos, Antakyalılar'ın başına gelen bu felaketin sebebi olarak da şunları söylemiş: “Antakya halkı, türlü türlü günahlarından dolayı adil ve  hâkim olan Allah’ın bu cezasına çarptırılmıştır. Gerek Romalı ruhani sınıfının, gerekse Hıristiyanların Antakya şehrinde yaptıkları günahlar ağza alınamaz. Bu günahlarının cezası olarak gerek ateş, gerekse toprağın yarılmasıyla telef edildiler. Onlar hala küstahlıklarında ısrar edip duruyorlar. Onlar, Allah’a tapındıkları halde dinsizlere layık işler yapıyorlardı ve ağza alınamayacak hakaretlerde bulunuyorlardı. İşte Allah, Antakya şehrine günahlarının cezasını vermiştir.” Yani bu depremi burada biz de yaşadık. Bizans'ın günahlarının bedelini hepimiz ödedik. Kurunun yanında yaş da yanmıştı.
            Bunlardan başka ve daha önceleri de  depremler  oldu. 971 yılında çöllerin ötesindeki güneşin battığı yerden gelen Fatımi ordusu Antakya üzerindeki kuşatmayı kaldırıp Şam’a geri çekildiği sırada, Antakya’da deprem felaketi yaşanmıştı. Bu deprem sırasında şehir surlarının büyük bir bölümü hasar görmüş. Surların tamir edilmesi için 1000 kişiden fazla işçi ve duvar ustası görevlendirilmiş. 956 yılında Ocak ayının başlarında olan deprem ,Antakya’nın yanı sıra İskenderiye ve Mısır’da da hissedilmiş (Arslantaş: 43–44).
            860 yılında yaşanan deprem ise sadece Antakya’nın değil civardaki birçok yerin yıkılmasına sebep olan geniş çaplı bir depremdi (İbnü’l-Esîr, 1987: VII, 77 – 78; Arslantaş: 57-58). Bu deprem sırasında Antakya’da 1500 ev ve şehir surlarının 90’dan fazla burcu yıkılmış. Hatta Asi, Ceyhan ve Seyhan Nehirlerinin yatağı bir kez daha değişmiş. Antakya’da yaşayan halkın çoğu bu depremden sonra yakın şehirlere göç etmişler ve bizim buraya da gelmişlerdi. İslam tarihçilerinden İbnü’l-Esîr (1987: VII, 77-78) deprem sırasında şehirde daha önce işitilmemiş sesler duyulduğunu ve depremin Antakya civarında bulunan çıplak bir dağı da etkilediğini, dağın parçalanıp kayaların denize yuvarlandığını söylemekteymiş. Bu deprem, Suriye bölgesi ile Akdeniz sahili boyunca Anadolu’da da etkili olmuştu. Anazarbos, Hiyerapolis (Kastabala), Haruniye, Lajazzo (Ayas=Yumurtalık) depremi, iliklerine kadar hisseden kentlerdi. 
          848 yılında yaşanan depremde  Antakya’da 20.000 kişi ölmüş (Arslantaş: 53-54), 712 yılındaki depremde de Antakya tamamen yıkılmıştır. Antakya, buraya en yakın kent olduğu için orada olan deprem burada da aynı şiddette hissedilmekteydi.
         Benim bu topraklara dikilmemden önce de korkunç depremler yaşanmış.  557deki depremde, bütün bölge sallanmış ve hatta Asi, Ceyhan, Seyhan Nehirleri yataklarını değiştirmiş.
        528 yılındaki deprem ise Antakya’nın yerinin ve isminin değişmesine sebep olmuş,  Şehrin ismi “Theupolis” (Tanrının Şehri) şeklinde değişmiş. Ancak tarihin en şiddetli depremi Hz. İsa’nın doğumundan 44 yıl sonraki deprem olmuş. Bu depremin sebebi de Kuran’da Yasin Suresi’nde anlatılan Habibü’n-Neccar kıssasıymış….
           Bu depremler yaşanırken, buralarda Abbasi Devleti’nin otoritesinin zayıflaması sebebiyle önce, Mısır’da doğunun en savaşçı ve mert kavmi olan Türklerden bir hükümdarın kurduğu Tolunoğulları, kısa bir aradan sonra yine bir Türk hükümdarın kurduğu İhşidler, sonra şii itikatte olan Hamdanoğulları, yine şii bir devlet olan  ve güneşin battığı yerde, çöllerin ötesinden gelen, Fatimiler hüküm sürdüler.
              Daha sonra  İslam'ın en sevgili komutanları İmadeddin Zengi, Nureddin Mahmud Zengi ve Selahaddin Eyyubi'nin hakim olduğu dönemleri yaşadım. Ulu Selçuklular'ı gördüm. Kutalmışoğlu Süleyman Şah ın komutanlarını ve torunlarını tanıdım. Hepsi muhakkak benim gölgemde dinlendiler.
          İnsanlarla birlikte ne savaşlar ne acılar ne korkular yaşadım…Bütün bu yaşadıklarım bedenimde sayısız yumruların oluşmasına ve sayısız deliklerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bedenim hem çok kalınlaştı hem de arazları arttı. Ancak hâlâ sağlam ve güçlüyüm. 520 yaşın içinde hayatımın zirvesindeyim. Hâlâ   meyvelerime gelen toprağın özündeki zikirleri duyabiliyorum. Bedenim güçlü ve sağlıklı olsa da dıştan bakınca korkunç görünüyormuşum. Bir de kömür gibi kapkarayım. Bu kapkara rengim korkudan dolayı değil…Haçlı zulmünden dolayı…Haçlılar’ın buraya ilk geldiklerinde, burada yaşayan insanlara yaptıkları zulüm benim gece karanlığım oldu.
           Birden bire köklerimin altından toprak kaydı, boşlukta gibiyim..Aman Allahım kıyamet mi kopuyor…AMAN Allahım bu ses…toprak tekrardan sardı beni, sımsıkı kavradı, damarlarım kopuyor,, bu defa ölüyorum…limandaki büyük gemiler çatırdayarak birbirlerine çarpıyor, batıyorlar…Deniz gene çıldırdı dalgalar kabarıyor…suya gömüldüm... neler oluyor?..Aman Ya Rabbi…dinlenen kervanlardaki insanlar ve hayvanlar, yük denkleri önümde açılan çukurda kayboldular... Toprak herşeyi yutuyor... yutuyor... yutuyor…
             Sakinlik… çevrem  tanınmayacak halde... İnanılmaz bir deprem yaşadık... İnsanlar, evler, dağlar, tepeler, liman bile değişik... Liman artık yok... su nerdeyse benim yanıma kadar gelmiş… dağlar parçalanmış, tepeler ufalanmış, evler yıkılmış, insanların kimi  ölü, kimi  yaralı yerlerde yatıyor…
         Bu sarsıntılar 14 ay sürdü…1157’nin 26 Ağustosunda başlayan depremler 1158’in sonuna kadar sürdü. Hatta Haziran ayında çok daha beterini de yaşadık. Haziran depremi, 1157’dekini çok çok geçti. Buralara gelenlerden duyduğumuza göre, deprem Antakya’nın dışında Hama, Şeyzer, Kafertâb (Halep yakınlarında bir yer), Hıms, Lâzkiye ve Trablus’ta da yaşanmış. En çok Müslüman şehirler ve bölgeler  yıkılmış. Bu defa, hikmetinden sual olmaz ALLAH (Azze ve Celle), Müslüman ülkeler üzerine depremi göndermiş. Hristiyanlar'ın yaşadığı yerlerde bir yıkım olmamış…
         Sonradan duyduğuma göre Ulu Selçuklu'nun Ulu Sultanı Sencer, soydaşları Oğuzlar'a esir olup, zindana kapatılmış. Bu O'nu çok üzmüş, yıpratmış, kahretmiş... biz depremi yaşarken 1157'de, O da soydaşlarının, kardeşlerinin hapsinde ruhunu Allah'a teslim etmiş... Allah O'na rahmet etsin...
             Aslında "Gayretullah"a  dokunan bir olay nerde yaşanırsa,  orası felaketi de yaşıyor. Bu hikmetin olması, Hristiyan veya Müslüman olmaya bağlı değil, insan olmaya bağlı… İnsanlar felaket sırasında ALLAH’a sığınıp tövbe ediyor, ama sonrası yine aynı…insanlar çok çabuk unutuyor, “inkar” nasıl bir şey?!..Nasıl bu kadar güçlü! İnsanın tamamı inkardan mı oluşmuş?..Bu insanları anlayamıyorum.. " Benim varlığım, evrenin varlığıdır." inancındalar… Sadece Allah’a “kul” olacaklar, başka bir şey istenmiyor onlardan… Neden anlamıyorlar... Neden görmüyorlar…
 
