15.11.2016
EYLÜL ROMANI VE YAZARI HAKKINDA BİLGİLER
Eylül, Servet-i Fünun ile Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı olduğu gibi Türk romancılığında teknik, yapı ve anlatım bakımlarından Halit Ziya ’nın romanları ile birlikte ilk modern romanlarından birisi olmaktadır.
Türk roman sanatında romancılığımız batılı romanlar seviyesine çıkaran Servet-i Fununcular olmuş, bu nedenle roman sanatımızı batılı romancılar seviyesine çıkaran ilk romancılarımız da Halit Ziya ve Mehmet Rauf ,olmuşlardır. Eylül romanı Mehmet Rauf’un bu bağlamdaki en önemli romanıdır.
Olaylardan çok kahramanların ruh halinden bahseden kitap, 1900 yılında Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, dergi de bölüm bölüm yayımlanan romanın büyük ili görmesi üzerine 1901 yılında kitap halinde basılmıştır.
Birçok roman yazmış olmasına rağmen Mehmet Rauf’u romancı olarak ilan ettiren tek romanı Eylül’dür. Mehmet Rauf , Eylül Romanından başka, Sevda-yı Garam, genç Kız Kalbi, Böğürtlen, Son Yıldız, Tuba, Halas, Ceriha, Kan Damlası, Define, Bir Zambak Hikâyesi, Darendem [1]adlarında kimileri uzun hikâye benzeri romanlar yazmış ama sadece Eylül adlı romanı ile dikkatleri çekmiştir.
Özellikle Nemide romanı ve Halit Ziya UŞAKLIGİL’ın izinden giden Mehmet Rauf , Halid Ziya ile tanıştıktan sonra onun kütüphanesinden yararlanma imkânı ve fikir alışverişinde bulunabilmiş ve romancı olmaya hevesi artmıştır. Halid Ziya sayesinde romancılık konusundaki fikirleri gelişmeye başlayan yazdığı ilk romanı olan Ferda’y-ı Garam adlı romanından sonra yazdığı Eylül romanı Mehmet Rauf’un edebi hayatının ikinci ve en önemli romanıdır.
Türk edebiyatı klasik romanları arasına girmeyi de başaran Eylül, özellikle ruhsal çözümlemelerde çok başarılı kabul edilmiştir.
Servet-i Funun dönemi dil anlayışı ile yazılmış olan romanın dili süslü, sanatlı ve günümüz Türkçesine göre biraz da ağdalıdır. Sanatı sanat için düşünen Servet-i Funun döneminde yazılmış olan Eylül’ün orijinal metni, günümüz Türkçesine göre Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar ile doludur. Buna rağmen günümüzdeki baskıları rahatça anlaşılabilecek sadeleştirilerek yapılmaktadır. Yalnız biraz ağır olduğu için okurken zorluk çekilmekte ve bu yüzden biraz da okuyucuyu sıkmaktadır.
KONUSU
Eylül adı romanında Suad ve kocası Sureyya ile Necip arasındaki imkânsız aşk ile Suad’n Necibe duyduğu aşk kocasına karşı duyduğu sadakat arasında kalışı ve Suad’ı intihara sürükleyen çatışmalar işlenmektedir. Kocasının en yakın arkadaşı Necip’e aşık olan Suad ile en yakın arkadaşı Süreyya ‘nın karısına aşık olan Necib’in sadakat, dostluk ve aşkları arasında kalışları; evliliğine ve kocasına karşı çok saygılı olan, fiziki olarak da kocasını aldatmamak için ruhuyla savaşan Suad’ın iç çatışmaları romanın konusunu teşkil eder.
Roman ahlaki değerleri, dostluk ve sadakat duyguları ile duygusal yönden ilerleyen ama masumane de olsa bedensel temaslara doğru ilerleyen Necip ve Suad arasındaki aşkın eşine sadık kalmak isteyen Suad ve Necip’in ruhsal çözümlemeleri ve duygularının betimlemeleri romanın içeriğini oluşturmakladır.
Evli bir kadının, kocasının yakın arkadaşı olan adama aşık olması, ama kocasına da ihanet etmek istememesi, kadının yaşadığı suçluluk duygusu, bunalımları ve vicdan muhasebesi, bu yasak aşktan kocasının da haberdar olmaması, romanın yazıldığı dönemi de gözler önüne sermesi romana olan ilgiyi arttırmıştır.
Romandaki Karakterler
Suat: Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e âşık olur.
Necip: Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip, Suat’a âşık olan bir adamdır.
Süreyya: Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.
Hacer: Suat’ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır.
Romanın Mekânı
Roman İstanbul’da geçer Romanın özel mekânları ise Bağ evi, Boğaz içinde kiralanan yalı , ve Konak’tır.
EYLÜL ÖZETİ
Süreyya, karısı Suad’la birlikte babasının köşkünde yaşamaktadır. Aynı evde babası, annesi, kız kardeşi Hacer, eniştesi Fatin, dadı ve hizmetçiler de vardır. Süreyya, bir dairede memurdur. Yaz aylarını babasının Bakırköy’deki şehre uzak bağ evinde geçirmek zorunda kaldığı için sıkıntılıdır. Sürekli olarak yaz mevsimini Boğaziçi’nde bir yalıda geçirmenin hayalini kurar. Fakat aldığı maaş bu hayali gerçekleştirmek için yeterli değildir.
Süreyya'nın Babası hem yaşlı, hem dediği dedik bir adamdır. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılır. Suat’ ın kardeşi Hacer akrabası olan Necip Bey’ le gönül eğlendirir. Hacer evli ve eşi de onun için her şeyini verecek bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır.
Süreyya’nın halasının oğlu Necib de ara sıra köşke misafir olarak gelir. Necib, çalışmadan yaşayan, vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde geçiren, yaşı otuzu geçtiği halde evlilikten kaçan bir gençtir.
Suad, kocasına bir sevgiliden çok anne şefkatiyle bağlıdır. Evliliklerinde eski heyecanlarının kalmadığını üzülerek hisseder. Kocasını mutlu etmek için bir şeyler yapmak ister. Boğaziçi’nde bir yalı kiralayabilmeleri için elli-altmış lira gerekmektedir. Suad kocasından gizli babasına bir mektup yazar, babasından para ister. Suad, kocasına yapacağı sürpriz için Necib’e bir süre daha köşkte kalması için rica eder. Bu arada Hacer, ağabeyinin yalı kiralayabileceğine ihtimal vermediği için sürekli olarak gevezelik eder. Evli olmasına rağmen Necib’e sırnaşır. Suad, babasının gönderdiği otuz lirayı kocasına verir. Süreyya nihayet hayalindeki yalıyı kiralayabileceği için çıldıracak derecede sevinir. Süreyya ile Necib ev bakmak için beraber Boğaziçi’ne giderler. Süreyya’nın “mücevher kutusu, fildişi yuva” dediği güzel bir yalıyı kiralık tutarlar. Yalı kiralandığı haberi evde duyulunca Hacer, kıskançlığından patlayacak hale gelir. O gece kocası Fatin’le kavga eder. Suad, Necib’i yeni evlerine de davet eder.
Suad, Beyoğlu’nda alışveriş yaparken Necib’e rastlar. Mayıs ayında Boğaziçi ve Büyükada’nın çok güzel olduğunu söyleyerek Necib’i kiraladıkları yalıya davet eder. Necib, Boğaz’daki yalıya gider. Süreyya, misafirine büyük bir heyecanla yalılarının güzelliklerini anlatır. Suad kendi elleriyle Necib’e yemekler hazırlar. Onun gelmesine çok sevinirler. Necib, bu mutlu çifte imrenerek bakar. Kendisini yalnız hisseder, yaşantısını bir cehenneme benzetir.
"Kalabalık içinde yalnız yaşamak, kalabalık içinde gezip beraber bir köşeye kaçmak, işte asıl zevk budur. İnsan kalpleri, birbirine bağlılığın ne demek olduğunu o zaman anlar. Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum." (S:10)
Necip de hem dostları hem de akrabaları olarak Suat ve Süreyya’ nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalar.
Suad piyano çalarken, Necib hemen yanı başında onu zevk ve heyecanla dinler. Ünlü bestecilerin yaşamlarına dair bilgiler verir. Suad’ın nota kitaplarının eski ve yıpranmış olduğunu görünce içinden yenilerini alıp hediye etmeyi geçirir.
Baş başa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey bir şeylerin olduğunu, Suat Hanım’a âşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderken de Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini hatıra olması için alır.
Denize aşırı derecede tutkun olan Süreyya, bir sandal satın alır. Sandalıyla gezintilere çıkarlar. Süreyya her gün kendisine yeni uğraşlar bulur. Yelkenlisiyle sık sık denize açılmakta Suad ise ona eşlik edemediği gibi ne yapsa eşini mutlu edemediğini düşünmeye başlamaktadır.
