Destâr Sarık Kavuk Fes Nedir Eski Şiirde

21.11.2015
 
 

Destâr – Sarık - Kavuk – Fes

 

 Farsça kökenli destar sarık ve  tülbent manasına gelir.  Kenarına çiçek takılmış destarlar ve tülbentler halk ve divan şiirimizde sık sık görülmüştür.  Destar, başa takılan takke, fes vb. şeyler üzerine sarılan sarık manasına gelir

Sarık, Türkçe sarmak kökünden türemiştir. Sarık kelimesi kavuk, fes, börk  gibi başlık ve serpuşların üzerine   sarılan tülbent, şal, abani kumaş  bağlamaya denilirdi.  Sarıklar ve destarlar  giyenlerin hangi tarikata, zümreye veya sınıfa dâhil olduğuna işaret edecek şekilde  kullanılıyor,  sarıkların renkleri, sarılış biçimleri  hatta kullanılan kumaşlar, tarikatların, mesleklerin, mevkii ve memuriyetlerin alâmeti oluyordu. Örneğin  beyaz  tülbentli sarığı ilmiye sınıfı kullanıyordu. Osmanlı'da halk ve tüccarlar, ulema sınıfından ayrılmak için feslerin üzerine  Abani sark sarıyorlardı.  

Sarındı meh yine bir hûb yûsufî destâr

Sokındı farkına bir dâne ince sîm hilâl       Bâki

Beyitte de geçtiği gibi  pek çok destar türü vardı.  “destar-ı hümayun”, padişah destarı, “destar-ı şerif” Mevlevi sarığı,  Yusufî destar, yeşil destar, aşüfte destar, kâtibî destar  vb.

 Mesela  Mevlevilerin uzun külâhları vardı ve bu külahlar onların birer Mevlevi olduğunun en bariz işaretiydi.  Örneğin Edhemilerin  “edhemi “ dedikleri dört dilimli özel serpuşları vardı. Tarikat şeyhleri külâhlarına  beyaz  yeşil, kırmızı, kara  tülbentler sarıyordu.

Örneğin  mutasavvıfların  pâyelî, hüseynî, örfî, dolama destarları onların hangi tarikate ait olduklarını belli etmekteydi.  Sarıkların  şekilleri, dilimleri,  üzerlerindeki tülbentlerin sarma şekilleri dervişlerin şeyhlerin ve müritlerin hangi tarikata dahil olduklarını ifade ediyorlardı.   

Sarıkların ve Kavukların  da  estetik görünüşü, kullanılış pratiği ve hiyerarşide temsil ettiği basamaklara göre çok değişik biçim ve rengi oluyordu. Bu biçimler renkler, ve özellikler kişilerin görevlerini makamlarını mesleklerini belirtecek özellikler taşıyordu. Osmanlılarda  giyen kişinin sosyal sınıfına göre kavuğun şekli ve rengi değişirdi. Yeniçeri kavuğu uzun ve sarıksızdı. Padişahın, vezirlerin, ulemanın, tarikatların vb. özel kavukları vardı.  Sadrazam ve devlet erkânı üstü dar silindir şeklinde tepesi kırmızı renkte olan ve pamuk sargılı mücevveze denilen bir kavuklar kullanırdı. Orta dereceli memurlar ise çubuk başlıklı yukardan aşağıya kalın çizgiler uzanan veya baklava dilimlerine benzeyen  dikimler taşıyan kavuklar giyerlerdi. [1]Örneğin Bilim adamları tepeli kavuk; kâtipler, Katibî tarzında kavuk; hocalar Horasanî kavuk kullanıyordu.

Osmanlı devrinde  çeşitli şekillerde sarık sarmak bir hüner haline gelmişti.  Mutlaka ki o devirde bu işlerin eğitimi özel bir meseleydi. Bu işi meslek edinmiş olanlara  ve destarî ya da destarbent deniyordu.   “Sarığın göz alıcı bir şekilde olması önemli idi. Bu maksatla bilhassa hanımlar sarığın kenarına gül, lâle, menekşe, sümbül, karanfil vb. çiçekler takarlardı” [2] Kadınların  ve erkek civanların  sarıklarına bu şekilde çiçekler takması divan şairlerin şiirlerinde  önemli bir mevzu oldu.

Bî-sebeb rengîn degüldür âl-i destârun senün
Âşikâr oldı şafakdan mihr-i ruhsârun senün   Semerkândî-i Âmidî Âgâh 

Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz
Baş üzre yerin var

Gül goncasısın gûşe-i destâr senindir
Gel ey gül-i ra‘nâ                                      Nedîm

“Sen ki destarlara takılırsın, meclise gelince sana yer bulunmaz mı? Başımız üstünde yerin var”

Bir civan kaşi sarık sarmış başına 
Sürme çekmiş ıtr-i şahiler sürmüş kaşına
Şimdi girmiş dahi tahminimde onbeş yaşına
Gül yanaklı, , gülgili Kerrakeli, mor hareli       Nedim.

Keç edüp gûşe-i destârımı rindâne geçüp
Oturup eyliyeyim bir iki sâ’at ârâm                    Nedim.
“Sarığımın köşesini eğerek rintlere yakışır şekilde geçip oturup bir iki saat dinleneyim.”

Mest-i câm-ı ‘ışk olup âşüfte-destâr ol yüri
Bir levendâne sarıklu dilber-i bî-kârı sev          Yahyâ Bey

Mû-miyânım pek güzel yakışdı buldârî sana
Hem muvafık düşdü bu destâr-ı hünkârî sana    Nedim

Goncesin söyle sabâya eylesin bârî sana
Reng-i gülden câme bûy-ı yâsemenden pîrehen    Nedim

Bir nezâketle açup fes gûşesinden perçemin
Şöyle göstermiş ki kim gördüyse hayrân oldu hep   Nedim



Fes:


Sultan II. Mahmut (1808-1839) zamanında Yeniçeri Ocağı kaldırılınca  resmî başlık olarak  Fes kabul edildi.  Bu başlığa Fas’tan geldiği için fes adı verilmişti. Bu tarihten sonra da herkes Fes giymeye başlamıştı. Ancak makam ve mevkiye  kadın ve erkeğe göre  serpuş takmak, mevki makam, sınıf ve memuriyeti belli edecek  şekilde başlık giymek âdeti feslere yansımıştı. Bu nedenle pek çok fes giyme ve işaretleme işi çıkmıştı.  Bu nedenlerle feslerin  Murassa fes, adî fes, işlemeli fes, yeşil imame, beyaz imame, mevalî imame, tülbendî, hamidiye, aziziye, efendi biçimi, İzmir biçimi çeşitleri oluşmuştu.

Fes giymek aslında daha önceden de vardı. Fakat II. Mahmut zamanında bu adet çok yaygınlaştı.

Zîr-i fesde kâkül-i şebbûyını etdim hayâl
Gûyiyâ bitmiş sifâl-i cennet içre fesleğen                        Enderunlu Vâsıf


KAYNAKÇA

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar