Eğil Dağlar Yahya Kemal

25.03.2015

Yahya Kemal BeyatlıAvrupa’dan dönüşünde  Yeni Mecmua ‘da Osmanlı tarihi şuuru, Osmanlı medeni­yet ve kültürüne  dair yazılar yayımlamaya başlamıştı.  Şiirlerinde ve nesirlerinde  tarih, vatan, mil­let ve İstanbul sevgisini işlemekten usanmayan Yahya  Kemal  lirik ve  epik şiirleri ile yazılarında aşk, tabiat, de­niz, ölüm ve sonsuzluk konularını da işlemiştir.

Eğil Dağlar,  adlı kitabını oluşturan yazılar Yahya Kemal ’in Kurtuluş Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılardan meydana gelmektedir.  Kurtuluş Savaşı esnalarında günü gününe yazılmış olan bu yazılar, Millî Mücadele yıllarındaki olayların tazeliğini ve sıcaklığını taşımaktadır. Halk moral vermek milli birlik ve bütünlüğü korumak maksatlı bu yazılar milletimizin öz güven kazanması, mücadeleyi sürdürmesi,  savaşta başarıya kavuşmak için ineler yapması gerektiği vb yi anlatan içeriklerden oluşmaktadır.

Kitapta Yahya Kemal’in Kurtuluş Savaşı için yazmış olduğu 86 yazı vardır.  Bu yazılardan bazıları şunlardır: Millî Fikirler, Misakı Millî, Ramazanla Beraber, Kandiller Yanarken, Yunan Buhranı, Tevekkül ve Vazife, İstanbul’da Bekamız, İlimde Amel, Kıssadan Hisse, İstiklal Hissimiz, Yeni Türk Ruhu, 23 Nisan, vb.

Yahya Kemal BeyatlıEğil Dağlar adlı eserinin konusu  Milli mücadeledeki kahramanlar ve  gösterdikleri kahramanlıklardır.  Bu eser şairin ölümünden sonra  hayatta iken ve özellikle Kurtuluş savaşı yıllarında yazdığı yazıların bir araya getirilmesi ile  oluşmuştur. Eser Yahya Kemal’in ölümünden sonra Yahya Kemal Enstitüsü tarafından toparlanmış tıpkı Kendi Gök Kubbemiz adlı eserin de olduğu gibi ölümünden sonra  basılmış ve  1966'da yayımlanmıştır.  

 Kitap İstiklâl Harbi yıllarında şairin günü gününe yazdığı  yazılardan oluşur.  Kitap bölüm teşkil edilmiş,  her bölümde ayrı bir anekdot dile getirilmiştir. Kitapta daha çok Türk Askerinden ve İstiklâl Harbi kahramanı Mustafa Kemal Paşa anlatılmaktadır. Eser 88 müstakil nesir yazısı ve  ve on bin satırdan meydana gelmektedir. Kitabın adı ise bir asker türküsü;

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam
Yeni tâlim çıkmış varam alışam.

Mısralarından gelmektedir

Eğil Dağlar’daki yazılar  İstiklâl Harbi’ni  gün be gün izleyen  yazılar şeklinde sıralanmıştır.” Bazen batılı devletlerin tutumu, bazen Yunanlıların ve Yunan ordusunun durumu, bazen Ankara hükûmeti, bazen kamuoyunun konuya bakışı bu yazılarda ele alınmaktadır. “ Yahya Kemal’in bu yazılarının, Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kesilip saklandığı ve daha sonra Yahya Kemal’e gösterildiği bilinen bir gerçektir. [1]

Kitaptaki yazıların bazılarının başlıkları ve konuları şu şekildedir.  Millî Fikirler, Misak-ı Millî, Rama­zanla Beraber, Kandiller Yanarken, Yunan Buhranı, Tevekkül ve Vazife, İstanbul'da Bekamız, İlimde Amel, Kıssadan Hisse, İstiklal Hissimiz, Yeni Türk Ruhu, 23 Nisan, vb.

Eser MEB tarafından orta öğretim kurumlarına tavsiye edilmiş Yüz Temel Eser arasına alınmıştır.  Eser üzerinde yapılan ilk çalışmalardan birini Nihat Sami Banarlı hazırlamış, Banarlı’nın çalışması MEB yayınları tarafından basılmıştır. Eserin 2005 yılındaki Prof. Kâzım Yetiş tarafından hazırlanan  baskısında yazarın şimdiye kadar hiçbir kitabına girmemiş olan “Şark İnsaniyeti”, “Yürüyen Bir Fikir” ve “Bir Ses” isimli yazıları da yer almıştır. [2]

Yahya Ke4mal’in  Kendi Gök Kubbemiz, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar gibi nesir eserleri de Türk Edebiyat tarihinin seçkin eserleri arasındadır.

EĞİL DAĞLAR'dan

Bu şehir Türk'tür ve Türk olmasa insaniyet güzelliğinden bir âlem kaybeder.

Mütarekenin ilk senesi, eli bayraklı Yunan taşkınlığı, ya­pılacak her alayiş gibi yapılmayacak her nümayişi yapmış, İstanbul'u yâr ü ağyâre bir Yunan şehri olarak göstermeye çalışmış bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos'un tütsüsüyle bulandırmıştı. O senenin ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecnebi ile Moda'daydım. Karşıdan İstanbul, mahyalarıyla, minareleri­nin şerefelerindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: "Bu şehir Türk’tür ve Türk olmasa in­saniyet güzelliğinden bir âlem kaybeder!" dedi.  Bu heyeca­nından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayi­şi karşısında hatırına gelen bir mülahazayı söyledi:  "Rumlar bir senedir bu şehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelere başvurmadılar, kendi evlerinden sonra Beyoğlu'nda Türk emlakini da maviye beyaza gark ettiler, siz ses çıkarmadınız lakin bu akşam ne sizin ne de hükümetinizin tertibi eseri ola­rak minareler kendiliğinden öyle bir nümayiş yaptılar ki bu şehrin milliyetini tamamıyla gösterir. " Hakikaten İstanbul'un o gece nümayişi, o senenin bütün çirkin nümayişlerini sön­dürmüştü.

 

Bu akşam İstanbul'u bir daha o hâlinde göreceğiz. Yalnız artık gönlümüz mahyalara kanmıyor. Uzun seneler vatanda gurbet nasıl olurmuş duyduk. Kazâ ve kaderin cilvesinden sonra istiyoruz ki ramazanı cetlerimiz gibi ferahlı bir Müslüman kalbiyle idrak edelim.

Bugünkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayatı te­lakkide daima üçe ayrıldıkları gibi ramazanı tahassüste de üçe ayrılıyorlar.

Bu üç zümrenin yalnız müşterek bir noktası var! Ramazana tehassür! Bir zümreye göre ramazan bir şehrayindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlık Karagözlü, kahveli; nargileli, şuruplu şerbetli, amberli hacıyağlı, kandilli kâğıt fenerli bir şehrayin.

Bu zümrenin ramazan geldi mi hasreti coşuyor, hey gidi günler hey! Nerede eski ramazanlar diye bir acıklı hikâyedir tutturuyorlar ki her mevzu gibi yavaş yavaş beylik üsluba ge­çecek. İkinci bir zümre başta Dârü'l-Hikmetü'l-İslâmiyye ve bütün müttekîler ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, di­yorlar ki: "Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sevdiği tarz­da, bir şehrayindir, rengârenk gûnâgûn levhaları olan bir es­ki Şark âlemidir, diye Frenkler de seviyor; hattâ bu efendile­rin çoğu, ramazanı sevmeyi onların şairlerinden, ressamların­dan öğrenmiş olsalar gerek! Ramazan nefsimizle, dünyevi-hırslarımızla mücadele ettiğimiz bir aydır. Camilerimizde po­tinlerini çıkaramayanlar, pantolonları yüzünden diz çökeme-yenler bir gün, hatta o değil, iftira kadar ancak birkaç saat açlığa katlanamayanlar, neden seviniyorlar?" cetlerimizin mübarek an'anelerini güden bu muttaki, musalli, mutekid zümre hiç olmazsa bu ay müddetince orucu, namazı, sada­kayı, nefsimizi tezkiyeyi tavsiye ediyor. Lakin bir zamandır bu memlekette bir üçüncü zümre türedi. Bu zümre diyor ki: "Se­nede bir defa gelen bu otuz günlük sürekli şehrayin içinde büyük mazinin şaşaasını yaşıyoruz; lakin bu levha mazidir, biz onun içinde bir müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz, zevk alıyoruz, eğleniyoruz. Kendimiz ondan değil ve ona Frenkler kadar yabancıyız. Eğer bu levhanın biraz daha hayatı varsa o eski sürekli hayattan bakiyedir; eski İslam medeniyeti sön­dükten sonra İslâm imamı da gevşedi. İbadet bile ancak bir teamül hâline girdi. Bunun çündür ki Yunan Hükümeti gibi bu milletin, bu dinin imhasına çalışan bir hükümet, zaptettiği Müslüman memleketlerinde Müslüman ahâliye jandarma­larının kırbacıyla namaz kıldırmak, cezayı nakdi tertibiyle oruç tutturmak istihzasına cür'et ediyor. Emindir ki, bugünkü Müslümanların ibadeti o eski iman devirlerimizdeki ibadet gi­bi bir iman olmaktan uzak ve sadece bir teamüldür. Eğer bu­günkü ibadetlerimiz cetlerimizinki gibi pür iman olsaydı, Yu­nan Hükümeti aksine hareket ederdi. Müslümanların elinden her türlü hakk-ı hayatlarını aldığı gibi ibadetlerine de mâni olurdu.

Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyanetine sa­hip, onlar kadar imanı hararetli olursan bu mübarek ay yeni bir şaşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrayin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur."

Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hâlâ yaşıyor. Kimi ramazanın da her şey gi­bi zevalinden korkuyor. Maamafih ramazan eski medeniyeti­mizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor. Her se­ne gibi bu sene de ramazana girerken biraz gurbetten çıkaca­ğız!

 

EĞİL DAĞLAR

 

Eğil dağlar eğil üstünden aşam

 

Felâketin bin acısına mukabil bir hayrı da olmaz olur mu? Yunanlılar bin seneden beri Hudâvendigâr toprağına kök salmış olan Türklüğün köklerini koparmaya savaşırken o topraklar altında yatan ilk Türk beylerini, ilk İslam şehitlerini, ilk Osmanlı padişahlarını uyandırdılar. İki sene evvel İzmir rıhtımında açtıkları facia devresinde bu millet umdukları gibi kanlar içinde boğulmadı, bilakis kanlar içinde dirildi, gözleri­ni açtı, yeni, yepyeni bir hayat idrak etti. Ertuğrul'un türbesi­ni yıktıklarını duyanlar Küçük Asya'nın bütün dağlarından yavaş yavaş iniyor, Söğüt'e doğru yürüyor. Bu saat Hu­dâvendigâr toprağına doğru,, bütün Anadolu'da öyle önüne geçilmez bir yürüyüş var; Tesalya ovalarını inleten meşhur türkü bütün Anadolu vadilerinden geliyor:

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam ahşam!"

Ah bu türkü! Yirmi dört sen evvel hangi şehirden, hangi köyden, hangi kulübeden birdenbire aksetti? Türkleri daima şen olan İzmir'den mi? Daima kahramanca olan Aydın'dan mı? Yoksa daima bağrı yanık olan Edirne'den mi? Nereden? Güftesini üslubu gibi bestesinin zevkinden de nereden çıktığı belli değil; her türkünün iklimi şivesinden az çok belli olur, bunun bilakis menşei Rumeli midir? Anadolu mu anlaşılamı­yor, o kadar millî!

Yirmi dört sene evvel ilk çıktığı zaman vatanın bütün so­kaklarında, Tesalya'ya doğru redif taşıyan Anadolu ve Rume­li trenlerinde yalnız bu türkü işitiliyordu:

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam akşam!"

O harbin redifleri bu türküyü geçtikleri bütün şehirlere baktılar, İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut, Halep, Üsküp, Ma­nastır kafeşantanları sabahlara kadar tekrar ettiler. Erzu­rum'dan Yanya'ya kadar, Alasonya'dan Dökeme Tepeleri'ne kadar her tarafta bu türkü aksediyordu.

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam!"

Bu türkü yeni Türk şiirinin ilk ve maatteessüf son güzel eseridir; çünkü ondan beri bu kadar şevkli, atılışlı, canlı mıs­ralar söylenmedi. Üst tabakanın edebiyatı ya bir nazire gevelemesi yahut da sıkıntı veren bir sinir iniltisi hâlinde iken alt tabakanın insanları köylüler: "Eğil dağlar! Eğil!" tarzında ne kadar atılışlı bir hayalle kıyam ediyorlardı, yeni talim çıktığını haber almış koşuyorlardı, yeni ve muntazam bir millet olma­ğa ne kadar şâyân-ı dikkat bir heves gösteriyorlardı.

Yahya Kemal Beyatlı Hayatı ve Edebi Kişiliği

Kendi Gök Kubbemiz Yahya Kemal Beyatlı

Eğil Dağlar Yahya Kemal

YAHYA KEMAL’İN RAMAZANA DAİR HİSSİYATI

YAHYA KEMAL’İN RAMAZAN DUYGULARI

YAHYA KEMAL İÇİN

YAHYA KEMAL’E

Vahdet - i Vücud ( Rubai - Yahya Kemal)

 

İLGİLİ LİNKLER


[1] https://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=43243

[2] https://www.ykykultur.com.tr/kitap/egil-daglar-istiklal-harbi-yazilari

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da