Süreyya’nın yelken hevesi, kendisine her şeyi ihmal ettirecek dereceye gelir. Bazı günler Necib de Süreyya ile denize açılır. Necib, evde kaldığında vakti, Suad’la birlikte piyano başında geçer. Necib’in Suad’a karşı duyduğu hayranlık günden güne artar. Evleneceği kadının tıpkı Suad gibi olmasını istemektedir.
Bir gün Necib, yalının civarında daha önce de birkaç kez gördüğü genç ile Suad arasında bir ilişki olması ihtimali ile Suad'ı kıskanmaya başlar. Bu kıskançlıkla yalıdan ayrılır ama o gencin Suad'ın yalısının yakınlarındaki genç bir kızın sevgilisi olduğunu öğrenip rahatlayacaktır. Böylece Necip tekrar yalıya gelir.
"Kadın olmayınca bir erkek hayatının ne verimsiz, ne yağmursuz, ne çorak bir siyah çöl olduğunu bilseniz... Bir kadının bir erkek hayatına sadece varlığı ile nasıl şiir ve körpelik verdiğini, ruhu bertaraf etsek bile yalnız vücut için de nasıl büyük bir koruyucu olduğunu bilseniz..." (S:56)
Necib yalıda daha uzun süreli kalmaya başlar. Necib ile Suad çoğu zaman piyano çalarak vakit geçirirler. Piyano başında geçen saatler Necib ile Suad’ı birbirine yakınlaştırır. Necib elinde olmadan sürekli olarak Suad’ı düşünür.
Bu arada Suad, kocasının ilgisizliği, anlayışsızlığı ve sudan şeylerle meşgul olması nedeniyle her geçen gün kendisini biraz daha yalnız hisseder. Evlilik yaşamlarında eski tat ve heyecanın kalmadığını görür, sıkılmaya başlamıştır. Bu şekilde yaşlanarak öleceğinden dolayı üzüntü duymaktadır.
Necib bir akşam, Tarabya’ya kadar gidip dönmek için evden çıkmak üzereyken, piyanonun üzerinde Suad’ın şemsiyesi ile eldivenlerini görür. Bir an eldivenleri öpüp koklama isteğine engel olamaz. Heyecanla eldivenlerden birini cebine koyar.
Suad yalnızlığını unutmak için kendisini müziğe verir. Bağ evinden gelen dadı, Necib’in yalıda çok sık kalmasından Hacer’in kötü anlamlar çıkardığını anlatır. Suad, bu söylenti yüzünden Necib’e daha mesafeli davranması gerekeceğini düşünür. Bu olay Suad ile Necip'in bir müddet birbirlerinden ayrı kalmasına yol açacak Necip'in tifoya yakalanmasına sebep olacaktır.
Daha sonra Necip’in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat çok üzülürler. Tehlikeli zamanı geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir içerisindedir. Hacer, Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendinden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez.
Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirmeye mecbur kalır. Hâlbuki O, onlardan kaçmak için uğraşır.
Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Sonbahar gelir. Süreyya kışı da yalıda geçirmek niyetindedir. Necib sevdiği kadından ayrılacağı için üzülür. Necib ile Suad dilleriyle açıkça söyleyemedikleri duygularını, müzik aracılığıyla, gözleriyle birbirlerine anlatırlar. Necib içindeki duyguları daha fazla saklayamaz, tutamaz, Suad’a aşkını ilan eder. Suad'ın sessiz kalmasına rağmen imalı konuşması üzerine Necip, .Nereye gittiğini bilmeden, heyecanlı bir halde dolaşır. Kendisine ağırlık veren, sıkıntı veren duygularını dışarı atar. Suad tarafından seviliyor olmanın verdiği mutlulukla dolaşır.
Suad, Necib’i görebilmek, sevgisine karşılık verdiğini gösterebilmek amacıyla Beykoz gezmesini bahane etmiştir. Hep beraber geziye çıkarlar. Suad da iç dünyasında sürekli olarak gelgitler yaşamaktadır. Bir yandan şu an yaşadığı aşkı, heyecanı geçmişte hiç tatmadığını düşünürken öbür yandan evli bir kadın olarak böylesi yasak duyguları yaşadığı için kendisinden nefret eder, tiksinir.
