Sarığa Muska Gül Karanfil Çiçek Sokmak
Sarık, Türkçe sarmak kökünden türemiş bir kelimedir. Sarık kelime anlamı ile kavuk, fes, börk gibi başlık ve serpuşların üzerine sarılan tülbent, şal, abani kumaş bağlamaya denilirdi. Sarıklar ve destarlar giyenlerin hangi tarikata, zümreye veya sınıfa dâhil olduğuna işaret edecek şekilde kullanılıyor, sarıkların renkleri, sarılış biçimleri hatta kullanılan kumaşlar, tarikatların, mesleklerin, mevkii ve memuriyetlerin alâmeti oluyordu. Örneğin beyaz tülbentli sarığı ilmiye sınıfı kullanıyordu. Osmanlı'da halk ve tüccarlar, ulema sınıfından ayrılmak için feslerin üzerine mesleklerini konumların belli edecek anlamlara gelen abani kumaşlar sarıyorlardı. ( bkzDestâr Sarık Kavuk Fes Nedir Eski Şiirde )
Mesela Mevleviler uzun külâhlar giyer, Edhemilerin “edhemi “ dedikleri dört dilimli özel serpuşlar takınırdı. Tarikat şeyhleri külâhlarına tarikatlara özgü olacak şekilde beyaz, yeşil, kırmızı, kara, tülbentler sarıyordu. Ahilerin, Bektaşilerin esnaf zümrelerinin ilmiye sınıfının, önemli devlet memurlarının, kadıların vb kendi mesleklerine ve konumlarına özgü şapkaları, serpuşları vb vardı.
Sarındı meh yine bir hûb yûsufî destâr
Sokındı farkına bir dâne ince sîm hilâl Bâki
Eski devrilerde serpuşlara, kavuklara; kavukla sarık arasına fes ile sarık arasına muska, misvak, hutbe kâğıdı, name, mektup gibi şeyler de konuluyordu. Bunların yanında kavukla sarık, sarık ile fes arasına gül, gonca, gül yaprağı, karanfil, sümbül gibi çiçekler veya yapraklar vb de sokulurdu. [1]
Divan şairlerimiz bu adetlerin hemen hepsinden söz edecek şekilde şiirlerinde yer vermişlerdir. Sarığa konulan nesneler ile ilgili divan şiirinde çok sayıda beyit vardır. Divan şairlerinin şiirlerine bakıldığında genç kızlar ve genç delikanlılar arasında serpuşa, fese gül, çiçek vb takmak adetinin eski devirlerde oldukça yaygın olduğu anlaşılır.
Ağyar diken gibidir ondan üzülürsün
Ey gonca dehen gül gibi baş üzre yerin var Necati
Serinde herkesin bir gonca-ı sirabı var şimdi
Benim bağ-ı cihan içre bir berg-i terim yoktur. Vecdi
Gül hem açıldı hem arayiş-i destar oldu
Bülbül bî haber âyâ dahi şivende midir. Nabi
Şive öğrenmiş kamer ol serv-i bâlâdan yine
Başına bir deste gül sokmuş süreyyâdan yine Revani
Zîb-i destâr kabul et lütf edip reddeyleme
Eyledim dergâhına bu berg-i sebzi ber- güzâr Nazim
Bu beyitte destarı süsleyen yaprağı dergâha bir hediye olarak bırakmaktan söz edilir.
Lâlelerle bezene niteki deşt ü sahrâ.
Nitekim güller ile zeyn ola dest ü destâr. Baki
Baki bu şiirde bahar ile birlikte her yanda lale bitmesini ve lalelerin serpuşlara takılmasını temenni ediyor.
Ey ah sen de sünbül-i destârım ol ki yâr
Bir taze gül takınmış olup şeb- külah-ı tâb Nail
Naili, grup vaktinden ve külaha sümbül takılmasından söz ediyor.
Sengi bî -dâdınla serde zahm-ı hûnunim ki var
Gûşe-i destarda rengin karanfildir bana Baki
Bir gönce benefşe koparıp başına tâcına sokmuş
Dağlarda külüng attığı dem başına Ferhad Baki
Baki’nin bu beyitlerinden serpuşa , külaha vb karanfil ve menekşe konulduğunu da anlamış oluyoruz.
[1] A. T. Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, MEN, 1996, S. 426