KategorilerEL SANATLARIMIZAltın Gümüş Telkari BakırOsmanlı Kuyumcuarı Ehl-i Hiref Teşkilatı ve Bize Kalan Mirası

Osmanlı Kuyumcuarı Ehl-i Hiref Teşkilatı ve Bize Kalan Mirası

20.08.2016

Osmanlı sarayında kuyumculuk teşkilatının adı ehl-i hiref denilen sanatkârlar zümresi olarak anılıyordu.  Ehl-i hiref’in el sanatlarıyla uğraşan kimseler anlamına gelirdi.

Osmanlı devletindeki ehli hiref teşkilatını kurulması Balkanlardan ve İran’dan getirtilen kuyumcu ustaları sayesinde olmuştu. Osmanlı ehl-i hiref teşkilatının ilk ustalarının Selçuklular kanalı ile gelen Fars kültürü menşeli yetişen ustalar olması kuvvetle muhtemeldir.. İlk Türk mücevher ustalarının yetişmesinden sonra geç dönemlerde Ermeni ustaların da saraya girdikleri de tahmin edilebilir.  İstanbul ve Trabzon’un fethinden sonra  Roma ve Bizans kültürlerinden gelen birikimleri taşıyan ustaların da ehl-i hiref teşkilatının bilgi, deneyim ve kuyumculuk sanatının dallarında gelişme göstermesine büyük katkı sağlamış olduklarını tahmin etmek zor değildir.  Kakma, çakma, oyma, savat, telkari, hasır, mıhlama , kazaziye, tombak ve minecilik, hatta altın ve gümüş teller ile ipekli elbiseler ve kumaşlar işleme ve  dokuma  gibi teknikleri İran, Ermeni  ve Rum asıllı kuyumcuların getirdiğini düşünmek de gerekmektedir.

Osmanlı ehl-i hiref teşkilatı bu sayede çağının en ileri kuyumculuk işleme merkezi olmuş, elmas, yakut, altın ve gümüş işlemeciliğinde çağlarının en zengin ürünlerini ortaya koymuşlardır. Ehl-i hiref teşkilatı saraya devşirme olarak verilen veya alınan devşirme çocuklardan arasından seçilmiş ve eğitilmiş kişilerden oluşurdu. Acemi devşirmeler kuyumculuk ustalarının yanlarında yeteneklerine göre yetiştirilir,  bu sanatta ilerleyebildikleri düzeye göre kalfa ve usta olurlar, ulaştıkları kademelere göre de gündelik gelirleri giderek arttırılırdı.

Ehl-i hiref teşkilatı Topkapı Sarayı'nın Orta Kapısı ile Akağalar kapısı arasında kalan Bîrun denilen bölümde yaşarlar bu teşkilata dâhil olanların en tecrübelisine ve en üst kademesine gelmiş olan amirlerine ise kuyumcu başı denirdi.

 “Ehl-i hiref teşkilâtında kuyumculukla uğraşan pek çok ustanın ve çeşitli bölüklerin yer aldığı belgelerden anlaşılır. Ki bunların başında altın işçiliği yapan "Zergerân" bölüğü gelmektedir. Yeşim, necef ve maden eserler üzerine altın kakmacılığı yapanlara "zernişâni", taş yontucu ve işlemecilere "hakkâkân", taşa foya yapanlara ise " foyager" denilmekteydi. Saray kuyumculuğu ile ilgili bazı bilgileri mevâcip (maaş), masraf ve in'am defterlerinden edinmekteyiz” ( Aygün Ülgen, Osmanlı'da Mücevher Tarihi, steps365.com/haber_detay.php? )

Ehl-i hiref teşkilâtının kuruluşunun İstanbul’un fethinden sonra Fatih zamanında gerçekleştiği Trabzon’un fethinden sonra da ileri teknikleri uygulamaya başladıkları sanılmaktadır. Topkapı Sarayı'nda Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulan hazine koğuşunun amiri, hazinedar başı ve hazine kethüdası idi. “Hazinedar başı sarayın en nüfuzlu görevlilerindendi. O, sarayda hizmet gören ve sayıları 2000 kadar olan saray sanatkârlarının başı olduğu gibi, Enderun hazinesi ve saraya ait mücevherler ve kıymetli eşyanın korunmasından da sorumluydu.  Serhâzin-i Enderun denilen hazinedârbaşı, ehl-i hirefe karışır, maaşlarını dağıtırdı. Kuyumcubaşı saray kuyumcularına nezaret eder ve onları yetiştirirlerdi. Kuyumcu başının bir başka görevi de saray için alınacak mücevherlerin değerlerini, yabancı ülkelere yollanacak mücevherlerin kıymetini vb tespit etmekti.” [1]

