Şeyhi Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri

18.06.2011
 

ŞEYHİ

 

 Şeyhî (?-1431) Kütahya doğumlu Türk Divan şairi.

 

Kaynaklara göre asıl adı Yusuf Sinanüddin veya Yusuf Sinan'dır. Germiyanlı Şeyhi ya da Hekim Sinan olarak da bilinir. Orhan Gazi ve I. Murat'a vezirlik yapmış olan Sinanüddin Fakıh Yusuf Paşa ile karıştırılmamalıdır.Şeyhi'nin doğum tarihi bilinmese de, Kütahya'da doğduğu ve çocukluğunu burada geçirdiği bilinmektedir. Bazı kaynaklarda, 1371 yılında doğduğu belirtilse de bu tarihin doğruluğu ispatlanmamıştır. Fakat Çelebi Mehmed’i tedavi ettiği yıllarda şâirin kırklı yaşlarda olduğu bilgisi kaynaklardan çıkarılabildiğine göre şairin 1370 ila 1376 yıları arasında doğmuş olabileceği kuvvetle muhtemeldir. [1]

 

Şeyhi, Germiyan sahasında yetişmiş aşağı yukarı Ahmedi Dai ile birlikte yetişmiş hatta onunla birlikte aynı muhitlerde bulunmuş bir şairdir.  Şeyhi, I. Murad, Yıldırım Bayezid, Çelebi Süleyman (Germiyan Beyi), Çelebi Mehmed ve II. Murad devirlerinde yaşamıştır.

 

Şeyhî, ilk eğitimine Kütahya’da başlamış ve rivayetlere göre bu arada kendisi gibi meşhur bir şâir olan Ahmedî’den ders görmüştür. [2] Kimi kaynaklardan alınan bilgiler göre tıp öğrenimi için İran’a gitmiş orada tasavvuf konusunda da eğitim almıştır.[3] Tezkirelerin verdiği bilgiye bakılırsa Kütahya’da medrese eğitimini tamamladıktan sonra gittiği İran’da uzun bir müddet kalıp tıp, tasavvuf, ecza ve hikmet gibi ilim dallarında eğitim almıştır. Sehî Bey tezkiresine göre bu yıllarda Seyyid Şerif-i Cürcânî ile sınıf arkadaşı olmuş ve onun da ilmi ile görüşlerinden istifade etmiştir. [4]

 

Tezkirelerin verdiği bilgilere ve aktardıkları rivayete göre Şeyhi mahlasını İran dönüşünde Ankara’da almış olur. Şeyhe tabi anlamına gelen Şeyhi mahlasını ona veren kişi ise Hacı Bayram-ı Veli olmuştur. İran dan dönerken Ankara’ya gelen ve Hacı Bayram Veli’nin dergâhında bir müddet kalan Şeyhi ona intisap etmiş ve Hacı Bayram Veli de ona Şeyhi mahlasını vermiştir.[5] Bu mahlası kullanmayı sürdürmesinden ve şiirlerindeki ibarelerden anlaşıldığı kadarı ile Hacı Bayram’dan aldığı tasavvuf neşvesini ömür boyu sürdürmüştür. Ancak mevki sahiplerinin yanından ayrılmamış olmadan yaşamış olması tasavvufa ilgisi olmakla birlikte kendisini tamamen tasavvufa bütünüyle vermediğini gösterir. 

 

Ankara’dan sonra Kütahya’ya gelen Şeyhi, İranlı hocalardan gördüğü eğitim gereği Kütahya’da bir ezca dükkânı açtığına dair bilgiler bulunur. Memleketine döndükten sonra Germiyan’da bir attar dükkânı açıp tabipliğe başlayan şâir, evvelâ Germiyan Beyi 2. Yakub’un hizmetine girmiş, daha sonra Süleyman Şah’ın saltanatı döneminde, Germiyan’ın Osmanlılara düğün hediyesi olarak verilmesi üzerine Çelebi Mehmet ve daha sonra 2. Murad’a intisap etmiştir.[6]

 

Kaynaklara göre Çelebi Mehmed gözünden rahatsızlanınca onun bu rahatsızlığını gidermiş ve ondan ihsanlar görmüş, bir rivayete göre sultanın hususi tabipliğine tayin edilmiştir. Şeyhî, Osmanlı kaynaklarında, ilk “Reisü’l Etibbâ” yani hekimbaşısı olarak kaydedilir. [7] 2. Murad’ın 1421 yılında tahta geçişinden sonra, onu ziyaret için Edirne’ye giden Şeyhî’nin 2. Murad’ın emriyle Hüsrev ü Şîrîn mesnevisini tercümeye başladığı ve bunu müteakip Hüsrev ü Şirin’den nazmettiği bin beyti 2. Murad’a teslim edip tekrar Germiyan’a döndüğü belirtildiğine göre Şeyhi’nin sarayda uzun müddet kalmamış olması lâzım gelir. 

Şeyhi’yi çok takdir eden II. Murad, onu vezir yapmak ister. Şeyhi’yi çekemeyenler onun, Nizami’nin Penc-genc’i gibi beş mesnevi yazdıktan sonra bu makama gelmesinin daha uygun olacağını söylerler. [8] Şeyhi bunun üzerine; Nizami’nin “Hüsrev ü Şirin” adlı mesnevisini Farsçadan Türkçe ’ye tercüme etmeye başlar.  Hatta bin beytini yazdıktan sonra bunu padişaha gösterir. Rivayetlere göre Padişah emeklerine karşılık olarak Şeyhi’ ye Kütahya yakınlarındaki Tokuzlu köyünü tımar olarak verir. Fakat Şeyhi köyde (muhtemelen köylüler veya eski tımar sahibi tarafından ) dövülür ve saldırıya uğrar. Bunun üzerine Harnâme (Eşeknâme) isimli mesneviyi yazar.

Fakat Hüsrev-i Şirin’in 6400 e yakın beytine kadar geldiği halde bu eserini tamamlayamadan vefat etmiş olduğundan bu eseri yarım kalır, Şeyhi’nin ölüm tarihi, kesinlik kazanmış değildir. Sehî Bey, Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi gibi tezkire müellifleri Şeyhî’nin vefatı hakkında sadece “Hüsrev ü Şirin’i tamamlayamadan hayatı hitam buldu.” kanaatine yer verirler. Riyâzi ve Fâizi Tezkireleri de bu bilgilere ek olarak şâirin 2. Murad devrinde ölmüş olduğu şeklidedir.

 

Faruk Kadri Timurtaş, onun 1431 yılında ölmüş olabileceği ihtimali üzerinde durmuş ise de bu tarih kesin değildir. 1431 yılı civarında altmış yaşlarında öldüğü sanılan Şeyhi’nin mezarının ise Kütahya’nın Dumlupınar ilçesine bağlı Çifte Pınar Köyü yakınındadır. ( İsen ve Kurnaz 1990: 11-21).[9]
 

 

Edebî Kişiliği

 

Şeyhi erken dönem Divan Edebiyatı şairlerindendir ve divan edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olmuştur. Tasavvufi bir kişilik olmasına ve tasavvuf eğitimi almış olmasına rağmen eserlerinde tasavvufi öğeler bulunmamaktadır. Din dışı şiirler yazmayı tercih etmiştir.

 

Şeyhi, bilime olan merakı ile İran'a gitmiş; burada başta tıp ve tasavvuf olmak üzere yoğun bir eğitim görmüştür. Öğrenimini tamamlayarak Anadolu'ya geri dönmüştür. Bu sıralarda Hekim Sinan olarak anılmaktadır. Bir hekim olarak ünlenen Şeyhi'nin tedavi ettiği hastalar içinde Sultan Mehmed Çelebi de vardır. Hacı Bayram Veli'den fazlasıyla etkilenmiş ve onun dervişi olmuştur. II. Murat zamanında saraya çok yakın olan Şeyhi, padişahın hekimlerindendir.