Necib sık sık Suad’ın yanına gider. Süreyya, Suad ve Necib gezintiye çıkarlar. Necib iç dünyasında türlü çıkmazlarla mücadele eder, çatışmalar yaşar. Suad şayet kendisine karşılık verecek olursa, namusu kirlenecek, toplumun baskısı altında ezilecek, horlanacaktır. Necib’in gözünde de namusunu kirletmiş bir kadın konumuna düşecektir. Necib iç dünyasında bir süre savaş verdikten sonra, Suad’ın namusuna ve temizliğine saygı duymaya, ilişkilerini hiçbir zaman bedensel boyuta taşımamaya, sadece duygu boyutunda yaşamaya karar verir. Çözüm olarak anne kardeş bacı kardeş sevgisiyle yaşamayı bulmuşlardır.
Baş başa kalmaktansa, başkalarının yanında kalmayı tercih ederler, bu şekilde ilişkilerini temiz tutacaklarına inanırlar. Fakat belli bir zaman geçtikten sonra, birbirlerine bedensel anlamda da yakınlaşmayı arzularlar. Necib, Süreyya’yı kıskanır. Çünkü o, sevdiği kadını koca sıfatıyla elinden almaktadır. Necib bunu kabullenmek istemez.
Hacer her fırsatta Necib’i ve Suad’ı sıkıştırır, onlara imalı sorular sorar, ağızlarından laf almaya çalışır. Suad, sürekli olarak Hacer’in gözlerini üzerinde hissettiği için, Necib’e karşı olabildiğince mesafeli ve soğuk davranmak zorunda kalır.
"Sıradan bir saygının ne aşamalardan geçip şimdi hayatında kökleşen korkunç, büyük bir aşk olduğunu düşünerek kendisinin bu kadar tutkunlukla bu sonucu anlaması, onun genişlemesine meydan vermemesi gerektiğini itiraf ediyor, 'Evet kaçmalıydım!' diye yumruklarını kafasında sıkıyordu." (S:134)
Bu arada Suad, Hacer’i kıskanmaya başlar. Necib’in kendisini değil de onu sevdiğini düşünür. Necib ile Suad baş başa kalırlar, fakat içlerinden geçenleri söyleyemezler. Necib, Suad’ın sessiz kalmasını, artık her şeyin bittiğine yorar. Suad ise, Necib’in Hacer’in oyuncağı olduğunu düşünür.
Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya bir şeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir. Necib evde yalnız olduklarını öğrenir. Her ikisi de büyük bir heyecanla aşklarını dile getirirler. Necib kendisinden bir bakışı, bir gülümsemeyi esirgediği için Suad’a sitem eder. Necib her şeyi unutup uzaklara kaçmayı teklif eder. Suad, kocasını bırakmaya hakkı olmadığını söyler. Necib her şeye rağmen kendisini sevmesini, unutmamasını ister.
Konağa geri dönerler. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmez. Hele Hacer’in davranışları, onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda, ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan, Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya sebebi yoktur.
Ayrılmadan önce Suad’a gözlerinden öpmek istediğini söyler. Çünkü Necib bu aşkı Suad’ın gözlerinde yaşamıştır. Necib, Suad’ın titreyen gözlerinden öper, ellerini bırakır, konaktan ayrılır.
"Eylül!...Öyle bir ay ki, her güzel günü için ona minnettar olmak gerekliydi. Eylül esef ve özlem ayıdır, içine bir kaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp esef eder ve özlem çeker." (S:191)
"Mümkün olmayan şeyi istemek, bile bile reddedilmektir." (S:200)
O gece konakta yangın çıkar. Herkesi bir telaş ve korku alır. Canlarını zor kurtarırlar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye bağırır. Ama cesaret edemez. Necip bir haykırışla içeriye fırlar. Her ikisi de çöken tavanın altında ölürler.
Mehmet Rauf un Edebi Kişiliği
1875–1931)
Servet-i Fünun romancıları arasında önemli bir yere sahip olan Mehmet Rauf, Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi ve Bahriye Mektebi’ni bitirdikten sonra deniz subayı olarak Girit ve Almanya’ya gönderildi. Yurda dönüşünde elçilik gemilerinin irtibat subayı olarak görev aldı. Ancak askeri yaşamı fazla sürmedi ve 1908'de subaylıktan ayrılarak yaşamını yazarlık ve yayıncılıkla kazanmaya başladı.
KAYNAKÇA
[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/mehmet-rauf-hayati-edebi-kisiligi-ve-eserleri/74551
1
1
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın
Mahir Taşpınar
6 years ago