KategorilerYabancı Roman Özetleri RomancılarSon Kamelya Romanı Özeti ve Hakkında Bilgiler Sarah Jio

Son Kamelya Romanı Özeti ve Hakkında Bilgiler Sarah Jio

11.03.2015
İlgili resim

 

 

 

8 Şubat 1978 doğumlu Amerikalı yazar Sarah Jio ’nun romanları ABD ve diğer birçok ülkelerde oldukça sevildiği ve Beste Seller olduğu gibi  ülkemizde çok sevilmiş romanlarından biridir. Daha küçük yaşta yazarlığa merak saran ve kısa hikâyeler yazan Sarah Jio  şimdiden serleri birçok dile çevrilen bir romancı olmuştur.

Özellikle romantik aşk romanları ile tanınan yazar Mart Menekşeleri ve Böğürtlen Kışı   isimli romanı ile  çıkış yapmış, bu eseri Amerika’da en çok satanlar listesinde yer almıştır.   Sarah Jıo’nuın Böğürtlen Kışı [1]  adlı romanı da ilginç  ve sürükleyici oluşu sayesinde birçok farklı ülkelerde de çok satan romanlar arasındadır.

Mart Menekşeleri ve hâlâ çoksatanlar listesinde yer alan  Böğürtlen Kışı  adlı romanların yazarı olan Sarah Jio'nun  Son Kamelya adlı romanı da oldukça sevilmiştir.

Fakat Sarah Jıo’nun bu eseri büyük ölçüde Duma’sın Siyah Lale adlı romanı ile büyük bir benzerlik göstermektedir. 

Mart Menekşeleri Hakkında Özeti Sarah Jio

Böğürtlen Kışı Hakkında ve Özet Sarah Jio

Sarah Jio Kimdir

KONU

1940'lı yılların Amerika’sında  yaşayan genç bir kız olan  Flora Lewis  yaşlı anne babasına yardım ederken, bir yandan da çiçeklerin gizemli dünyasıyla uğraşmaktadır.  Bu hobisi onu uluslararası çiçek hırsızlığı zincirinin  ortasına kadar düşürmüştür. … Flora Lewis  Livingston Köşkü'ne gidip Middlebury Pembesi olarak bilinen ender bir kamelya türünü bulup  uluslararası hırsızlığı ortaya çıkarmak ister. Köşke dadı olarak sızan Flora, , ne tür bir belaya bulaştığını acı bir şekilde öğrenecektir.

Tam elli sene sonra  Addison Sinclair, eşiyle birlikte Livingston Köşkü'ne gelmiş,  geçmişindeki hayaletten kurtulmaya çalışan Addison,  bir gizemin içine düşmüştür.  Bunu çözmeye çalıştıkça dillere destan kamelya bahçesinin kanla sulandığı gerçeğine de adım adım yaklaşacaktır…

SON KAMELYA  ÖZETİ

18 Nisan 1803 yaşlı kadının eli çay fincanını tutarken titriyordu. Bir yandan da bahçe makasıyla kestiği parmağındaki yaraya bakıyordu. Böyle bir şey olabilir miydi bal gibide çiçek açmıştı. İşte hem de pembe kenarlı beyaz bir çiçekti. Kocasının kıymetlim diye sevdiği çiçek açmıştı. Kocası keşke o ağacın çiçek açmış halini şimdi görebilseydi. Bu çiçeğin dünyanın en güzel kamelyası olduğunu söylemiş. Çiçek tam 12 yılda açmıştı. Kadın inanamıyordu; Oysaki tam ümidini kesmişti. Kadın tam uzaklara dalmışken kapı çaldı. Kapıyı açtı karşısında düzgün giyimli adam iyi günler majestelerinin emri üzerine nadir ve değerli bir kamelya arıyoruz. Kadın adamın üzerindeki sade ve sıradan giysilerden dolandırıcı olduğunu anlamıştı. Adam elinde rulo şeklinde bir kâğıt tutuyordu. Kâğıdı açarak içindeki pembe kenarlı beyaz çiçeği gösterdi. Kadının kalbi hızla atmaya başlamıştı. Adam bunun nerede bulunduğunu biliyormuşsunuz dedi? Kadının cevap vermesine fırsat vermeden bahçeye bakınmaya başladı. Sonra eğer aradığımız kamelyayı görecek olursan haber ver dedi. Kadın başını sallamakla yetindi.