 

Gazel ve kasidelerinde Selmân-ı Sâveci ve Hâfız-ı Şirâzi'nin tesiri görülür. Şeyhi’nin gazellerini, eski kaynakların Hüsrev ü Şirin kadar değerli saymamalarının nedeni de İranlı şairlerden aldığı bu etkiler yüzünden olsa gerektir.  En başarılı eseri Harname’dir. Bu eseri Türk Mizah edebiyatının başyapıtlarında sayılır. Harnâme’de çok başarılı ince alay ve nükteler vardır. 15 yy en önemli şairlerinden biri olan Şeyhi’nin edebiyatımıza derin tesirleri olmuştur. Ahmet Paşa, Necati, Fuzuli ve Bâkî de dâhil 45 kadar şair onun kaside ve gazellerine nazireler yazmıştır. Bu bile ne kadar önemli bir isim olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. 

 

 

ESERLERİ

Şeyhi’nin başlıca eserleri Divan, Harnâme ve Husrev-ü Şirin'dir. Kenz-ül Menafi, Habnâme ve Neynâme adlı eserleri tıbba dair eserlerdir. Hâb-nâme adını taşıyan eserinin Attar'dan çevrilmiş bir mesnevisi  olduğu zannedilmektedir. .

 

DİVANI

Divanı orta hacimdedir. Şeyhi Divanı’nda, 15 kaside yer almaktadır. 1., 2. ve 3. kaside tevhit, 4. kaside münacat, 5. kaside, naat türündedir. 1. kaside 22 beyit, 2. kaside 16 beyit, 3. kaside 60 beyit, 4. kaside 15 beyit, 5. kaside 50 beyittir.[10] Şeyhi Divanı, Mustafa İsen, Cemâl Kurnaz, tarafından incelenmiş ve yayımlanmıştır.  

 

HÜSREV-İ ŞİRİN

Şeyhî'nin en büyük eseri Hüsrev ü Şirin' mesnevisidir. Eserin konusu  İran hükümdarı Hürmüz'ün oğlu Hüsrev ile Ermen meliki Mehîn Bânu'nun yeğeni Şirin arasındaki aşk hikâyesidir. Eser, mefâîlün mefâîlün faûlün vezniyle yazılmıştır ve  11 bölüm ve 6944 beyitten oluşur. Konuyu Genceli Nizami’nin aynı adı taşıyan eserinden almış, ama birçok bölümün değiştirmiş ve özgün ilaveler yapmıştır. Böylece eser basit bir tercüme değil, klâsik bir hikâyenin yeniden yazılması mahiyeti taşımaktadır. Eserde Senâî, Attâr, Mevlânâ ve Sa'dî'den de izler görülmektedir.

 

     Şeyhi Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserleri

     Şeyhi'nin Hüsrev-i Şirin Mesnevisi

     Şeyhi Harname Özeti Ve Harname’den Bölümler

     Şeyhi Divanı

 

HARNAME

Aruzun “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla yazılmış 126 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. [11] Harname, dört kısımdan meydana gelmiştir.(Timurtaş 1993: 477).  Ancak eserin 5 bölümden oluştuğunu söylemek daha uygundur. Divan şiiri geleneğinde mesnevilerin ilk kısmını tevhit ve naatlar teşkil eder. Söz konusu eserin ilk 7 beyti Allah’a, sonraki 5 beyti Peygamber efendimize, sonraki 26 beyti ise padişaha övgü kısımlarıdır. Bu kısımlardan sonra 83 beyti asıl hikâye kısmı oluştururken son 5 beyit ise dua kısmıdır.[12]

 

Bu fabl eserde, kaderi yük taşımak olan bir eşeğin semiren öküzlere özenmesi üzerine başına gelenler mizahi ve alegorik bir dil ile hicvedilmiştir.  Harname’sindeki eşeğin dilinden “Dirlik umdukça zahmet gördüğünü, düzen istedikçe mihnet bulduğunu” söyleyen şair,  bu eseri kendi durumuna benzeterek yazmıştır.

