Kitap ve Künyesi:
Elif Şafak, Araf “The Saint of Incipient Insanities” Çeviri: Aslı Biçen, İlk Basım: Nisan 2004
ARAF HAKKINDA
Araf, Elif Şafak’ın Nisan 2004'te yayınlanan ve Elif Şafak’ın İngilizce olarak kaleme İngilizce adı “ The Saint of Incipient Insanities” olan Aslı Biçen’in Türkçeye çevirdiği bir romanıdır.
2009'da yayımladığı Aşk [1] romanı ile en kısa sürede en çok satan Türk yazarı olma unvanına sahip olan Elif Şafak ’ın yazdığı bu roman, cennet ve cehennem arasında kalmak anlamına gelen “Araf” kelimesinin çağrıştırır. Araf adlı roman da anlama uygun olarak iki arada bir dere kalmaktan dolayı nereye gideceğini ve nerede olacağını bilmeyenlerin yaşadıkları olaylardan çok yaşadıkları duygu karmaşasını betimlemeye çalışan bir eserdir.
Roman tıpkı Arafta kalanlar gibi, nereye ait olduğunu bilemeyen, kendi yerini, kültürünü dahi şaşırmış, bazen de kendini de bulamayan; vatanından ve kültüründen uzakta yaşayan ve artık uzak kalan kişilerin romanıdır. Aşk , İskender , USTAM VE BEN, Baba ve Piç adlı romanlarında yazarı olan Elif Şafak İ, bu romanında kendisinin de yabancısı olmadığı başka ülkelerde yaşayan, o kültüre de alışmayan, kendi kültürüne de artık yabancı kalan insanların duygu dünyalarını ve dramlarını anlatmaktadır.
Strasbourg doğumlu çocukluğunu ve gençliğini Ankara, Madrid, Amman, Köln, İstanbul, Boston, Michigan ve Arizona [2]gibi yerlerde yaşayan yazar bu romanında başka ve farklı cinsiyetlerdeki kahramanlar üzerinden kendi yaşadığı yabancılaşma sorunlarını kaleme almıştır.
farklı din, çevre ve kültürlerden gelip yolları Boston’da kesişen bir grup genç insanın dokunaklı öyküsünü anlatan Araf, yalnızlık, yabancılık, dil ve zaman üzerine bir roman…
Keskin bir kavrayışa ve mizah duygusuna sahip olan Araf, ait olma konusundaki sürekli özlemin ve sürgünde bir yurt arayışının öyküsü. Belki de hepsinden önemlisi, ister Doğu’da ister Batı’da, kendi yurdunda bile bir yabancı olmanın heyecan verici keşfi. “ [3]
ARAF'TAN BİR SAYFA
"Ne hoş tesadüf," dedi Debra zoraki bir neşeyle, "çok sevindim. Ne kadar iyi bir ahçı olduğunu biliyorum." Değişik bir hali vardı, okuma grubundakinden çok daha kendine güvenli görünüyordu. "Senin için bir sakıncası yoksa çalışmaya hemen başlayalım, zaman geçiyor ve hiçbir şey hazır değil."
Alegre'yi soktuğu çivit mavisi mutfak duvardan duvara paketler, kutular, konserve kutuları ve kavanozlarla doluydu, gıda, gıda, gıda. Misafirlerin yediden sonra gelecekleri ve büyük olasılıkla sekiz buçuk civarında kurt gibi acıkacakları söylendi. Toplam yirmi iki kişi bekleniyordu. "Biz de iki kişiyiz. Doyuracak yirmi dört boğaz eder. Ne dersin? Başarabilir miyiz?"
Ama çok geçmeden ortaya çıkacağı üzre "biz" diye bir şey yoktu. Sadece Alegre vardı. Kendi ahçılık tarihinde bu kadar kısa sürede, bu kadar çok insan için bu kadar çok yemek pişirdiği olmamıştı hiç. Yine de yiyecek konusunda kendisine böyle muhtaç olunması sinirlerini yatıştırmış olacaktı çünkü kendini bu işin altından kalkmaya tamamen muktedir hissediyordu. O malzemeleri incelerken Debra Ellen Thompson da onu inceleyecek vakit buldu. Alegre'nin değişik bir hali vardı şimdi, okuma grubunda olduğundan daha az ürkekti. " ( S. 123 )
ROMAN HAKKINDA GÖRÜŞLER
“Şafak roman boyunca farklı biçimlerde hep akılda tutmamızı sağlıyor, “West” ve “The Rest” adlı kedilerle, Boğaz köprüsünün tam üzerinde ne Doğu ne Batı olduğu noktada, ama en çok ne bir kültürün ne de diğerinin hissedildiği hafiflik noktasında. Araf’ta yinelenen temalar romana bütünlük hissi vermiş: parçalanmış gibi görünen ve yer yer detaylara fazla dalan anlatıya rağmen, romanın son sayfalarında inanılmaz bir şekilde konuyu birleştirmiş yazar. Roman boyunca tekrarlanan kaşık, çikolata, Doğu-Batı ve zaman temaları romanın son sayfalarında derin anlam kazanmışlar. Bütünlük duygusu genelde Şafak’ın romanlarından geride kalan bir tat. Yazmaya başlamadan önce zihninde bitirdiği bir romanı kaleme aldığı izlenimi veriyor. Sağlam kurgu, yazarın karakteristiklerinden biri.” [4]
“Şafak ABD’de yaşayan yabancıların (akademisyen/öğrenci) konumlarını –ki aralarında Amerikalılar da var–, “kültürel kimlik”, “yabancı”, “aidiyet” kavramlarının ve bunların getirdiği “belirsizlik” çerçevesinde ele alıyor. Öncelikle romanın (Araf’ın), adının ilk elde çağrıştırdığı metinleri –her ne kadar konum olmasa da– anmak gerek: Kuran’ın yedinci suresi, “Araf”; Dante’nin İlahi Komedyası’ndaki Beatrice ile Dante’nin karşılaştığı bölüm, “Araf” vb. Başka metinlerden de söz edilebileceği gibi, en çok Hamlet’te kendi Araf “okuma”mı buldum.”[5]
“ Araf değindiği dil, kimlik ve aidiyet meseleleriyle gecikmiş bir batılılaşma hareketi olan Türkiye modernleşmesinin temel sorunlarını yansıtır. Başlangıcından günümüze kadar toplumu değiştirip, dönüştürmesi beklenen yazarın baba-öğretmen atfedilen kimliği bu romanla; kendi sesini mümkün olduğunca perdeleyen, daha evrensel ve hümanist bir anlatıcı sese sahip yazar kimliği ile yer değiştirmeye başlar.”[6]
KİŞİLER
Ömer,
Müslüman ve Türk olmasına rağmen kimliğini yitirmiş olmasının verdiği bunalımlar içindedir. Türk ve Müslüman olması ona hiçbir şey ifade etmemektedir.
Gail:
Ömer’in eşidir. Obsesif kompulsif bozukluk, panik atak, sosyal fobi ve benzerleri sorunlarla uğraşan intihara meyilli bir kadındır. İkinci kocası olan Ömer ile İstanbul’a gelmiş Köprüden atlayarak intihar etmiştir.
Alegre:
Aşçılığı ile parmak ısırtan Alegre, tombul bir çocukluk dönemi geçirmiş, ailesini kaybettikten sonra rejim yapmaya başlamış, bu durumu takıntı haline getirmiştir. Bu yüzden bulimia hastalığının pençesine düşen Alegre, Ömer’in ev arkadaşı Piyu’nun sevgilisidir.
Piyu:
Metaller dokunamama hastalığı taşımasına rağmen dişçilik okumakta olan birisidir.
Debra,
Güçlü bir karakter çizen lezbiyen bir kadındır. Debra, istediği hayatı kuramamanın tedirginliğini üzerinden atamaz
Amed,
Amed, kültürünün ahlaki değerlerini gururla taşıyarak yaşadığı Amerika'da hiçbir kadınla ilişki kuramamaktadır.
ROMAN’IN ÖZETİ VE ANALİZİ
Ömer ÖZSİPAHİOĞLU, doktora için Boston’a gelmiş, Faslı Abed’le aynı evde kalmaktadır. Roman Gülen Saksağan barında başlar. Ömer ismindeki noktaları kaybetmiş, bunun acısını da içinde hissetmektedir. Kültürü, vatanı ve ailesi ile birlikte ismindeki noktaları da kaybetmiş olması onu bir boşluk ve aidiyetsizlik duygusu içine düşürmüştür. Daha önce dikkatini çekmeyen içindeki boşluk, ismindeki noktalarının kaybıyla görünür somut bir şekilde görünür hale gelmiştir.
Arkadaşı Abed ile bardan çıkarlar. Ömer tüm gece eşi Gail’i arkadaşı Abed’e anlatıp durur. Eğer kalemini barda unutmamış olsa noktaları ismine geri ekleyecektir. Apartmandan içeri girdiğinde kendi adresine gelmiş üzerinde “Zarpandir” yazan mektubu posta kutusundan alıp odasına gider. Karısının diğer ismini ilk defa öğrenmenin şaşkınlığı içindedir. Zarpandit: “her gece ay doğarken tapınılan hamile bir Asur-Babil tanrıçası. Gümüş ışıltısı” anlamındadır.
Gail’in ilk üniversiteye geldiği güne döneriz. Gail, muz ve çikolata atıştırmakta bir taraftan da öğrenci kimliği almak için kuyrukta beklemektedir.
Fakat bu kalabalık içinde oldukça sıkılmaktadır. Sıra ona geldiğinde sosyal fobi sorunu olduğu için düşüp bayılır. Debra Ellen Thompson’ ona yardım eder.
Gail, her gördüğü objeden çeşitli emareler görmeye meyilli birisidir. Debra’nın kırmızı saçlarıyla bembeyaz teni arasındaki tezadı, parkta bankta otururken ayaklarının ucuna atkestanesi düşmesini, tam sokakta çalan müzisyenlere para atacakken şapkalarına düşen kuru yaprağı, çayında yüzen nane çöpünü, Sultan Ahmet Cami önünde güvercinleri kovalayan kedinin hiçbirini yakalayamamasını hep hayra yormakta ve iyiye işaret olarak görmektedir. Gail biraz sorunlu bir tiptir. “Şayet şahsi özelliklerimiz arasında obsesif kompulsif bozukluğa panik atağa ya da sosyal fobiye benzer bir şeyler varsa sömestrin ilk günü Sosyal Hizmetler Bürosundaki yılankavi, öğrenci-kimliği almak-içim-fotoğraf-çektirme kuyruğu sizin için bir saatten fazla kalınacak en uygun yer olmayacaktır muhtemelen.”
Psikolojik sorunlar yaşayan Gail, defalarca intihara teşebbüs etmiş ama ilk üçünde başarısız olmuştur.
Depresif bir döneminde, kafasını fırına sokarak tüpten zehirlenmek istemiş, Alegre onu yakaladığı için bu intihar gerçekleşmemiştir. Bir diğer intihar teşebbüsü Debra’yla ilişkileri çıkmaza girdiği anda tren raylarına yatmasıyla olmuştur. Bu sefer de oradan geçen bir adam onu görmüş ve kurtarmıştır. Son intihar girişimi ise Ömer’le yaptığı evlilik sonrasında Türkiye’de olmuştur. Taksiyle köprüden karşıya geçip hava alanına gitmek üzereyken köprü trafiğini fırsat bilip, Ömer’in de dalgınlığından yararlanarak arabadan inmiş, köprünün korkuluklarından boğaza atlamıştır. Gail’in köprüden atlayarak intihar etmesi Araf imgesini yoğunlaştırır.
Ömer de bazı sorunlar içindedir. Ömer upuzun ve karanlık bir dehlizde gibidir. Bu sorunları onu içikiye ve uyuşturucuya yöneltmiştir. İçtiği içkiler ve uyuşturucular içindeki bu boşluğu daha da koyulaştırmıştır. Attığı her adım rastgele ve amaçsızdır. Üniversiteye gitmesi-ODTÜ’yü bırakıp Boğaziçi’nde okuması ve diğer tüm yaşamı bir adım atmayıp çevresine bakınmadan durması hep bunun sonucudur. “Ömer ÖZSİPAHİOLU ruhunun en alt kademelerine kadar her katmanında yılgın ve huzursuz, kendisiyle alay edilmesinden korkan bir adamdı ve zaman denen o alacakaranlık hologramın muazzam hızı yüzünden ağır çekime indirgenmiştir.”
Onun için zaman babasıyla balık avlamaya gittiklerinde yakaladıkları şişmiş bir kedi cesedi gibidir. Zaman onun için değersiz bir hal olmuştur. Zaman onun için anlamsız bir şeydir. Zamanı en sevdiği şey olan müzik ile ölçmeye başlamıştır. “Mesela Amerika’ya giderken uçakta içtiği iki kahvenin arası dört dakika on saniye değil bir kez Stone Roses’ın Made of Stone’unu dinleme süresidir. Ömer için zaman denen bu mefhum şarkılar ve onları kaçar kez dinlediği şeklinde bir süreçtir. Dinlediği şarkıların adedi ve sayısı zamanının ölçütüdür.
Ömerin hayatında bir tarafta Fas’tan gelen ve Müslüman kişiliği ağır basan Abed, diğer tarafta İspanyol asıllı bir Katolik olan Piyu. Bir yanda da Müslüman olmasına rağmen Ömer durmaktadır. Müslümanlık Ömer’in nüfus cüzdanının üzerindeki yazılı bir ibareden başka hiçbir şey değildir. Dini bakımdan kendini İslamiyet ile bağlantısız olarak gören Ömer için milliyet kavramının da hiç birönemi yoktur. Türk asıllı olması ona hiçbir şey ifade etmemektedir. Bu yüzden çelişkilere düşmüş, mesleğini de doğru seçememiş, ilerisini de düşünemez hale gelmiştir. Ömer daha yaşarken Araf’ta kalmış biridir. Ne öteki dünya da ne de bu dünyadadır. Ne cehenneme gitmiş ne de cennet görmüştür.
“Yoldan çıkmış lafı tam da onu anlatıyordu, hayatının son beş on, on beş yılı böyle geçmişti... kendini ne siyasetin akıntısına ne de bilimin adacığına konumlandırabilmiş bir siyaset bilimi öğreticisi: evlilik müessesinin flora ve faunası içinde nefes almakta zorlanan işin acemisi bir koca; kendini evinde hissedememekten mustarıp ama artık evinin nerede olduğunu da bilmeyen bir göçmen: ne İslamla ne de başka bir dinle alakası olsun istemeyen bir doğuştan-Müslüman: tanrının bilinebilirliğine değil Tanrının kendisini bilmesine karşı çıkan bir bilinemezci.”
İşte bu psikoloji içinde Boston’a gelmiş doktora yapmaktadır. Yeni bir kıtaya gelen Ömer ev ararken Abed ve Piyu’yla kalmaya karar verir. ““İçkiye Yeniden Başlamak” ve “Gebe Asur-Babil Tanrıçası” başlıklı alt bölümleri Karga, Leylek, Meşrebi bir Kuşlar gibi bölümlerdeki geri dönüşlerle kırılsa da Kendi Tüylerini Yolmak başlıklı Bölümün “Gramer Yanlışlıkları” başlıklı alt bölümüne kadar kronolojik bir şekilde devam eder. Bu bölümle de ortalama üç haftalık bir süreyi oluşturan çerçeve anlatıya geri dönülür.” [7]
Roman bu altı bölümde Ömer’in son yirmi yıl içindeki yaşamına gel gitler yaparak anlatılır. Teyzesinin oğluyla yaşadığı dostluk anıları, üniversiteye ODTÜ-girmesi, orada aradığını bulamayınca Boğaziçi Üniversitesine geçmesi ve orada kamu yönetimi okumasına kadar uzanana ve gidiş gelişler yaşayan bölümler halinde anlatılır.
Ömer’in ev arkadaşı olan Piyu’da da bir takım sorunlar vardır. Piyu tam bir temizlik hastasıdır. “Bir hav, bir kırıntı, bir kırpık.... yere düşer düşmez Piyu temizlemeye başlıyor, etraftaki herkesi terörize edip kendilerini pis domuzlar gibi hissetmelerine yol açıyordu.”
Piyu’nun sorunları sadece bundan ibaret değildir. Diş hekimliğinde okumasına rağmen sivri nesnelere bıçak, çatal gibi dokunamamaktır. Böylesi bir sorunu olmasına rağmen diş hekimliğinde okuyor olması onun için de önemli bir handikaptır. Piyu’da bir anlamda işte tam bu nedenlerle iki arada bir derede veya tam bir Araf’tadır. “Saplantısına ek olarak sivri şeylere karşı gayet tuhaf bir fobisi vardı. Değil dokunmak bıçak görmeye bile tahammül edemezdi.”
Piyu’nun kız arkadaşı Alegre, İnce, ufak tefek, Katolik bir İspanyol kızıdır. Alegre de psikolojik sorunlar yaşayan, annesi tarafından kilolu olduğu için sürekli eleştirilmiş biridir. Alegre anne ve babasının bir kazada ölmesi sonrasında teyzelerinin yanında yaşamaya başlamıştır. Ergenlik döneminde rejime girmeye başlamış, yediği, içtiğin her şeyin kalorisini hesaplayan takıntılı ve blumia sorununa yakalanmasına neden olmuştur. “... klozetin üzerine eğitip kadının çıktığını duyana kadar o vaziyette bekledi, sonra elini gırtlağına soktu. Bulantı çabucak geldi, her zamanki gibi. İlk kusma dalgası geldiğinde sesi bastırmak için sifonu çekti. Kusarken, yüzü ondan bağımsız ağlıyormuş gibi gözleri yaşardı. Yaptığı şey yüzünden en ufak bir endişe, bir üzüntü hissetmiyordu.”
Araf romanındaki kadın tiplerin kilolu veya kilo sorunları ile uğraşan tipler olması dikkat çekici bir özelliktir. Üstelik Araf romanındaki tiplerin hiç birisi fiziki özellikleri ile normal insanlar değildir. Gail kilolu ve kuzguni siyah saçları, masmavi gözleriyle dikkat çeker; Debra Ellen Trompson kepçe kulaklı ve kırmızıya çalan saçlarıyla oldukça farklı bir görünüme sahiptir. Ömer alabildiğine uzun, Abed ise kısadır. Alegre ise blumiaya tutulduğundan beri oldukça zayıflamış ve gün geçtikçe daha da zayıflayan bir tiptir. Kısaca kahramanların hepsi hem fiziki hem de ruhsal açılardan normal olmayan kimselerdir.
Araf, bireyin kendisine yabancı bir ülkede, yabancı bir toplum ve kültürde içine düştüğü karmaşık duygu, düşünce ve ruh hallerini çok sayıda karakter üzerinden sergilemeyi amaç edinmiş bir roman tablosu çizmiştir.
Yalnızlık ve yabancılaşma ve kendinde uzaklaşma romanın odak noktasıdır. Romandaki bireyler hiçbir yöne hedefe gidemeyen arada kalmış tiplerdir. Romanın kahramanları olan Ömer, Amed ya da Piyu gibi yabancılar değil, Gail ve Debra gibi yerliler de aynı sorunlar içinde kaybolan kişilerdir.
Romanda çerçevesi çizilmiş aşamadan aşamaya geçen oylalar zinciri olmadığı gibi, belli bir noktadan sonra nereye gideceğini ve nerede olacağını bilemeyen insanların belirsizlikleri ile kuvvetlendirilmiş yönsüzlük göze çarpar. Romandaki olay örgüsünün de kahramanlarında hedefi ve istikameti yoktur.
Romandaki her tip eğitimli ve olabilecekleri ve varabilecekleri en üst noktaya kadar ulaşabilmiş, burslarla ödüllendirilmiş, başarılı ve çok zeki insanlardır. Her biri kendi milletinin ve kültürünün en üst basamaklarına tırmanmış kişiler olmalarına rağmen hepsi de psikolojik olarak sorunlu olan entelektüel olmalarına rağmen sorunlarını aşmakta aciz kalan kimselerdir. Yaptıkları işleriyle başarılı ve donanımlı insanlardan olmalarına rağmen cinsiyet milliyet ve kültür ayrımı olmaksızın, bozuk ruh halleri ile ortak bir noktada buluşan insanlardır.
Gel gitler zamanda geriye ve ileriye gidiş dönüşler içinde gidip gelen roman Ömer ile Gail’in İstanbul’a gelmeleri ve Gail’in intihar etmesi ile noktalanır.
“Sonuç olarak Araf, gerek mekânsal, gerekse ruhsal olarak tam bir arafta kalmışlığın romanıdır. Bu yüzden zaten tüm farklılıklarına rağmen bir eşikte, bir arafta buluşmuştur bu farklı kişilikler. Şafak bunu Mesnevi’den aldığı bölümle özetler: “Bir hakim dedi di: Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraber uçtuğunu, beraber yemlendiğini gördüm. Şaşırdım kaldım: derken aralarındaki birlik nedir, onu bulayım diye hallerine dikkat ettim. Şaşkın bir halde yaklaştım. Baktım, gördüm ki ikisi de topaldı.”[8]
ELİF ŞAFAK İLGİLİ TÜM LİNKLERİ SAYFASI
https://edebiyatvesanatakademisi.com/writer/elif-safak
KAYNAKÇA
[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/ask-elif-safak-roman-ozeti/80134
[2] https://www.elifsafak.com.tr/biyografi/
[3] https://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Book/4888
[4] Asuman Kafaoğlu-Büke, “Araf ya da Beklemedeki Ruhlar”, Cumhuriyet Kitap Eki, 13 Mayıs 2004
[5] Atilla Birkiye, “Kararsızlık, Araf, Hamlet”, Varlık, Aralık 2004
[6] Yeliz Kızılarslan, "Elif Şafak'ın Araf'ında Yabancılık Halleri", Bianet, 24 Mayıs 2008
[7] Serap Kaya, düş(v)eyaz, ilkbahar 2006, elifsafak.us/degerlendirmeler.asp?islem=degerlendirme&id=59
[8] Serap Kaya, düş(v)eyaz, ilkbahar 2006, elifsafak.us/degerlendirmeler.asp?islem=degerlendirme&id=5