Hazine-i Amire (hazine-i hümayun)'nin Yavuz Sultan Selim (1512- 1520) zamanında dolup taştığı bilinmektedir. Çaldıran Savaşından sonra Tebriz’e,  daha sonra da Mısır’a girilmesi ile Safevi ve Memluk hazineleri Osmanlının eline geçmiş oldu. Pers, Sasani, Emevi Abbasi kültürlerinin birikimlerini de bilen pek çok kuyumcu ve sanatkâr İstanbul’a getirildi,. Bunların sonucunda Osmanlı ehl-i hiref teşkilatı dünyanın en ileri kuyumculuk teşkilatı haline gelmiş olmuştu. “ Yavuz döneminde,  Osmanlı hazine teşkilatının Dış Hazine, Silahtar Hazinesi, Raht Hazinesi, Harem Hazinesi, Muhallefat Hazinesi ve İfraz Hazinesi olarak çeşitli birimler halinde gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır”.[2]

Osmanlı kuyumculuk sanatının ve ehli hiref teşkilatının gelişmesinde çok önemli katkıları olan Yavuz ve Oğlu Kanuni de    yetişme çağlarında kuyumculuk öğrenmiş  mücevher ve takı ustası olmuşlardır. 

Osmanlıların altınla birlikte kullanılan taşları ve mücevherleri çeşitli yerlerden getirttikleri bilinmektedir. “Mesela firuze Nişabur’dan, elmas Hindistan’dan, lal taşı Bedehşan’dan, yakut Seylan’dan, zümrüt Mısır’dan, inci ve akik ise Yemen’den temin edilmiştir”.[3] Fethedilen şehirlerin hazinesi der dest edilip, eyalet, vilayet ile sancakların vergileri altınla ödeniyordu. İnciler Kızıldeniz’den, mercanlar Hint’ten Yemen’den,  la’l taşları da Siyam’dan İstanbul’a akıyordu.  Kimi tarihçilere göre 16. Asırdaki Osmanlının zenginliği dünyanın diğer yarsının maddi varlığına denkti.

Osmanlı kuyumculuğu, İmparatorluğun yayıldığı geniş coğrafyanın birikimlerini de kazanarak geniş bir kuyumculuk kültürüne sahip olmuştu. Mücevher ve mücevhercilik İstanbul’un dışında Trabzon, Samsun, Sivas, Van, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Kula, Eskişehir, Diyarbakır, Mardin, Midyat, Şam, Halep, Kıbrıs, Prizren gibi yerlerde de farklı madenler işleyerek,  farklı mücevhercilik alanları geliştirerek, farklı tekniklerle altın gümüş ve taş işçiliği yapılmıştır. 

Osmanlı kuyumcularının ürettikleri ürünler arasında küçük ve büyük boyutlu dekoratif eşya, takı ve kullanıma yönelik sorguç, hotoz, zülüflük, enselik, saç bağı, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, bilezik, yüzük, halhal, pazubent, düğme, zincir, kemer ve kemer tokası, Kur'an kabı, kılıç, hançer, gürz, gaddare, tüfek, tesbih, bardak, matara, kâse, şerbetlik, maşrapa, zarf, kutu, sandık, şamdan, buhurdan, gülabdan, kaşık, nargile, yazı takımı, yelpaze, ayna, tarak, askı, kamçı, sadak, Kabe hediyeleri, taht, beşik, örtü, kaftan, at koşu takımı, enselik, saç bağı, iğne, çelenk, zihgir, çaprast, silah dipçiği, kabze, kitap kabı, kitap süsleme, tezhip,  zincir, saat, köstek, muska ve hamaylı gibi takı çeşitleri olarak oldukça güzel eserler vardır.” [4]

Osmanlı takıları yukarıda bahsedilen fetihler sonrasında Pers, Sasani, Emevi, Abbasi kuyumcularının ustalarını ve birikimlerini de elde etmiş, kuyumculuğa dair pek çok bilgi birikime sahip olmuştu. Çok farklı kültürlerin kuyumcu, kakmacı, oymacı, zernişan, hakkakân ve foyager ustasına ve bilgi birikime sahip olmuştu. Çin ve Hind, Doğu kültürlerinin tüm kuyumculuk kültürünü öğrenmeyi ve tatbik etmeyi başaran Osmanlı ehl-i hiref teşkilatı Batıy’a açıldıkça, Venedik, Ceneviz, İtalyan, Avusturya- Alman medeniyetlerinin tombak, mine, maden işleme, süsleme gibi kuyumculuk sanatı ile ilgili Avrupai metotları da öğrenmeye başlamıştı.

Ehl-i hiref teşkilatı bu biriklim sayesinde kuyumculuk ile ilgili pek çok sanat dalını birden kullanabilen pek çok çeşit teknik ve ürün üretebilen bir yapıya kavuşmuştu. Ayrıca bu teknikleri kullanarak farklı metodular, keşif mahiyetinde kabul edilebilecek ürünler ve uygulamalar da geliştirmişlerdi. “Çok değişik parçaların yan yana kullanılması bir yana farklı tarza sahip, karşıt renklerin de büyük bir uyumla kullanıldığı takılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun özgünlüğünü yaratıyordu.”

Osmanlı kuyumcusu, bir nakkaş gibi ince çalışarak, tasarımını taşın biçimine az müdahale yapmaya, tasarımını taşın biçimine uydurmaya özen göstererek, bir imparatorluk sentezi olan Osmanlı ruhunu yansıtan, natüralist ağırlıklı yapıtlar vermiştir”  [5]

Bu sayede 15, 16, ve 17 yüzyıllar arasında Osmanlı kuyumculuğu çok sayıda muhteşem örnekler üretmişti. Hanedan üyeleri saf ipek ile altın ve gümüş tellerle dokunmuş kumaşlardan yapılmış kâbâlar, dibâlar, canfesler, seraserler, zerbaftlar, atlaslar.. giyiniyordu.[6]

Farisi ve Arabi’den getirilen  ustalara,  Bizanslı kumaşçılar da bin bir tecrübe katmıştı. Dersaadet’e  özel kumaş yapan  hassa ustalardan  her bir kumaş türü için  özel   ekipler kuruldu. Bu ekipler, simkeşler , zerdüzler, kitap, kumaş  ve  çinilere desen çizen nakkaşlar ve münakkaşlar ile  birlikte çalışmıştı. Kumaşlar yapım tekniği,   altın miktarına göre cins cins üretiyordu. Her bir ekibin başında ser nakkaş, ser seraser  gibi baş ustalar  oluyordu. Kumaşlarda kullanılan ipek  altın ve gümüşün  nizama namesi de vardı.”[7]

Osmanlıyı yöneten devşirme paşalar ile vezirler süs eşyası olarak kullanılamayan altınlar ve zümrütleri devşirme olarak geldikleri yerleri imar etmek için akıtmıştı. Üsküp, Selanik, Bosna, Mostar, Ohrid, Prizren gibi Balkan şehirleri binlerce Osmanlı han, bedesten, çarşı, cami, dergah, arasta, köprü, konak ile edilmişti. Öyle ki -Bursa ile İstanbul’u hariç tutarsak - sadece Üsküp’te ayakta duran Osmanlı eseri sayısı Anadolu unun tüm şehirlerindeki Osmanlı devleti resmi yapılarının sayısını bile geçer.

15. ve 17. Yy arasında Avrupa’daki Osmanlı tabası hayatından çok memnundu. Ancak bu müreffeh zamanlarda Anadolu ahalisi hiç de rahat durmuyordu. Kanuni zamanında bile garip Anadolu’nun en tahsili kesimleri olan medreselileri dahi isyanlara başlamıştı. Devletin asli güruhu yönetimle savaştaydı. Anadolu’nun yırtık abalarla gezen vergi vermek ve devleti için kan dökmekten usanan o yoksul Türkmenleri, devletlerini altın işlemeli dibalar giyen hanedan üyeleri ve samur kaftanlı devşirme paşaların elinden kurtarmak için isyanlar çıkarmışlardı.  Ancak parası olanın kılıcı keskin oluyor, topu güçlü atıyordu. Değnek, yaba ve dirgenli Anadolu Türkmenleri bu uğurda kan döktükçe daha yoksul kalmışlardı

Ancak II. Viyana bozgunundan sonra işler değişmeye başlamıştı. Haddeden çekilen ipek iplik kadar ince altın ve gümüş tellerle yapılan, seraser, seren, kemha, atlas, canfes gibi kumaşlar ve giysiler saraylı kıyafeti olmuş, halkın giymesi yasak olan Bu kıyafetleri 18. Asırdan sonra haneden üyeleri de artık giyemez olmuştu.

18. asırda ehli hirefin önemi pek de kalmış gibiydi. Üstelik Ehl-i Hiref’in parlak günlerde yaptığı paha biçilmez kuyumlar yavaş yavaş tükenmişti. O parlak günlerden kalan birkaç parça sanat eseri se Topkapı Sarayındaki dehlizlerde kalmışlardı. O günlerden bu günlere, Kaşıkçı elması, Kanuni Sultan Süleyman'a ait fildişi ayna, altın beşik, Şah Tahmasb’ın yolladığı bir bayram tahtı kalmıştı.

KAYNAKÇA

 



[1]  Dilek Tihan, Osmanlıda mücevher tarihi,.xing.com/net/svsg/kultur-sanatla-ilgili-yazılar-338875

[2] Aygün Ülgen, Osmanlı'da Mücevher Tarihi, steps365.com/haber_

[3] https://www.definegizemi.com/sanat-tarihi/mucevher-taki/padisahlar.htm

[4] Aygün Ülgen, Osmanlı'da Mücevher Tarihi, steps365.com/haber_

[5] Dilek Tihan, Osmanlıda mücevher tarihi,.xing.com/net/svsg/kultur-sanatla-ilgili-yazılar-338875

[6] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/eski-siirimizde-seraser-kumas-ve-giysiler/86274

[7] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/abali-ile-dibali-uryani-ile-kabali/110122

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da