New York 1 Haziran 2000

“Addison”

Mutfaktaki telefon ısrarla sinir bozucu bir şekilde çalıyordu. Kocam Rex telefona bakıyormuşsun diye sordu? Bakıyorum dedim kahvaltı masasından fırlayarak. Tüylerim diken diken olmuştu arayan ya oysa. İki hafta önce aramaya başlamıştı. Her telefon çaldığında aynı korkuyu hissediyordum. Alo dedim sakince tekrar merhaba Addison yeni adın umurumda değil Amanda sana daha çok yakışıyordu ama.

-Dinle bir daha beni arama dedim.

-Aman da Aman da dedi.

-Eğleniyordu benimle.

Bana bu şekilde hitap etmeyi bırak.

-Ah unutmuşum şimdi sosyete oldun tabi. Gazetede çıkan düğün haberinizi okudum bir kız için mutlu son hele ki

-Lütfen dedim bana geçmişimi anımsatma diyerek telefonu kapattım.

Rex in yanına gidip haydi İngiltere ye gidelim dedim.

-Rex gerçekten mi diye sordu bu geziyi yapmak istemediğini sanıyordum kararın neden değişti?

_Sustum. Kocamın ailesi İngiltere nin kırsal kesiminde bir köşk satın almıştı ve bizim tatil için orda kalmamızı istediler.

Bir sonraki gün Rex kapının önüne geçip hazır mısın diyerek sordu.

-Evet diyerek yanıt verdim.

İngiltere’ye gelmişlerdi.

“Flora”

Annem İngiltere ye gideceğim diye çok üzgündü. Bitki bilimci olmak için.

Londra serasına gidiyordum. Anne ve babam İngiltere seyahatimin asıl nedenini bilmemeliydi. Gemiye binmiştim. Gemi görevlisi;

-Hanım efendi kamaranızı bulmaya yardım edebilirim dedi. Kabininiz burası dedi. Eski püskü yorgan yatak ve küçük çekmece vardı odada.

_Teşekkür ederim dedim.

Bay Price ile buluşacaktık. Üst güverteye çıktım. Gelmenize sevindim planımızdan ailenin haberi yok değil mi dedi.

Başımı hayır diye salladım.

-Kırsaldaki bir köşkte dadı olarak göstereceksin ama orada asıl yapacağın şeyi henüz söylemedim dedi.

-Sabırsızlıkla bekliyordum.

-Uluslararası çiçek hırsızlığı zincirini ben yönetiyorum dedi.

Bu cümle  karşısında soluğum kesilmişti.

-Kendimi hırsız olarak görmüyorum biz sadece iyi çiçeklerin komisyoncusuyuz dedi.

Temkinli bir şekilde başımı salladım

Bay Price ceketinin cebinden içinde fotoğraf olan kırışmış olan bir zarf çıkardı. Fotoğraftaki harika bir kamelyaydı. Bu ağacın son örneği Livingston ın çocuklarına dadılık yapacağın için çiçek açana kadar orda kalacaksın kimse bir dadıdan şüphelenmez dedi.

Londra adresli bir kart verdi.

Başımla onayladım. Kabinime döndüm.

Addison

Rex geldik diye kulağıma fısıldadı.

-Evde kimsemin olmadığını söylememiş miydim dedim.

-Kâhya hariç diyerek sırıttı.

Flora

Londra ya gelmiştim. Cüzdanımdan adres yazan kağıdı çıkarıp o adrese gidecektim. Bir araba yanımda durdu.

-Arabaya ihtiyacınız var mı diye bağırdı şoför.

-Evet dedim elimdeki kartı göstererek. Köşke varmıştım.

“Addison”

Bayan Dilloway bizi odamıza kadar götürdü. Size yemek çıkarması için Klein la haber vermemi istemişsiniz dedi.

-Hayır dedi Rex.

Cama doğru yaklaştım.

-O da ne dedim. Meyve bahçesine bakarak bunlar kamelya değimli dedim.

-Evet dedi Dilloway dudaklarını büzerek.

-Burası araştırma yapabilmek için harika bir yer dedim.

Sonra

-Bu evin hikâyesi ney diye sordum?

-Annemin dediğine göre Livingston 60 lı yıllarda ölmüş ve Bayan Dilloway onun oğullarının birine bakmak için burada kalmış. Zavallı çocuk hastalığından dolayı durumu zamanla kötüleşmiş. Geçen sene ailenin evi satılığa çıkardığı zaman vefat etmiş. Evi satan avukat evin eşyaları ve tablolarıyla verilmesi konusunda çok ısrar etmiş.

-Tuhaf dedim.

Rex dedim sence burada bir şey olmuşmudur?

-Kim bilir belki de kâhya kadın bodrumda birkaç ceset saklıyor dedim.

-Şşşşttt ya seni duyarsa dedim.

“Flora”

-İşte geldik dedi şöför.

Köşk tarih kitabının sayfasından koparılmış gibi duruyordu. Araba dan valizimi alıp muhtemelen 60 yaşlarında yaşlı adama yaklaşıyordum.

-İyi günler hanımefendi siz kimsiniz?

-Flora Lewis beni acente yolladı dedim.

-Tabi siz yeni dadısınız diyerek elini uzattı.

Bay Beardısley beni hizmetçilerin odasına götürdü.

18 yaşlarında  bir kız yanımıza yaklaştı.

Sizinle konuşabilir miyim Bay Beardısley dedi

-Evet Sadie ne oldu?

-Bay Nikolas un çuvalını yine çaldı.

-Yine mi?

-Evet, efendim kütüphaneye saçmış kitaplığın üzerine kar yağmış gibi duruyor.

Bayan Dilloway Livingston un Shas serisinin mahvolduğunu söylüyor. Sanırım eli ayağına dolaşmış durumda bu çocukla ne yapacağını bilemez bir halde. Ona göre çocuğun bundan sonra yapacağı şey sanırım bütün evi yakıp

-Şanslıyız ki bugün çocukların yeni dadısı geldi dedi. Bay Beardsly.

-Sizinle tanıştığıma memnun oldum hanımefendi dedi.

-Bende diyerek cevap verdim.

-Uzaktaki çiçekli ağaçlar kamelyamı diye sordum.

Beardsly

-Evet, onlar Lady Anna’nın değerli varlıklarıydı.

“Addison”

Aşçı bayan Klein bizi merdivende durdurarak size telefon var.

Oturma odasına geçip oturduk. Kucağıma bir kâğıt düştü siyah beyaz bir kamelya fotoğrafı vardı. Ona yapışan bir şey olduğunu fark ettim. İki fotoğrafı ayırdığımda diğerinde üniforma giymiş bir asker olduğu gözüme ilişti. Burası Livingston köşkünün giriş salonuydu. Fotoğrafı alıp kitabın arasına geri koydum. Tepemizdeki kristal avizeye hayranlıkla bakmaya başladım sırada Rex

-Geliyor musun diye seslendi.

-Geliyorum dedim.

Kendimi toplayarak yine de tuvale bakmadan edemiyordum. Bir dakika Bayan Dilloway O Lady Anna Lord Livingston un eşiydi. Köşke ilk geldiğinde 18 yaşındaydı. Uzun zamandır resme bakmaya cesaret edemiyormuş gibi tuvale bakmaya devam etti.

“Flora”

Hizmetçiler odasındayken çocuklar saat 3 te çaylarını içerler dedi. Bayan Dilloway. Hemen ardından Richoards ve Abbot ın binicilik dersleri var.Katherine ile Janie piyano dersleri var dedi.

“Addison”

-Bu gece parkta konser varmış gitmek ister misin dedi Rex.

-Evet diyerek cevap verdi.

Akşam olmuştu konsere gelmiştik. Masaya geçip oturduk. Rex önüme senin için dedi İngiliz birasını koyarak.

-Düşünüyorum da romandaki kötü karakter ağzı sıkı olan bir hizmetçi olmalı.

-Bayan Dilloway ımı kastediyorsun.

-Başını evet diyerek salladı.

Rex bana doğru biraz eğilerek kitabı baştan yazıp bizim kaldığımız eski bir köşkte yaşayan polisiye tarzı bir roman yazsam nasıl olur.

-Bence bu harika dedim.

Köşke geri dönme vakti gelmişti.

“Flora”

Bayan Dilloway odama gelerek.

-Ah merhaba bir şeye ihtiyacınız var mı dedi.

-Evet dedim. Merak ediyorum da şey aranjman için kamelyaların birazını toplayabilmem mümkün mü diye soracaktım çiçekleri dökülmeden.

-Bunu tavsiye etmem.

-Ah diye devam etti. Bayan Dilloway bir şey daha var Lady Anna nın kolyesi öldüğünden beri kayıp. Hep buralarda bulurum diye düşünmüştüm. Eğer görürseniz hemen bana getirin dedi.

-Evet, tabi dedim.

“Addison”

Gece iki de gözlerim biranda açılmıştı. Rüyamda Seanı görmüştüm.

Ertesi sabah Bayan Dilloway kahvaltıyı odaya getirdi.

-Bunlar sizin yeterlidir umarım diyerek odadan ayrıldı.

-Ne okuyorsun diye sordu Rex.

-Yılları diye cevap verdim misafir odasından bulduğum kitap.

-Ah evet dedi Rex .

Kitabın iç tarafında mavi mürekkeple yazılmış F.Lewis dikkatimi çekmişti. Şimdi Flora nın soyadını öğrenmiştim.

Bir hevesle diz üstü bilgisayarımı açıp 1940 larda Flora Lewis adını arattım. Çıkan sonuçlara göz gezdirdim. Hiç bir şey bulamayacağımı düşünürken çözülemeyen gizemler başlıklı linkin sayfasına gözüm takıldı.

Bir şey buldun mu diye sordu Rex bilgisayarın üzerine doğru eğilerek.

Şuna bak diyerek ekranı gösterdim.Sayfanın altındaki başlıkta AMERİKALI DADI İNGİLTER’DE SIRRA KADEM BASTI yazıyordu. Linkin üzerine tıkladım ve 13 Kasım 1940 tarihli New York Sun adlı gazete nin taranmış kopyasını okumaya başladım.

New York’ta yaşayan  24 yaşındaki Flora Lewis İngiltere Clivebrook taki Livingston köşkünde görüldü. Dul ve Londralı işadamı Lord Livingston’un çocuklarına bakmak için işe alınmıştı. İletişime geçilemeyen dadının ailesi Bronx’ta fırın sahibiydi. Bölgenin yerlisi Georgia Hillman Flora’yı akıllı ve kibar bir genç kız olarak hatırlatıyor. Onunla İngiltere ye giden gemide tanışmıştım dedi nu asla unutmayacağım Lewis’in nerede olduğuna dair bir bilgiye sahip olan kişilerin New York polisine ya da İngiltere deki  yetkililere bilgi vermesi bekleniyor.

“Flora”

Çocuklar uyuduktan sonra odama dönüp eve yazdığım mektubu tamamlamak için kalem kağıt çıkardım. Mektubu tamamladıktan sonra kâğıdı katlayıp bir zarfın içine koyduktan sonra yatağa geçtim. Pencere den yıldızları seyrederken çocukları Lord Livingston’ı ve gizemli Leydi Anna’yı düşündüm. Keşke ona ne olduğunu bilseydim. Diğer tarafıma döndüm ve bir saat düşündükten sonra sabahlığımı alıp yürüyüşe çıkmaya karar verdim. Yürümek iyi gelebilirdi. Hem hazır uyanıkken Janie ye de bakabilirdim.

Parmak uçlarımda koridora çıkıp merdivenlere yöneldim. Sessisce evin orta yerine sızdım. Köşk ay ışığında oldukça farklı duruyordu. Vuran ışık resimleri adeta birer hayaletmiş gibi gösterirken eşyada da korkunç bir etki oluşturuyordu.

Yukarı çıkıp koridordan geçerek kızların yatak odasına geldiğimde içim ürperdi. Yavaşça kapıyı açıp içeriye göz attım.Janie küçük yatağında mışıl mışıl uyurken,Katherine diğer tarafta horluyordu. Zavallı şeyler annelerini kaybetmeyi hak etmiyorlardı.

Kendime odama gitmem gerektiğini söylesem de aynı kattaki Sera adeta beni çağırıyordu. Bayan Dilloway’in anahtarları koridordaki süpürgeliğin yanındaki halının altına koyduğunu hatırladım.

“Addison”

Ertesi gün Rex duştayken yanımdaki masada duran telefonum titredi. Numarayı tanımayınca, arayan kişinin Sean olmasından korkarak açmamaya karar verdim. Buna rağmen sesli mesajlarımı kontrol ettiğimde iş için arandığımı anlamıştım. Chelsea’deki bir kadın yeni aldığı evin arka bahçesi hakkında soru sormak istiyordu.

Georgia’dan haber alabildin mi diye sordu banyodan beline havlu dolamıştı ve göğsü su damlacıklarıyla kaplıydı.

Telefonu kapattığımda evde biraz daha araştırma yapmaya karar verdim. Bayan Dilloway sadece Çarşamba günleri kasabaya iniyordu. Bayan Klein’a soracak olursanız saçlarını yaptırmaya gidiyordu. Âmâ Bayan Dilloway bunu kabul etmezdi.

“19 Nisan 1940 Flora”

Kahvaltıdayken, Sadie normalden daha yorgun görünüyordu. Yulaf lapasını yerken esniyordu. Bu sabah saat ona kadar çocuk odasında çocuklarla buluşmak zorunda değilim diye fısıldadım.

Koridorda ilerlemeye başladım. Yürürken omzumun üzerinden iki defa arkama baktım. Kapıya geldiğimde, elimi tokmağın üzerine koydum. Kilitli olduğunu zannediyordum ama tokmak dönünce kapı hemen açıldı.

İçerde yoğun ve sıcak bir hava vardı. Vanilyayla lavantanın yarattığı mis kokusunu duyabiliyordum.

Perdeler tamamen kapatılmıştı. Yine de loş ışığa gözüm alışınca dört direkli yatak gözüme çarpmıştı. Yakınlaştım ve elimi yorganın üzerinde gezdirdim. Beyaz danteli avucuma geldiğinde kalbim hızla atmaya başlamıştı. Burası onun odasıydı onun yatağıydı onun çarşafıydı. Gardırobu açıp içindeki onlarca elbiseye baktım.

Yatağımın yanında duran lambayı açmaya yeltenmedim. Ay ışığı odayı kırk voltluk lambadan gelen ışıktan daha iyi aydınlatıyordu. Çekmeceden kalem, kâğıt ve zarf çıkarıp mektup yazmak için masanın başına oturdum. Mektubu katladım ve masaya bırakmadan önce mühürleyip adresini üzerine yazdığım zarfın içine yerleştirdim. Yarın onu göndermesi için Bay Humphrey ye verecektim. Sonra yatağa geçip, Bayan Dilloway’i Leydi Anna’yı ve kamelya kitabını düşündüm.

“Addison”

Uykusuz geçen geceden sonra doğu kanadına doğru ilerledim. Karanlık yatak odasına girdim. Dantelli beyaz yatak örtüsü dört direkli yatağın üzerine güzelce serilmişti.

Bayan Dilloway, boynundaki altın zinciri çıkardı ucunda iki anahtar asılıydı. Birini odanın içindeki kapının yuvasına soktu. Bayan Dilloway, kapıyı açıp ayaklı lambayı yaktığında önüme serilen manzara karşısında gözlerim kamaşmıştı.

“Flora”

Desmond köşkte olduğu zaman içerisinde, Bsy Beardsley ve Bayan Dilloway’in sayesinde babasından kaçmayı çok iyi bir şekilde başarmıştı. Çocukları görmeyi çok istesede şimdilik sessiz kalmanın en iyi yol olduğu konusunda anlaşmıştık. Aylar ayları kovaladı. Bir süre sonra köşkün önünde her araba sesi duyduğumda yerimden zıplamayı bırakır olmuştum. Lord Livigston’ın Londra da olduğu zaman süresince ev rahat bir nefes almış gibi görünüyordu. Ayaklı duvar saati bile zaman kavramı tatile çıkmışçasına daha sakin çalışıyordu sanki.

“ 1 Ağustos 1940”

Lord Livigston’ın Londra dan döndüğü sabah, evin atmosferi bir anda değişmişti. Masa örtüleri titizlikle ütülendi. Gümüşler ikinci kez parlatıldı. Çocuklar bile gergin görünüyorlardı. Janie bütün sabah peşimde kuyruk gibi dolanmış uyumayı reddetmişti. Özel öğretmen de Nicholas’ın aritmetik derslerinde dikkatinin oldukça dağınık olduğunu söylemişti.

İkinci kata çıktım. Koridordan geçerken aniden durdum.Ön kapının yanında elinde büyük silindir bir çanta olan bir adam duruyordu. Yüzünü döndüğünde dona kalmıştım.

Bay Price dedim. Burada ne yapıyorsunuz elindeki çantaya baktım çantayı neden taşıyorsunuz?

Ah bu mu?dedi gülümseyerek. Bunu sorman çok enteresan. Altın kaplı masa lambasının üzerinde parmaklarını gezdirdi.

“Addison”

Sean antrede miydi? İlk kata göz gezdirdikten sonra ön kapıya doğru parmak uçlarımda ilerledim ve camdan dışarı baktım.

Nicholas Livingston’ın arkasında duran şoför girişteki taş aslanlara bakıyordu. Vücut dili, eve bir adım daha yaklaşamayacağını gösteriyordu. Kasabadaki kadın gibi, onunda bu evin lanetli olduğunu düşünüp düşünmediğini merak etmiştim.

“Flora”

Odamdaki pencereden güneş ışığının kamelya ağaçlarına vuruşuna, zümrüt yeşili yapraklarını parlatışına baktım. Dolaba doğru gidip, Lord Livingston’ın benim için aldığı şövaleyi çıkardım. Ardından yatağın altındaki içinde resim malzemelerinin olduğu kutuyu aldım.

Boyaları palete yerleştirip kendime küçük bir tuval seçtim. Palette renk çeşitliliği yaratıktan sonra gözlerimi kapatıp Lord Livingston ile kasabaya inerken gördüğümüz fundalığı hatırladım.

“Addison”

Göz kapaklarım, açık kalmak için mücadele verircesine titriyordu. Kapandıklarında ise bana gel işareti yapan bir görüntü belirmişti. Bana rahatlık ve uzun süredir beklediğim huzuru vereceğini söylüyordu.

“Kamelyalar”

Uçsuz bucaksız kamelyaları görebiliyordum. Büyük gür ve yeşil ağaçlarının parlak gösterişli ve kocaman çiçekleri vardı. Ailece Harikalar Diyarındaki kırmızı Kraliçe, açmakta olan çiçekleri pembelere ve kırmızılara boyamıştı sanki.

“Flora”

“4 Kasım 1940”

Kasım, nadir görülen kar yağışıyla başlamıştı. Tabii çocuklar yemekten sonra zevkten dört köşe olmuş bir şekilde kardan adam yapmak için dışarı çıkmıştı.Tanrı ya şükür ki kışlık kabanlarını dolaptan çıkarıp temizlettirmiştim.

“Addison”

Karanlık, bana iki beden büyük gelen bir mont misali beni içine almıştı. Gözlerimi kısarak etrafıma bakmaya çalıştım. Neredeydim? Uzakta cırcır böcekleri ötüyordu. Birbirlerinden ayrılan bulutların arasından gelen ay ışığı ağaçların arasındaki boşlukları dolduruyor, başımın çarptığı ön camdaki kırıktaki örümcek ağını aydınlatıyordu sadece.

“Flora”

Nereye gittiğimi bilmeden araba yolunu geçerek yamaçtan aşağı indim. Sonra bahçeyi gördüm. Tekrar kar yağmaya başlamıştı ama umursamamıştım. Attığım her adımda evin bana vermiş olduğu kederden uzaklaşıyordum. Daha fazla dayanamazdım. Anna da çok sevdiği bahçesine kaçarken, böyle bir acı mı hissetmişti.Kamelyalara göz gezdirdim.Pudra şekeriyle kaplanmış şekerlere benziyorlardı.

İşte o sırada ne yapmam gerektiğinin farkına vardım. Öne doğru eğildim ve parmaklarımı Bay Humphrey’nin gözlerine soktum. Parmağımla iyice gözünü oyduğumda, sağ gözü fırlamıştı. Midem alt üst olmuştu. Bay Humphrey çığlık attı ve ellerini direksiyondan çekerek ellerimi ittirdi anda araç bir sağa bir sola savrulmaya başladı. En sonunda araba yolun yanındaki bariyerlere çarparak yamaçtan uçmuştu. Boynumdan kolyeyi çektim ve kopçasının koptuğunu hissettim. Onun mu yoksa benim mi hayatta kalacağımdan emin değildim. Âmâ eğer o yaşarsa, bu kolyeyi on sterline satamayacaktı. Ne kolyeye nede başka bir kıza elini bile süremeyecekti. Zinciri pencereden dışarı fırlattım ve gözlerimi kapattım.

“Addison”

Gözlerimi kırpıştırarak açtım. Ufuktan doğan güneş ön cama vurarak çakılıp kaldığım koltukta beni ısıtıyordu.

Aradan bir saat geçmiş olmalıydı. Belki de bir yada üç gün bilmiyordum. Uzaktan bir ses arabanın içinde diye bağırdı.

Bir erkek sesi.

Derinden geliyordu. Oldukça aceleciydi. Köpek havlamalarını ve koşuşturma seslerini duyuyordum.

Şimdi yavaş dedi birisi.

Sıkışmış.

Dikkat edin. Çok hızlı olmasın.

Bir an için gözlerimi açtım ama her şey bulanıktı.

Uyandı.

Kısa bir süreliğine dudaklarım aralandı. Bacaklarımın üzerindeki baskıyı hissedebiliyordum.

Konuşmaya çalışmayın, hanımefendi dedi tepemde duran bir adam. Kımıldamadan oturun sadece sizi buradan çıkaracağımıza söz veriyoruz.

Addison bu ses çok tanıdıktı. Addison sevğilim!

Gözlerimi açtım ve onun yüzünü görene kadar bekledim.

Rex gözlerim yeniden kapandı, ardından her şey karanlığa gömüldü.

“Son Söz”

Rex ile kayınvalidemin ve kayınpederimin arkasında durarak, bu büyük ana tanık olmuştuk.

Boynumdaki kolyeyi elimle kavrayarak gülümsedim. Huzurun ve şifanın tohumuydu bu en başından beri kolyenin içinde duruyordu. Sadece birinin onu dikmesi gerekiyordu, hepsi bu.

 

KAYNAKÇA


[1]https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/bogurtlen-kisi-hakkinda-ve-ozet-sarah-jio/84526

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da