 
KAYNAKÇA
Arslantaş, N. (2003). İslam Dünyasında Depremler ve Algılanış Biçimleri.
Azimî, (1998). Vekâyınâme, (nşr. ve trc. Ali Sevim), Azimî Tarihi, Selçuklularla İlgili Bölümler (H. 430-538: M. 1038/39-1143/44), Ankara: TTK Yayınları.
Gökhan, İ. (2008). Fatımîler Devleti Toplumsal Karışıklıklar, İktisadî Buhranlar ve Salgın Hastalıklar (969 - 1171), Ankara: Gün Yayınları. Hetum, Vekâyinâme, (Türkçe trc. H. Andreasyan), Ankara: TTK Basılmamış Tercüme Eserler, nr. 69.
Selim Kaya, Rahime Kıyılı, İbnü’l-Esîr, (1987). el-Kâmil fi’t-târîh Tercümesi, C. IX-XII, İstanbul: Bahar Yayınları.
Selim Kaya, Rahime Kıyılı, “ANTAKYA’DA ORTAÇAĞ’DA MEYDANA GELEN DOĞAL ÂFET ve SALGIN HASTALIKLARA BİR BAKIŞ”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Mustafa Kemal University Journal of Social Sciences Institute Yıl/Year: 2009 ♦ Cilt/Volume: 6 ♦ Sayı/Issue: 12, s. 403-418
Urfalı Mateos. (2000) Vekâyinâme, (Türkçe trc. Hırant D. Andreasyan, notlar: E. Dulaurer, M.H. Yinanç), Urfalı Mateos Vekâyinâmesi (952–1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136–1162), (3. Baskı), Ankara: TTK Yayınları.
 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Maksud - Maksude