 

Hikayede, yük çekmekten bıkmış,, sırtına bir sinek konsa yorulacak  zayıf ve hasta düşmüş  bir eşeği sahibi otlağa bırakır.. Eşek orada ot yiyerek iyice beslenmiş semiz öküzler görür. Ağzında yular, sırtında palan taşımayan öküzlerin boynuzlarına, şişman rahat ve gürbüz hallerine hayran olur. Kendi durumunu düşünür, niçin bu durumda kaldığını kendinden daha akıllı ve yaşlı bir eşeğe sorar. O da öküzün rızk nedeni ile yaratıldığını, gece gündüz arpa, buğday işlediğini, tahılın oluşmasına yardımcı olduğunu, bundan ötürü de semirdiğini söyler. Eşeklerin işinin ancak odun taşımak olduğunu, bu yüzden zayıf kaldıklarını anlatır.

 

Eşek arpa, buğday işleyip rahata kavuşmayı öküzler gibi olmayı düşleyerek giderken, yolda yeşermiş bir tarla görür. Tarlaya girip öküzler gibi ekini yiyip bitirdikten sonra zevk ve neşe ile anırmaya başlar. Fakat tarlanın sahibi bu durumu görmüş ve çok sinirlenmiştir.   Tarla sahibi eşeği yakalayıp bir güzel patakladıktan sonra eşeğin kuyruklarını ve kulaklarını keser.

 

“Eser, hikâyenin kahramanlarından “bilge eşek” vasıtasıyla sosyal eşitlik ilkesini savunan ve herkesin yaptığı işin değeri kadar servet ve refaha kavuşması gerektiği fikrini vurgulayan bir mesaj barındırmaktadır.”Şair, Harnamedeki bu konu ile insanların ortak değerlere göre davranması gerektiğini, kimsenin kaderine karşı gelemeyeceğini, kendinden başka olmaya kalkışmanın getireceği sıkıntıları, yaratılışlarına aykırı davranmaya kalkışanların başlarına ne türlü felaketlerin geleceğini anlatmak istemiştir

 

 Şeyhi TÜM Şiirleri

 

KAYNAKÇA 

 

[1] Muzaffer KILIÇ, DİVAN ŞİİRİNDE BİR HAYVAN MASALI: "HARNAME", Turkish Studies - Summer 2011, p.1967-1982 TURKEY, turkishstudies.net/shf. 1967-1977

[2] Ahmet Ali ÖZER , Şeyhî Hayatı Sanatı ve Eserleri, Yağmur Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2009

[3] Dr. Aslan Tekin, Edebiyatımızda İismler, Elips Yayn. Ankara, 2005, shf 504

[4] iSEN, Mustafa ve KURNAZ, Cemâl (1990), Şeyhî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, shf. 11-21

[5] TİMURTAŞ, Faruk Kadri (1993), “Şeyhi”, İslam Ansiklopedisi, Ankara, MEB, 11. Cilt, s. 474-479

[6] TİMURTAŞ, Faruk Kadri (1993), “Şeyhi”, İslam Ansiklopedisi, Ankara, MEB, 11. Cilt, s. 474-479

[7]  Ahmet Ali ÖZER , Şeyhî Hayatı Sanatı ve Eserleri, Yağmur Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2009

[8] Mehmet Özdemir , Harnâme’ nin Tahkiye Dışındaki Bölümlerine Şekil ve Muhteva Açısından Bakış Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2010) 3/1, 68-82

[9] Muzaffer KILIÇ,agy. Shf,1968

[10] Meheddin İSPİR, “Şeyhî Divanı’nındaki Kasidelerin Edebî Türler ve Tarzlar Açısından İncelenmesi I (Dinî Türler)”, TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ • 103

[11] T?MURTA?, Faruk Kadri (1964), “Şeyhî?nin Harnâmesi Üzerinde Dil Araştırmaları, Türk Kültürü

[12] Muzaffer KILIÇ,SHF.1969

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar