Kaygusuz Abdal Dolapname Eseri

17.03.2017

 

 

 KAYGUSUZ ABDAL VE DOLABNAMESİ

 

Yıınus tarzı söyleyişe kendi şahsiyetinden bir renk katmaya muvaffak olan diğer mühim bir şair Kaygusuz Abdaldır.

Bir XIV. asır sonu ve XV.asır başı  şahsiyeti bilinen Kaygusuz, bir bakıma Anadolu'daki Alevi - Bektaşi edebiyatının da ilk şairlerindendir.

Kaygusuz, yine Bektaşi an'anesinin kendisine büyük ehemmiyet verdiği XIV. asır erenlerinden Abdal Musa'ya mensuptur.  Piri, Abdal Musa’yı derin bağlılıkla seven ve bu sevgisini şiirlerine işleyen Kaygusuz da yine abdal payesi almıştır. An'aneye göre Kaygusuz'un asıl adı Gaybi'dir.

Ona kaygusuz adını, birçok kerametlerini görüp hayranı olduğu, Abdal Musa vermiştir.

 Menkıbeler, Kaygusuz'u Antalya Beyliğine, bağlı Alanya (Alaiye) sancağı Beyinin oğlu göstermektedir.

Buna göre Kaygusuz Alaiye'de doğmuş, Sultan İkimci Murad devrinde yaşamış ; uzun müddet Anadolu'da, Rumeli'de dolaşmış ; menkıbeye göre, kendisine bir geyik şeklinde görünerek onu kendi dergahına çeken, piri,

Abdal Musa'ya müridlik ve halifelik yapmış ; Hicaz'a ve Mısır'a gitmiş ve büyük bir ihtimale göre Mısır'da ölmüştür.

Kaygusuz'un, piri Abdal Musa'yı önce geyik şeklinde görüp onu okuyla vurduğu, sonra  vurduğunun

Abdal Musa olduğunu anlayınca, onun sadık müridi olduğu şeklinde bir menkıbe vardır.

Onun bu macerasiyle ilgili bir keramet hadisesi de,Şeyhi Abdal Musa’nın ağaçlara ve taşlara sema ettiren ermişliğidir:

 Oğlu Gaybi"nin Abdal Musa’ya intisabını iyi karşılamayan Alaiye Beyi, Tek., Beyi'ne baş vurarak

 oğlunu bu adamdan kurtarmasnı ister.

Abdal Musa’nın, gönderilen elçiyi kerametle parçalatmasına içerliyen Teke Beyi, Şeyhin üzerine asker yollayarak
onu tutturup ateşte yakmaya karar verir.

Abdal Musa birkaç yüz müridiyle ve yollarda sema' ederek hazırlanan ateşin üzerine yürür.

 Onlar yürürken yolda ağaçlar ve taşlar da onlarla birlikte sema' ederler. Yine sema" ederek içine girdikleri ateşler söner.

Siyah bir canavar şekline giren Teke Beyi'nin ruhu, Musa’nın bir dervişi tarafın ·dan öldürülür.

 Bütün bu kerametleri yakından görüp anlayan Alaiye Beyi de oğlunun Abdal Musa’ya intisabına, artık engel olmak istemez.

Eski Türk - şaman inanışından geniş çizgiler taşıyan bu menkıbe, Bektaşi tarikatine mensup Türkler arasında eski inanışlardan kalan  "taşları, ağaçlan yürütmek, "fena ruhları siyah yılanlar şekline sokmak"gibi hatıraların yaşadığını gösterir. İşte, hayatı etrafında böyle menkıbeler bulunan Kaygusuz Abdal (ona isnad olunan şiirlerine göre) ilk Anadolu asırlarının, Yunus Emre'den sonra,şiirlerini bilhassa zeka çizgileriyle ve bir inanış serbestliğiyle

söyleyen, kuvvetli bir halk tasavvuf şairidir.

Kaygusuz'un şiirlerinde, onları Yunus'un şiirlerinden ayırd etmemizi mümkün kılan üslup hususiyetleri vardır.

Bu şiirler, samimi, lirik, zeki ve derin bir heyecan mahsulü söyleyişlerdir.

Şiirlerin dilinde dikkate değer ve çekici bir sadelik görülür. Bu şair, bilhassa serbest düşünüşlerini, bazan

cesur bir zekâ diliyle söylemekten çekinmemiştir.

