15. yüzyıl şairleri arasında kendinden söz ettiren şairlerinden biri olan Hümâmî’nin hayatı hakkında detaylı bir bilgi yoktur. Kaynaklarda İznikli olduğu belirtilir. Fakat onun Sî-nâme adlı mesneviis üzerinde bir çalışma yapan Dr. Mustafa ALTUN “ Siname’deki iki gazelin son beyitlerinde Karaman’dan bahsetmesi düşündürücüdür.” [1]Diye bir not düşmüş, Karamanlı olabileceğine dair bir mim koymuştur.
Cânuma zülfüñ tolaşdukça Moğal Çîn gözlerüñ
Devr-i Osmânîde âyîn-i Karaman gösterür
İrüp bu Hümâmînüñ ecel cânına yâ
Rab Osmânda kala mı vu Karamanı görem mi
Sehi Bey, “Heşt Behişt adlı tezkiresinde Hümâmî’nin ilim ehlinden sözü pak, idrâk sahibi, fazıl, kâmil, marifetli, nazmı latîf ve sanatlı, şiirleri güzel, sözü çok akıcı bir kişi olduğu belirtilmektedir” [2]Selmân-ı Sâvecî'nin bir kasidesine yaptığı nazire ile devrinin kaynakları ondan söz etmişlerdir.
Hümâmî, edebî bakımdan çağdaşı Şeyhi ve Ahmedi ’nin ününü aşamamış buna rağmen 15 yy şairleri arasında kendi adını da duyurabilmiş, şair olarak kaynaklarda yer alamayı başarmıştır. Çağdaşlarına göre daha yalın dil kullanmaya çalıştığı söylenebilir. SEHİ BEY ondan övgüyle söz etmiş “nazmını latif ve tatlı, edasını renkli, gazellerini şirin “ bulmuştur.[3]
Sî-nâme, dünyevî aşkın konu edilir. Âşık ve ma'şûk arasında geçen olaylar anlatılır. “Genel olarak âşığın çaresizliği, zorlukları ve bu durum karşısında ma'şûkun naz ve cefa ile karşılık vermesi üzerinde duruluyor. Manzum mektup olarak mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınmış eserin asıl önemi Hümâmî’nin kendi gazellerini de bu mektuplar arasına serpiştirmiş olmasıdır.”
Kara saçında perîşân olalı hasta göñül
Gice ne hâl-ıla geçer ğarîb ben bilürem
Hümâmî ğam yime kim derdüñ-içün yâr dimiş
Anuñ devâsını bilmez tabîb ben bilürem
Hümâmî’nin günümüze ulaşan belki de tek eseri, Sİ-NAME adlı mesnevisidir. Bu eserin dışında tezkirelere ve mecmualara alınmış gazelleri de mevcuttur
Sİ- NAME ADLI MESNEVİSİ
Hümâmî’nin günümüze ulaşan belki de tek eseridir. Müellifi bu eserini II. Murad’ın II. Mehmed’in veziri Çandarlı Halil Paşa (ölümü: İstanbul 1453) namına tercüme ve te’lif etmiştir. “Şair bu eserini hatime bölümünde kaydedilen tarihe göre hicrî 10 Ramazan 839 (milâdî 19 Mart 1435)’da te’lif ettiğini belirtmiştir. Yine aynı bölümde eserin aslının Fars dilinde yazıldığı ve Emir Hüseynî’ye ait olduğu dile getirilmektedir. “ [4]Eser mesnevi nazım şekli ile yazılmış yalnız içinde bir herhangi bir hikâyenin ele alınmamıştır.
Sî-nâme, iki tevhid, bir münacât, bir na’t, dört halifeye naat ve bir medhiye ile başlar. “Sebeb-i nazm dan sonra muhtelif konulara değinin beyitler yazar, Şehhi ve Ahmet Paşa’dan övgüyle söz ederek duygu ve düşünceleri ile ve devrin genel eğilimleri ilgili rast gele konulara değinir. Yaklaşık 1950 beyitten oluşan mesnevi bir çeşit firakname özelliği gösterir.
Eser, Çandarlı Halil Paşa’ya ithaf edilmiş, , Bibliotheque Nationale nüshasında "der-medh-i mahdûm—i a’zam ve yigâne-i zamân Dâvd Çelebi-i kâmurân" başlığı ile Süleyman ibn Davûd adına da bir medhiye yapılmıştır. Süleymaniye nüshasında ise Halil Paşa’nın adına rastlanmaktadır.[5]
Sİ - NAME’NİN NÜSHALARI.
Süleymaniye nüshası: İznikli Hümâmî, Sî-nâme, (839 Hicrî / 1435 Milâdî) Hacı Mahmud Efendi, 3961/I Mikrofilm Arşiv No: 3610/, Bibliotheque Nationale nüshası: İznikli Hümâmî, Sî-nâme Ancien Fond Turc, 304, British Museum (Library) nüshası: Divan-ı Hümâmî, Or. 11234,[6]
kaynakça
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın