KategorilerKİTAP ÖZETLERİ VE ELEŞTİRİLERİKızılcık Dalları Hakkında Konu Özet Analiz Reşat Nuri

Kızılcık Dalları Hakkında Konu Özet Analiz Reşat Nuri

19.06.2019

 

ESERİN YAZARI KONUSU DÖNEMİ TÜRÜ HAKKINDA

Kızılcık Dalları adlı roman Reşat Nuri Güntekin ’in ilk baskısı 1932 yılında yapılan, 1968 yılına kadar6, 2017 yılına kadar da 27. Baskıyı görmüş bir romanıdır. Roman “Öğretmenler ve memurlar romancısı” (Kaplan, 1957, 4’ten aktaran; Emil, 1990, 74), olarak anılan Reşat Nuri’nin diğer romanlarında da sık sık görülen konak hayatı konusunu detaylandıran romanlarından biridir.

Kendisi de bir paşazade olan ve çocukluk günlerinde dadılar, mürebbiyeler ve onların anlattıkları cariyeler, evlatlıklar, odalıklarla ilgili yaşanmış hayat hikâyelerini dinleyerek büyüyen Reşat Nuri’nin hemen her eserinde konak hayatı ile ilgili değişik detaylar bulunmaktadır. Nitekim yazarın özellikle, Yaprak Döküm ,Çalıkuşu  ,Acımak , Dudaktan Kalbe adlı romanlarında da konak hayatı ile ilgili özellikler hayli öne çıkmaktadır.

Yazarın Kızılcık Dalları adlı romanı da büyük ölçüde konak hayatını anlatmakta, konak hayatına giren dadıların bakıcıların, sütannelerin yaşamları üzerine yazılmış bu romanda çocuk bakıcısı olarak konağa giren köy çocuğu Gülsüm’ün acıklı hayatı ve hazin dünyası ele alınmıştır.

Daha ziyade sosyal konularda yazan, sosyal faydayı öne çıkaran Reşat Nuri bu romanında da sosyal bir konuyu el almış, Gülsüm adlı karakter üzerinden zenginlerin konağına zaruretleri nedeni ile düşen yoksul, kimsesiz ve çaresiz insanların dramlarını muazzam bir duygudaşlık ve gerçeklilik ile dile getirmeyi başarmıştır.

Eski devirlerdeki konak hayatında yaşayan sosyal tabakalarını üsttekiler ve alttakiler olarak oldukça başarılı bir şekilde aktaran roman, konak hayatının ezileni olan Gülsüm üzerinden aktarmış,  bu romanında da karakterlerini tek bir yönden ele almak hatasını sürdürmüştür

Kitabın Konusu

Nadide Hanım’ın konağına çocuk bakıcısı olarak katılmak zorunda kalan bakıcı Gülsüm’ün koparıldığı kardeşi İsmail’e duyduğu özlem, konak sahiplerinden gördüğü eziyetler, kızılcık dalları yediği sopalar ve acılarla dolu hayatı romanın konusudur.

Ana fikri

Kötülük eden eninde sonunda yaptıklarının bedelini öder.

Kitabın Özeti

 

Kızılcık Dalları roman özetini aşağıdan kolayca okuyabilirsiniz. Reşat Nuri Güntekin tarafından yazılan eserin konusunu, şahıs kadrosunu, kısa özetini ve türünü öğrenmek için aşağıya göz atmanız yeterlidir

Romanın Karakterleri

Gülsüm: Romanın başkahramanı olan Gülsüm, yoksul babası tarafından küçük kardeşi İbrahim’den kopartılarak Nadide Hanım’ın konağına Nadide Hanım’ın torunu Bülent’e bakması için bırakılmış,  konak ahalisi tarafından kızılcık sopaları ile dövülerek, ezilerek, horlanarak kardeşi İbrahim’e kavuşmak hayali iel katlanarak yaşamıştır. Vefalı, iyi niyetli, saf ve temiz bir kız olarak betimlenmiştir.

Nadide Hanım: Altmış yaşlarında zengin ve konağın sahibi bir kadındır.  Konakta çalışanları aşağılayan kendini onlardan üstün gören ise aşağı tabakadan gören bir kadındır.

 Lala Tahir: Konaktaki çocuklarla ilgilenen bir kişidir. Gülsüm’ü kullanmıştır. Kendi özel işlerini yaptırır.

 

KIZILCIK DALLARI ÖZETİ

Pendik istasyonunda ortanca kızını bekleyen Nadide Hanım, geziden dönen kızıyla damadını karşılamak için İstasyona gelmişti. Onları beklerken  trenden inen yaşlı bir köylü ile iki çocuk görmüştü.  Ayaklarında ayakkabı olmayan, sırtlarında bir yorganla inen yaşlıca adamın yanında birisi dokuz yaşında bir kız,  kızın kucağında ise uyuyan bir bebek vardı.

Adam ve iki çocuğu Nadide Hanım’ın evinin önünde kalmışlar,  akşamüzeri balkona çıkan Nadide Hanım da onları görmüştü.  Belli ki adamın hem gidecek bir yeri yok, hem de parası yoktu. Köylünün geceyi orada geçirmeyi planladığı belli oluyordu.  Nadide Hanım dayanamamış onları eve almış, yemek ikram ederek karınlarını da doyurmuştu. Adının Gülsüm olduğunu öğrendiği kız, çok aç olduğu belli olmasına rağmen kendisi yemek yemiyor; kucağındaki kardeşi İsmail’i doyurmaya çabalıyordu.  Bu manzarayı gören Nadide Hanım’ın aklına daha yeni doğmuş olan torunu Bülent gelmişti.  Nadide Hanım,  bu nedenle Gülsüm’ü, torunu Bülent’e bakıcı olarak almak istedi. Çocukların babası olan orta yaşlı köylü bu teklifi kabul etmiş fakat çocuklarının birbirinden ayrılamayacağını, Gülsüm, küçük kardeşi İsmail’e inanılmayacak kadar bağlı olduğunu söylemişti. . Nadide Hanım ise Gülsüm’ün bakıcı olarak kalmasında ısrar etmiş ancak Gülsüm ise küçük kardeşi İsmail’den ayrılmak istememişti.   Nitekim Gülsüm’ü İsmail’den ayırmak imkânsız gibi gözüküyorsa da Nadide Hanım, Gülsüm’ü konağına hizmetçi olarak almış, Yorganlı köylü ise oğlu İsmail’i alarak oradan ayrılmıştı. Gülsüm birkaç büyük üzüntüler çekse de, acısını bir iki gün içinde duruma katlanır hale gelmişti.

Nadide Hanım;  marazi tabiatlı, her vakit kendine üzülecek bir şey bulan, kızlarına, içgüveyi aldığı damatlarına, torunlarına düşkün,   sinirli ama konaktaki herkesin saygı duyduğu varlıklı bir hanımdı.  

Gülsüm, bakıcı olarak çalışmaya başladığı bu konakta İsmail’e kavuşacağı günlerin özlemi içindeydi.  Gülsüm bir yandan konağa ve kardeşi İsmail’in ayrılığına alışmaya çalışırken kendisini çok zor günlerin beklemekte olduğunu da anlıyordu. . Gülsüm, evdeki herkes tarafından küçük görülüyor, aşağılanıyor, azarlanıyor, dövülüyor, olan biten her şeyin suçlusu olarak görülüyordu. Gidecek hiçbir yeri olmayan, başka hiçbir seçeneği de bulunmayan Gülsüm, her şeye katlanmak zorundaydı.

 

Herkes Gülsüm ‘ü kendi çıkarı için kullanıyor, Gülsüm evdeki herklesin ayrı ayrı yardımına koşturmak zorundaydı.  Her şeye rağmen her fırsatta İsmail’i anıyor olması ev halkını sinirlendiriyordu. Köyden gelen Gülsüm ise zenginlerin hayatına adapte olmakta zorlanıyor bazı şeyleri öğrenmek ve yapmakta da geç kalmış oluyordu.

Gülsüm, İsmail’e mektup yazabilmek için okula bile gitmiş ama okuma ve yazmayı öğrenememişti.  Evdeki eski elbiseleri toplayıp İsmail’e göndermeyi tasarlıyor ama gönderecek adres ve fırsat bulamıyordu.  İsmail’in yanına gidebilmek için para biriktiriyor ama gidemiyordu.

Gülsüm’ün bu eve alınma nedeni evin en küçük çocuğu Bülent’e bakıcılık yapması içindi ama Gülsüm İsmail’den başka bir şey düşünmüyordu.

Bülent’in sütninesi Gülsüm’ün çocuğa daha iyi bakabilmesi için İsmail’in öldüğü haberini yaymaya başlamıştı.  Bunun üzerine Gülsüm günlerce ağlayıp sızlamış, ama en sonunda da dayanılmaz acısına dayanmak zorunda kalan Gülsüm’e dayak atmaya başlamıştı.  Evdekiler onu dövmek için kızılcık sopası kullanıyor, azar işittikten sonra üzerine bir de kızılcık dallarından yapılmış bir sopa da yiyordu.

