Destâr – Sarık - Kavuk – Fes
Farsça kökenli destar sarık ve tülbent manasına gelir. Kenarına çiçek takılmış destarlar ve tülbentler halk ve divan şiirimizde sık sık görülmüştür. Destar, başa takılan takke, fes vb. şeyler üzerine sarılan sarık manasına gelir
Sarık, Türkçe sarmak kökünden türemiştir. Sarık kelimesi kavuk, fes, börk gibi başlık ve serpuşların üzerine sarılan tülbent, şal, abani kumaş bağlamaya denilirdi. Sarıklar ve destarlar giyenlerin hangi tarikata, zümreye veya sınıfa dâhil olduğuna işaret edecek şekilde kullanılıyor, sarıkların renkleri, sarılış biçimleri hatta kullanılan kumaşlar, tarikatların, mesleklerin, mevkii ve memuriyetlerin alâmeti oluyordu. Örneğin beyaz tülbentli sarığı ilmiye sınıfı kullanıyordu. Osmanlı'da halk ve tüccarlar, ulema sınıfından ayrılmak için feslerin üzerine Abani sark sarıyorlardı. ( bkz Kavukların Türleri Şekilleri ve Anlamları )
Sarındı meh yine bir hûb yûsufî destâr
Sokındı farkına bir dâne ince sîm hilâl Bâki
Beyitte de geçtiği gibi pek çok destar türü vardı. “destar-ı hümayun”, padişah destarı, “destar-ı şerif” Mevlevi sarığı, Yusufî destar, yeşil destar, aşüfte destar, kâtibî destar vb.
Mesela Mevlevilerin uzun külâhları vardı ve bu külahlar onların birer Mevlevi olduğunun en bariz işaretiydi. Örneğin Edhemilerin “edhemi “ dedikleri dört dilimli özel serpuşları vardı. Tarikat şeyhleri külâhlarına beyaz yeşil, kırmızı, kara tülbentler sarıyordu.
Örneğin mutasavvıfların pâyelî, hüseynî, örfî, dolama destarları onların hangi tarikate ait olduklarını belli etmekteydi. Sarıkların şekilleri, dilimleri, üzerlerindeki tülbentlerin sarma şekilleri dervişlerin şeyhlerin ve müritlerin hangi tarikata dahil olduklarını ifade ediyorlardı.
Sarıkların ve Kavukların da estetik görünüşü, kullanılış pratiği ve hiyerarşide temsil ettiği basamaklara göre çok değişik biçim ve rengi oluyordu. Bu biçimler renkler, ve özellikler kişilerin görevlerini makamlarını mesleklerini belirtecek özellikler taşıyordu. Osmanlılarda giyen kişinin sosyal sınıfına göre kavuğun şekli ve rengi değişirdi. Yeniçeri kavuğu uzun ve sarıksızdı. Padişahın, vezirlerin, ulemanın, tarikatların vb. özel kavukları vardı. Sadrazam ve devlet erkânı üstü dar silindir şeklinde tepesi kırmızı renkte olan ve pamuk sargılı mücevveze denilen bir kavuklar kullanırdı. Orta dereceli memurlar ise çubuk başlıklı yukardan aşağıya kalın çizgiler uzanan veya baklava dilimlerine benzeyen dikimler taşıyan kavuklar giyerlerdi. [1]Örneğin Bilim adamları tepeli kavuk; kâtipler, Katibî tarzında kavuk; hocalar Horasanî kavuk kullanıyordu.
Osmanlı devrinde çeşitli şekillerde sarık sarmak bir hüner haline gelmişti. Mutlaka ki o devirde bu işlerin eğitimi özel bir meseleydi. Bu işi meslek edinmiş olanlara ve destarî ya da destarbent deniyordu. “Sarığın göz alıcı bir şekilde olması önemli idi. Bu maksatla bilhassa hanımlar sarığın kenarına gül, lâle, menekşe, sümbül, karanfil vb. çiçekler takarlardı” [2] Kadınların ve erkek civanların sarıklarına bu şekilde çiçekler takması divan şairlerin şiirlerinde önemli bir mevzu oldu.
Bî-sebeb rengîn degüldür âl-i destârun senün
Âşikâr oldı şafakdan mihr-i ruhsârun senün Semerkândî-i Âmidî Âgâh
Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz
Baş üzre yerin var
Gül goncasısın gûşe-i destâr senindir
Gel ey gül-i ra‘nâ Nedîm
“Sen ki destarlara takılırsın, meclise gelince sana yer bulunmaz mı? Başımız üstünde yerin var”
Bir civan kaşi sarık sarmış başına
Sürme çekmiş ıtr-i şahiler sürmüş kaşına
Şimdi girmiş dahi tahminimde onbeş yaşına
Gül yanaklı, , gülgili Kerrakeli, mor hareli Nedim.
Keç edüp gûşe-i destârımı rindâne geçüp
Oturup eyliyeyim bir iki sâ’at ârâm Nedim.
“Sarığımın köşesini eğerek rintlere yakışır şekilde geçip oturup bir iki saat dinleneyim.”
Mest-i câm-ı ‘ışk olup âşüfte-destâr ol yüri
Bir levendâne sarıklu dilber-i bî-kârı sev Yahyâ Bey
Mû-miyânım pek güzel yakışdı buldârî sana
Hem muvafık düşdü bu destâr-ı hünkârî sana Nedim
Goncesin söyle sabâya eylesin bârî sana
Reng-i gülden câme bûy-ı yâsemenden pîrehen Nedim
Bir nezâketle açup fes gûşesinden perçemin
Şöyle göstermiş ki kim gördüyse hayrân oldu hep Nedim
Fes:
Sultan II. Mahmut (1808-1839) zamanında Yeniçeri Ocağı kaldırılınca resmî başlık olarak Fes kabul edildi. Bu başlığa Fas’tan geldiği için fes adı verilmişti. Bu tarihten sonra da herkes Fes giymeye başlamıştı. Ancak makam ve mevkiye kadın ve erkeğe göre serpuş takmak, mevki makam, sınıf ve memuriyeti belli edecek şekilde başlık giymek âdeti feslere yansımıştı. Bu nedenle pek çok fes giyme ve işaretleme işi çıkmıştı. Bu nedenlerle feslerin Murassa fes, adî fes, işlemeli fes, yeşil imame, beyaz imame, mevalî imame, tülbendî, hamidiye, aziziye, efendi biçimi, İzmir biçimi çeşitleri oluşmuştu.
Fes giymek aslında daha önceden de vardı. Fakat II. Mahmut zamanında bu adet çok yaygınlaştı.
Zîr-i fesde kâkül-i şebbûyını etdim hayâl
Gûyiyâ bitmiş sifâl-i cennet içre fesleğen Enderunlu Vâsıf
KAYNAKÇA
[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/kavuklarin-turleri-sekilleri-ve-anlamlari/112192
[2] NİHAT ÖZTOPRAK, Divan Şiirinde Giyim Kuşam Üzerine Bir Deneme, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 4, İstanbul 2010, 103-154.