Bu masal Johann Wolfgang von Goethe, adlı Grim Kardeşler olarak adlandırılan Alman Halk Bilimcilerinin derlediği Grim Masalları olarak adlandırılan masallar arasında en sevilenlerinden biridir.
( Grımm masalları)
Bir varmış, bir yokmuş, uzak ülkelerin birinde alaycı, katı yürekli bir kraliçe yaşarmış. Sürekli şeytanlıklar düşünür. Kafası kötülükten, sinsilikten başka bir şey düşünmezmiş.
Kraliçenin dünya güzeli bir kızı varmış. Kızcağız çok güzelmiş, ama anasının kurduğu türlü tuzaklara alet olmaktan kurtulamazmış. Ülkenin dört bir bucağından delikanlılar akın akın gelip onunla evlenmek isterlermiş.. Ama kraliçe hepsine çok ağır şartlar koyar, bunları başarıyla yerine getirenin kızıyla evlenebileceğini söylermiş. Başarısızlığa uğrayanların cezası tartışmasız ölümmüş.
Nice delikanlı genç kızın güzelliğini duyup gelmiş. Kraliçenin şart koştuğu zorlukları alt etmeye çalışmışlar. Şartlar o kadar ağırmış ki hiçbiri onlara en küçük bir acıma bile duymadan öldürtmüş.
Bu zalim kraliçenin ülkesine çok uzak bir ülkenin genç bir prensi varmış. Prens, genç kızın güzelliğini duymuş, ona uzaktan vurulmuş. Kral abasının yanına gidip:
“İzin verin, gidip o güzel prensesi isteyeyim, babacığım. Belki şansım yardım eder ise güzel prenses benim olur.”
Kral:
“Olmaz!” demiş. Oraya prensesi istemeye kim gittiyse bir daha geri dönmedi. Oraya gidersen kraliçe senin de başını vurdurur.”
Babasının bu sözleri genç prensin gözünü korkutmamış. Babasının sözünden çıkmamış ama genç kızı düşünmekten bir gün bile gözüne uyku girmemiş ve sonunda yatağa düşmüş.
Yedi yıl, kendini bilmeden hasta yatmış. Ülkede ne kadar doktor varsa getirmişler, türlü ilaçlar içirmişler. Ama boşuna. Avallı prens ne yapsalar iyileşmemiş. Babası bakmış, böyle giderse oğlu ölecek, oğlunun güzel prensesin ülkesine gitmesine ister istemez razı olmuş.
“Kadere karşı durulmaz.” Demiş. “Senin kaderinde de oraya gitmek var besbelli. İçim kan ağlıyor madem sen bu kadar istiyorsun, git bakalım şansını dene.”
Bu sözleri duyar duymaz canlanmış genç prens. Hemen yatağından fırlamış. Gücü, kuvveti yerine gelivermiş: sağlığına, neşesine kavuşmuş. Sevinç içinde güzel prensesin ülkesine doğru yola çıkmış.
Yağmur dememiş, çamur dememiş, durmadan yol almış. Günün birinde, yolu bir ormandan geçiyormuş. Atının sırtında ağaçların içinden geçerken, bakmış, yerde hayvana benzer, koskocaman bir şey yatıyor. Hemen o yana yönelmiş. Yaklaşsın ki ne görsün! Hayvan sandığı yaratık boylu boyunca çimenlerin üzerine uzanmış bir adam değil miymiş! Adammış ama ona bir dağ demek belki daha doğru olacakmış. Öyle şişman, öyle göbekliymiş ki!
Koca göbekli adam prensi görünce, güçlükle yerinden doğrulmuş. Bak yolcu! Sana hizmet edecek birini arıyorsan, seve seve senin uşağın olurum.” demiş.
Adama şöyle bir bakmış Prens. Bu kadar şişko bir uşağı ben ne yapayım?” demiş.
Koca göbekli adam:
“Üç kat daha şişman olsam, sana ne?” demiş. Sana bağlılık gösterdikten, her işini yaptıktan sonra, şişman olmuşum, olmamışım, ne olur?”
Prens adama:
“Doğru söylüyorsun.” Demiş.”Seni yanıma alıyorum,önüme düş bakalım. Sana göre de bir iş bulunur elbet.”
Bu sözler üzerine, koca göbek ayağa kalkmış, yürümeye başlamış. Yürümüşler, yürümüşler derken uzakta yere yatmış bir adam görmüşler. Yanına yaklaşınca, bakmışlar, adam yere kulağını dayamış, dinliyor.
Prens ona:
“Ne yapıyorsun, böyle?” diye sormuş.
Adam:
“Dinliyorum.” Diye cevaplamış prensi.
“Neyi dinliyorsun?”
Keskin kulaklı adam:
“Dünyada ne olup bitiyorsa, dinliyorum.” Demiş. Ben her şeyi duyarım çünkü. Kulağımdan en küçük bir ses bile kaçmaz. Şöyle söyleyeyim, otların büyümesini bile duyarım ben.”
Prens:
“Madem her şeyi duyuyorsun, söyle bakalım.” Demiş.
“Güzel prensesin anasının sarayında neler olup bitiyor?”
Diye sormuş bu adama
keskin kulaklı adam:
“Ne olacak habire kazanamayan delikanlıların kafası kesiliyor.” demiş. “kılıcın her kalkışında çıkardığı sesi işitiyorum.”
Prens:
“Aferin Sana!” demiş. Belli ki sana da işim düşecek, yürü sen de bizimle!”
Bu sefer üçü birlikte yola koyulmuşlar. Çok geçmeden, yolun üstünde uzanmış kocaman bir çift ayak görmüşler; bir süre daha yürüdükten sonra da bir çift upuzun bacak. Bacaklar o kadar uzunmuş ki, adamın kendisini bir türlü görememişler Epeyce bir yol yürüdükten sonra, en sonunda bacakların bağlı olduğu gövdeyi görebilmişler. Sonra, soluk soluğa adamın başına varabilmişler.
Prens:
“Şaştım doğrusu! Upuzun bir urganmışsın, nesin sen?” diye seslenmiş adama.
Uzun boylu adam:
“İsterseniz beni de yanınıza uşak alın. Seve seve hizmet ederim size.”
“Aldım, gitti!” demiş prens. Sen de gel bizimle. Nasıl olsa dana da bir işimiz düşer.”
Prensle bu iç acayip uşak yine yola çıkmışlar. Az gittikten sonra, tuhaf bir adamcağıza daha rastlamışlar. Yolun üstüne kıvrılmış, yatıyormuş, bir yandan da soğuktan zangır zangır titriyormuş. Oysa güneş ortalığı cayır cayır kavuruyormuş.
Prens adama:
“Hava günlük güneşlik, neden böyle titriyorsun?” diye sormuş.
Adan, titreye titreye karşılık vermiş.
“Güneş ne kadar yakıcı olursa o kadar üşürüm ben. Herkesin içini ısıtan güneş bende buz gibi dondurucu bir etki yaratır. Öte yandan, herkes üşürken de ben sıcaktan yanarım, buram buram ter dökerim. Sizin anlayacağınız herkesin aksine buz beni sıcaktan bunaltır, güneş de soğuktan dondurur.”
Prens çok şaşırmış:
“Ne tuhaf adammışsın!” demiş. Yapacak başka işin yoksa, sende benimle gel. Sana göre de bir iş bulunur nasıl olsa.”
Kalabalık bir kafile olarak yola koyulmuşlar. Az sonra, bir dağ tepesine boynunu uzatarak göz gezdiren birisine rastlamışlar.
Prens bu adama:
“Böyle dikkatli dikkatli nereye bakıyorsun?” diye sormuş.
“Gözlerim çok keskindir.” Demiş adam.”Çevremde olup bitenler gözümden hiç kaçmaz. Her şeylerin, ormanları,kırların,dağların,tepelerin ötesini görürüm. Sizin anlayacağınız,göremeyeceğim hiçbir şey yoktur benim.”
Prens ona da aynı teklifi yapmış.
“Bu kadar keskin gözlü isen sen de gel bizimle. Seni de yanıma alınca tam bir takım olacağız.”
Prensle olağanüstü nitelikleri olan uşakları yine yola koyulmuşlar. Yol boyunca da başak biri çıkmamış yollarına. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, en sonunda güzel prensesin yaşadığı ülkeye varmışlar.
Prens ana kraliçenin yanına varmış. İşte geldim, kraliçe hazretleri!” demiş. “Güzel kızınızı bana vermeye söz verirseniz, buyuracağınız her işi yapmaya, her zorluğu yenmeye hazırım efendim! Yeter ki güzel kızınızla evlenebileyim.” Demiş.
“Senden üç şeyi yerine getirmeni istiyorum. Demiş kraliçe.”
“Bu işleri başarabilirsen, kızımı seve seve veririm sana. İlk işin Kızıl Deniz’e düşürdüğüm yüzüğümü bulu bana getirmen olacak.”
Prens:
“Baş üstüne.” Demiş. Sonra, hemen takımını oluşturanların kendisini beklediği yere yollanmış.
“Kraliçenin istediği ilk işi başarmak pek kolay olacağa benzemiyor.” demiş. Kızıl Deniz’e düşürdüğü yüzüğü bulup getirmemi istiyor. Kafa kafaya verip, iyice bir düşünüp taşınalım da, ne yapmamız gerektiğine karar verelim.”
Keskin gözlü adam hemen atlamış:
“Yüzüğün nerede durduğunu ben bir bakışta görürüm.” Demiş.
Sonra gözlerini denizin derinliklerine dikmiş. Birden, ”Gördüm! Gördüm! İşte, orada duruyor! Denizin dibinde, bir kayanın altında.1 diye bağırmış.
Sırık boylu adam:
“Onu çıkarmak benim için işten bile değil ama, göremeyeceğim kadar uzakta.” Demiş. “”Bir görebilsem, kolumu uzattığım gibi yüzüğü çıkartırdım size.”
Bunun üzerine, koca göbekli adam:
“Bunun da çaresi var.” Demiş. “ Sana yardım edersem, yüzüğü görebilirsin.”
Hemen suyun başına yüzükoyun uzanmış. Kızıl Deniz! İn bütün suyunu bir çırpıda mideye indirivermiş. Öyle ki denizin bütün suyu çekilmiş, dibi meydana çıkmış.
Sırık boylu adam şimdi sıra bende demiş ve birazcık eğilip elini suyu çekilmiş denizin dibine daldırmış, kayıp yüzüğü bulup çıkarmış.
Prens sevinç içinde hemen yüzüğü almış, kraliçeye götürmüş. Kraliçe yüzüğü elinde evirmiş, çevirmiş, bakmış sahiden kendi yüzüğü, prensin bu işi nasıl başardığına şaşırmış
“Evet bu benim yüzüğüm.” Demiş. Bu işi iyi başardın doğrusu. Şimdi gelelim, ikinci görevine: Sarayın önünde uzanan şu çayırı görüyorsun, çayırda otlayan yüz besili ineği de gördün mü? İkinci görevin, bu ineklerin hepsini yemek. Ayrıca, sarayımdaki yüz fıçı suyu da son damlasına kadar içeceksin. Bugün öğlene kadar hepsi bitecek.”
“Olur.” Demiş prens. Yemeğe arkadaşlarımı da çağırabilir miyim?”
Alaylı alaylı gülmüş ona kraliçe. Elbette”. demiş.
“Yalnız bir tek arkadaş çağırabilirsin, birden çok olmaz.”
Prens arkadaşlarının yanına dönmüş ve koca göbekli arkadaşına. Bugün yemekte benim konuğumsun. Öyle bol yemek var ki sanırım sen bile doyacaksın.” Demiş.
Koca göbekli adam hemen kolları sıvayıp yemeğe başlamış. Hapur hupur inekleri yemiş, bir lokma bile bırakmamış. Kahvaltım yalnız bu kadarcık mı? Dişimin kovuğunda kaldı bunlar yahu!” diye söylenmiş.
Sonra fıçı fıçı suları içmeye koyulmuş. Bir dikişte bir fıçı suyu indiriyormuş mideye. Son fıçı suyu da, son damlasına kadar bitirmiş ve doymamış, parmaklarının ucundan süzülenleri bile yalamış.
Yemek faslı bitince prens, ana kraliçenin yanına varmış. İkinci isteğinizi de yerine getirdim. Demiş.
Bu işe çok öfkelenmiş kraliçe ama, bir şey belli etmemiş. İşin daha bitmedi, unutma bir görev daha var.” Diye homurdanmış. Eminim sonunda, elime düşeceksin sen de! O zaman da başını bir daha omuzlarının üstünde tutamayacaksın. Şimdi dinle, ben bu gece kızımı senin evine getireceğim. Onu seninle baş başa bırakıp gideceğim. Birlikte oturacaksınız Dikkat et, uyuyayım deme sakın! Çünkü saat tam gece yarısını vururken ben geleceğim. O zaman kızımı senin yanında bulamazsam, başına gelecekleri artık sen düşün!”
Prens:
“Çok kolay!” diye düşünmüş. Böyle bir güzele bekçilik etmek zevktir. Yine de gözümü dört açayım da, uyuyup kalmayayım.” Diye kendine konuşmuş.
Sona, uşaklarını toplamış, kraliçenin üçüncü dileğini onlara da anlatmış. Kim bilir.” demiş. “Bunun altında ne kurnazlık var. Kraliçe kötü bir şey tasarlamasa, böyle kolay bir iş verir miydi hiç bana. Onun için, iş kolay da görünse, biz yine gözümüzü dört açalım, güzel prensesin yanımdan ayrılmasına izin vermeyelim.”
Akşam olunca, kraliçe güzel prensesi prensin yanına getirmiş, kendi de çekilip gitmiş.
O gider gitmez, sırık boy prensin şatosunun çevresine kıvrılmış, şatoyu çepeçevre sarmış. Keskin kulak da hemen yere yatmış, kulağını toprağa dayayıp dinlemeye başlamış. Koca göbek, prensle prensesin oturduğu odanın kapısına oturmuş. Öyle ki hiçbir canlı yaratık artık buradan içeri giremezmiş. Keskin göz ise prens ile güzel prensesiz bulunduğu şatonun önünde dikilmiş, dört bir yanı kolaçan etmeye başlamış.
Prenses içeride sessiz sedasız oturuyormuş. Ağzından tek bir söz bile çıkmıyormuş. Güzel yüzünün üstüne ay ışığı vuruyormuş. Öyle güzelmiş ki, prens gözünü ondan ayıramıyormuş. Kızın güzelliğine baktıkça yüreği küt küt atıyor, sevincinden ne yapacağını bilemiyormuş. Böyle hayran hayran kızı seyrederken, yavaş yavaş göz kapakları ağırlaşmaya başlamış, en sonunda derin bir uykuya dalmış. Çünkü, kraliçe büyü yaparak hepsini uyutmuş. Prensle arkadaşları, derin bir uykuya dalınca prenses de , usulca şatodan çıkıp gitmiş.
Böylece prens ve takımı, saat on ikiye çeyrek kalaya kadar mışıl mışıl uyumuşlar. Saat tam on ikiye çeyrek kala, büyü bozulmuş, hep birden uyanıvermişler. Neye uğradıklarına şaşırmışlar.
Prens:
“Eyvahlar olsun! Prenses gitmiş!” diye haykırmış. Prensesi de hayatımı da kaybettim artık!”
Uşaklar da efendilerinin haline ağlamaya başlamışlar.
Keskin kulak birden atılmış:
“Susun, bir ses duyuyorum! Gürültü yapmayın da iyice kulak kabartayım.” Demiş.
Hepsi susmuşlar. Keskin kulak bir süre yere kulak verip dinledikten sonra, heyecanlar bağırmış. Prensesin sesi bu, kara bahtından yakınıyor.”
Sonra, keskin gözlü uşak da uzaklara bakmış.”Prensesi görüyorum!” diye bağırmış.”Buradan yüz mil kadar uzakta, bir kayanın üstünde oturuyor. Haydi sırık boylum! Şimdi de iş sana düştü. Ayağa kalkıp oraya doğru uzanırsan, iki adımda prensesin bulunduğu yere varabilirsin.”
Sırık boylu adam:
“Seve seve yaparım.” Demiş. Sonra, göz açıp kapayana kadar iki adımda tılsımlı kayanın eteğine varmış ve güzel prensesi kollarının arasına aldığı gibi, prensin şatosuna getirmiş. Tam onlar şatoya vardığı sırada saat gece yarısını vurmuş. Hepsi birlikte, sevinç içinde katı yürekli kraliçeyi beklemeye başlamışlar.
Çok geçmeden, kraliçe şatoya gelmiş. Gözleri şeytanca parlıyor, sinsi sinsi bakıyor. Prens elime düştü artık, onu hiçbir şey kurtaramaz.” Diye düşünüyorum. Kızının çok uzaklardaki kayanın üstünde oturduğunu sanıyormuş çünkü.
Ama prensin odasının kapısını açıp da, kızını arabada görünce, şaşkınlıktan donakalmış. Öfkesinden küplere binmiş. Demek benden bile daha güçlü bir büyücü var!” diye haykırmış.
Yine de kızını, prense vermekten başka çare bulamamış. Yalnız, güzel prensesin kulağına eğilip, usulca. Hâlinden utan!” diye fısıldamış. Prens seni becerikli uşakları sayesinde elde etti. Kendisi kalsa bir şey becereceği yoktu. Kocanı bile kendin seçemedin” demiş.
Prenses çok gururluymuş. Anasının bu sözleri gururunu incitmiş. Sabah kadar bu sözleri düşünmüş, durmuş. Düşündükçe öfkesi artmış.
Ertesi gün erkenden adamlarını çağırıp. Üç yüz yük odun taşıyıp şuraya yığın!” diye buyurmuş. Sonra prense,
“Annemin şart koştuğu üç sınavı da başardınız, ama uşaklarınızın yardımı olmasaydı başarabilir miydiniz bakalım?” Demiş. “Şimdi de benim bir şartım var. Ancak bu şartı da yerine getirebilirseniz sizinle evlenirim. Şu odun yığınını adamlarım birazdan tutuşturacak. İçinizden birisi odunların üstüne oturup, hepsi kül olana kadar orada kalmaya dayanabilirse ben de sizinle evlenirim o zaman.” Demiş.
“Uşakları prense çok bağlı ama kimse de yanacağını bile bile kendini ateşe atmaz. Diyormuş içinden. Onun için, olsa olsa prens kendisi oturur odunların üstüne böylece de bana karşı sevgisi göstermiş olur.”
Genç prenses yanılıyormuş, çünkü prensin uşakları prensesin dileğini duyunca. Hepimiz prense hizmet edebilmek için elimizden geleni yaptık.” Demişler. Yalnız, sıcakta titreyen, soğukta terleyen adam hiçbir şey yapmadı. Şimdi sıra onun işte.” Demişler hep birlikte.
Sıcakta soğuktan titreyen, soğukta sıcaktan bunalan adam. Seve seve görevimi yerine getireceğim!” demiş. Sonra gidip alev yanan odunların tepesine oturmuş. Tiril tiril titremeye başlamış. Ömrümde böyle üşüdüğümü bilmiyorum. Bu ayaz biraz daha sürerse, kaskatı kesilip donacağımı besbelli.” Diyormuş.
Prenses başka bir bahane bulamayınca, ister istemez prensle evlenmeye razı olmuş.
Düğün hazırlıkları tamamlandıktan sonra, düğün alayı yola çıkmış. Tam yarı yola gelince, kraliçe sözünden dönerek. Kızımın prensle evlenmesine göz yummayacağım!” diye bağırmış ve adamlarına gizlice emirler yağdırmaya başlamış. ”Kızımı bana getirin. Prensle adamların hepsini öldürün.”
Gelgelelim, keskin kulak bu sözleri herkesten önce duymuş ve bütün duyduklarını prense yetiştirmiş. Bunun üzerine, düğün alayı hızlanmış, kraliçenin adamlarından önce düğün yerine varmışlar. Prensle prenses de hemen evlenmişler.
Prensin beş uşağı bakmışlar, efendileri isteklerine kavuştu. Bize müsaade artık.” Demişler. Biz de başımızın çaresine bakalım, şansımızı başka yerlerde deneyelim.”
Prense hepsine teşekkür etmiş birbirlerine iyi şanslar dileyip ayrılmışlar. Sonra, karısını atına alıp yola koyulmuş. Akşama küçük bir köye varmışlar. Bakmışlar, bir çoban havyalara yem veriyor.
Prens karısına dönmüş ve:
“Benim kim odluğumu biliyor musun güzelim?” demiş.
“Sandığın gibi bir prens değilim ben. Şu gördüğün adam gibi yoksul bir çobanım. Bu da babamdır. Artık köyümüze geldiğimize göre, senle bana düşen görev de babama yardım etmek olacak.”
Karısıyla birlikte çobanın kulübesine girmiş. Karısı uyuduktan sonra çobana:”Karımın pahalı giysilerini hepsini saklayalım.” Demiş.
Güzel prenses sabah uyanınca, süslü püslü güzel elbiselerinin yerinde yeller estiğini yeller estiğini görmüş.Çobanın karısına koşup yalvarmış. “Üstüme giyecek hiçbir şeyim yok. Eski bir entariniz varsa verin, sırtıma giyeyim.” Demiş.
Çobanın karısı, çok büyük bir iyilik edercesine eski püskü soluk renkli bir entariyle yırtık pırtık bir çift çorap vermiş ona.
“Kocanın hatırı var, yoksa bir çöp bile vermezdim sana.” Demiş. “Otur da kocana dua et.”
Zavallı prenses, o zaman kocasının sahiden çoban olduğuna inanmış. Ne yapalım, kısmet böyleymiş.” Diye düşünmüş. Bari ben de elimden geleni yapmaya çalışayım.” Diye düşünmüş.
Kocasına yardım etmeye başlamış, hayvanların yemlerini veriyor, zamanı geldikçe de onları güdüyormuş. Bir yandan da acı acı. ”Gururumun cezasını çekiyorum işte.” Diye düşünüyormuş.
Aradan birkaç gün geçmiş. Prensesin bu çetin hayata dayanacak hâli kalmamış. Kolları, bacakları yara bere içinde kaldığı için oturup acı gözyaşları dökmeye başlamış. Yoldan gelip geçenler onun yürekler acısı hıçkırıklarını duyunca, çok acımışlar. “Peki, sen kocanın kim olduğunu gerçekten biliyor musun bakalım?” diye sormuşlar ona.
Güzel prenses:
“Benim kocam çobandır. Az önce pazara hayvanlarını satmaya gitti.”
Başına toplananlar işin doğrusunu biliyorlarmış gülmüşler. Haydi, gel de, seni kocanın yanına götürelim.” Demişler.
Onu prensin babasının sarayına götürmüşler. Sarayın kocaman salonundan içeri girince, prenses bakmış ki kocası pırıl pırıl, süslü giysiler içinde karşısında duruyor. Prensin giysiler öyle göz kamaştırıcıymış ki prenses onu tanımakta güçlük çekmiş. Ancak, yanına gelip onunla tatlı tatlı konuşmaya başlayınca, onun gerçekten kocası olduğunu anlamış.
Prens sevgiyle karısını öpmüş. Senin uğruna ben pek çok güçlüklere katlandım.” Demiş. “Ama artık sen de benim uğruma pek çık sıkıntılar çekmiş bulunuyorsun, ödeştik. Demiş.
Sonra, konukların katılımıyla güzel bir düğün şöleni yapılmış. Herkes yemi, içmiş, eğlenmiş, Güzel prenses de gururunun bedelini ödemiş ve alçakgönüllülüğünün ödülünü almış. Güzel prenses ve prens yıllarca mutlu bir yaşam sürmüşler.
DİĞER GRİMM MASALLARI İÇİN LİNKLERİ TIKLAYIN
Kurbağa Prens Masalı Grimm Kardeşler
Kırmızı Başlıklı Kız Masalı Oku- Grimm
Bremen Çalgıcıları Grimm Kardeşler
Fakir Balıkçı ile Karısı Grimm Masalları
Su Perileri Masalı Oku Grimm Masalları)
Rapunzel Masalı Oku Grimm Kardeşler
Hensel ve Gretel Masalı Masalı Oku Grim Kardeşler