Bir zaman bunlara katlanan Gülsüm daha sonra sevgisini Bülent’e yönlendirmiş, İsmail yerine koyduğu Bülent’in etrafında pervane olmaya başlamıştı.  Bu ihtimam sonrasında Bülent de ona çok sıkı bağlanmış, Gülsüm’ü annesinden ve sütannesinden daha çok sevemeye başlamıştı.

Bülent, Gülsüm’ü çok seviyor, o ne derse yapıyor;  başka kimseyi dinlemiyordu. Fakat seneler geçtikten sonra Bülent de büyüdükçe Gülsüm’e ters davranmaya başlamıştı. Hatta bir gün bir kaza olmuş,  Bülent’in bir kolu kırılmış bu olayın müsebbi de Gülsüm kabul edilmişti. Bu olaydan sonra Bülent’in bakıcılığı Gülsüm’den alınmıştı.  

Gülsüm, evin işini yapmaktan onun bunun her işine koşmaktan öğrenip yapabildiği hemen hiçbir şey yoktu. Bülent’ten de ayrıldıktan sonra konakta geçirdiği yedi yılı sorgular hale gelmişti. Artık büyüyüp genç bir kız olmuş, hayatı ve geleceği hakkında da endişeler duymaya başlamıştı.  İşine ve eve ne kadar sadık olursa olsun, dayak, azar ve tazirden başka elde ettiği hiçbir şeyi de yoktu. Ne yapsa yeterli görülmüyor, ne yapsa hiç kimseye yaranması mümkün de olmuyordu. Kızılcık dallarından yapılmış sopalar ile dövülmekten de bir türlü kurtulamıyordu.

Her ne yaparsa yapsın kızılcık dallarından yapılmış sopaları yemekten kurtulamayacağını iyice idrak eden Gülsüm, artık bu evde yapamayacağını da anlamıştı.  O yaz yine Pendik’e gitmişler,  merhum bir Paşa’nın  akrabası olan Murat Bey ile karşılaşmışlardı.

Murat Bey’in karısı verem olmuş bu nedenle Pendik’in havası iyi gelir düşüncesi ile sahile gelmişlerdi. Fakat kadının hastalığı iyice ilerlemiş iki çocuğu ile çok perişan bir hale de düşmüşlerdi.  Nadide Hanım onları ziyarete gitmiş anneleri ağır hasta olduğundan perişan hale düşen çocuklara bakması için Gülsüm’ü onlara bırakmıştı.

Murat Bey ise karısı vefat ettikten sonra Nadide Hanımın küçük kızı Saniye Hanım ile evlenmeyi tasarlıyor bu nedenle de sütnine ile iş birliği yapıyordu. Murat Bey’in ölümü yaklaşmakta olan veremli hanımı da olan biteni sezmişti.  Kadın ölüm döşeğinde Gülsüm’e :”Eğer ölürsem ve Saniye’yi Murat ile evlendirirlerse ölüm döşeğine düşsünler, evlatlarını görmesinler, benim gibi onlar da gözünün önünde ölsünler” dedi.

Kadın ölünce eve dönen Gülsüm, Saniye Hanım’ı Murat Bey ile evlendirmek hazırlığına girişmiş olan ev halkına Murat Bey’in ölen karısının bedduasını aktarmış ve konağı da terk edip gitmişti.

Aradan seneler geçmiş kadının bedduası tutmuş;  Nadide Hanım iyice yaşlanmış, iki kızını da toprağa vermiş,  Dürdane karaciğer hastalığından, Saniye ise apandisten ölmüştü. Çocukların her biri bir yere dağılmış, konak da elde avuçta kalmamış;  Nadide Hanım ise Ankara’daki bir akrabasının yanına sığınmak zorunda kalmıştı.  

Nadide Hanım o gece akrabasının hatırı için tiyatroya gelmiştir. Sahnede herkesin hayranı olduğu güzel kantocu vardır. Nadide Hanım bu kantocuyu görünce çok şaşırmış Gülsüm’e benzetmiştir.  Evet bu Gülsüm’dür ama, onları fark edip yanlarına gelene kadar hiçbir şey diyememiştir.

 

TÜM ESERLERİ İÇİN TIKLAYIN

https://edebiyatvesanatakademisi.com/writer/resat-nuri-guntekin

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da