Maksud - Maksude

8 years ago

Bir canı kaç deprem sarsabilir ve o can kaç defa kurtarılır canı veren tarafından. Biz insanlar başarıları sahiplenmeye başarısızlıklardan şikayet etmeye devam edersek ömrümüzü boşa geçirdiğimiz gibi katlimizi de hak edeceğiz Allah korusun. Ne diyeyim, zeytin ağacının anlattıkları kulağımıza küpe olsun.. Kalemine, ilmine sağlık arkadaşım. Bizi zelzelerden önce sarstın bu sefer. Kurtuluş ümidimiz arttı.Teşekkür ederiz.

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

8 years ago

"Bölge, bir çok deprem ve savaş görmüştür." İbaresini okurken bir kaç cümleyle geçiştirilen bilgiler, belleğimizde bu kadar yer etmiyordu. Olayları, bizzat yaşamış birinin gözünden değerlendirme, şeklindeki anlatım biçimi gerçekten çok etkili olmuş. O anlattıkça ürperdik, sarsıldık. Ayrıca bir iç muhakeme de yapabilseydik... Çok eski bir tarih değil Büyük Marmara Depremi, Erzincan, Simav, Van depremleri... o acıları hemen unutup, tedbir almayı ihmal ettik. Bölgenin tarihini anlatırken, hem ders almamıza, hem de iç hesaplaşmamıza yardımcı olmuşsunuz. Yüreğinize, ellerinize, emeğinize sağlık...

Sevim Kınalı

Sevim Kınalı

8 years ago

Aytül Hanım, konuyu çok ciddi ve akıcı bir üslupla işlemişsiniz. Zeytin ağacının etkileyici tanıklığını ve depremin ciddiyetini, yıkıcılığını sağlam bir kurguyla ve somut verilerle ele almışsınız. Depremden yola çıkarak, manevi hayatımıza dair çok önemli tespitlere yer vermişsiniz. Fiziki depremler olmadan insanlık manen uyanmakta zorlanıyor çoğu zaman. Hatta o depremler bile yetmiyor kimi zaman uyanmamıza. Buna dikkat çekmeniz çok anlamlı ve yerinde olmuş. Tebrikler. Selamlar. Saygılar.

Aytül Kaplan

Aytül Kaplan

8 years ago

Değerli sitemizin hazırladığı Birinci Türk Dünyası Şiir Etkinliği çerçevesinde düzenlenen proğrama katıldığımızda, Hatay'ın tarihi yerlerini de ziyaret ettik. Gezdiğimiz yerler ile ilgili izlenim ve bilgilerimizi de mutlaka yazmaya karar verdik. Payas Belediyesi'nin özenli gayretleriyle restorasyonu yapılan Sokollu Mehmed Paşa Kervansarayı'nda 1350 yaşındaki zeytin ağacına rastlayınca, "kimbilir neler görmüştür" diye düşünmeden edemedik. Bir yazı ile anlatılamayacak kadar geçmişi olduğunu bilmek de heyecan vericiydi. Elimizden geldiğince tarihi gerçekleri bu anıt ağacın diliyle anlatmaya çalışan bir yazı dizisine karar verdik. Yazılarımızı seçkiye almak suretiyle moral ve motivasyonumuzu yüksek tutan Seçici Kurul'a da çok teşekkür ederiz...

Sevim Kınalı

Sevim Kınalı

7 years ago

Aytül Hanım, esa e-dergi hazırlıkları sürecinde sizinle görüşemedik. Fikir alışverişinde bulunmak ve daha da önemlisi bu heyecan verici süreci sizinle de paylaşmak isterim. Halit Bey veya Erdem Bey'den numaramı alabilirsiniz. Selamlar.