 

Nihad Sami Banarlı

Resimli Türk Edebiyatı Tarihi

 

İkincisi Kaygusuz Abdal’ın Kaside-i Dolabnâme’sidir. Menâkıbnâme’ye göre Kaygusuz Abdal, bu kaside’yi Hac’dan dönüşü esnasında Âsi Suyu üzerinde kurulu bulunan, fakat döndürülemeyen Su Dolabı için söylemiştir.

Kaygusuz Abdal, 40 dervişi ile Hac farizasını ifâ ettikten sonra, Anadolu’ya şeyhi Abdal Mûsâ’ya gelmek üzere yola çıkar. Şam’a gelir. Şehre girmezler. Halid bin Velîd ve Baba Amr orada yatardı.

Ziyaret ederler. Oradan Kal’a-ı Humus’a gelirler. Âsi Suyu üzerine konup otururlar. Âsi Suyu’ndan Humus Kalesine su çıkarılacaktı.Humus kalesi ise yüksekti. Bu bakımdan su çıkarmak için büyük ve ağır bir dolap yapmışlardı

Dolab yapılır, Âsi Nehri üzerine konur, fakat Dolab dönmez.Meğer ki bu dolabı yapan kişi Nasranî imiş.

 Usta, Dolab’ın dönmeyişinden dolayı çok üzülmüştür.

Bu sebeple Dolab’ın dönüş şekli Menâkıbnâme’de geçtiği şekliyle şöyledir:

“İsâ b. Meryem, Mûsâ Kelimetu’llah ve Hz. Davud hürmetine dönmesi için Dolab’a and verilir:,

Ya Dolab! Hz. İsâ hürmetine dön! Dolab dönmez, bu sefer,

Ya Dolab! Hz. Mûsâ hürmetine dön! Dolab yine dönmez. Nihayet,

Ya Dolap! Hz. Muhammed hürmetine dön derler ve Dolap hemen durduğu yerden hareket edip, su üzerinde dönmeye başlar,

Bunu gören Hristiyan usta, İslâmiyetin büyük bir din olduğunu kabul ederek Müslüman olur. 

 Bu yüzden de dolap; Muhammedî Dolab adını alır. Haber etrâfa yayılınca, herkes bu dolabı görmeye gelirler.

Görenlerin kalbinde dolabın iniltisi başka bir tesir bırakıyordu.

Dolabnâme’deki bu serüveni Kaygusuz, bir su dolabının iniltisinin meydana getirdiği tesiri de şöyle dile getiriyordu.

"Niçin yüzünü dâima suya sürdüğünü, bağrının niçin delik ve gözlerinin niçin yaşla dolu olduğunu, bu kadar zahmeti niçin çektiğini” sorar. Dolap şöyle cevap verir:

“Ben yüce bir dağda ulu bir ağaç idim. Dallarım göklere ulaşırdı. Kuşlar, kumrular budaklarımda yuva yapardı. Birgün bir şahıs gelip nacağı saldı.Bağrıma kemend takdılar, sokak sokak dolaştırdılar.

O zamanda beri ben dost! Diye inilerim. Felek bal tattırdığı herkese sonunda zehir sunmamış mıdır?

Süleyman, İskender, Kayser, Kisra, Sam sonunda yok olmadılar mı?”

Kaygusuz, neticede insanın ancak Allah’ın fazlına dayanması gerektiğini söyliyerek şiiri bitirir.

Kaygusuz’un bu Dolap kasidesi; kâfiyeleri ayrı, sualli-cevaplı iki kasideden müteşekkildir.

Biri11, diğeri 28 beyittir. Vezni mefâîlün/mefâîlün/ feûlündür. İmâlesi pek çoktur.

Birinci Kaside, Kaygusuz’un Dolab’a hitabı şeklindedir.  İkinci Kaside ise, Dolab’ın Kaygusuz’a cevabıdır.

Bu eser, dini-tasavvufi Türk edebiyatı’nda aynı zamanda bir Dolabnâme türünü de beraberinde getirmiştir.

Bu sebeple bunun ayrı bir değeri vardır. Ayrıca bu eser, bir ağacın devriyye tarzı, başından geçenleri ihtiva eden bir sergüzeşt hayâtıdır.

Şiir son derece şâirâne ve hakimânedir. Eseri aynen vermeye çalışalım:

 

Kaygusuz Abdal’ın Eserlerinde‘Su’ Motifi

 

Kaygusuz Abdal’ın eserlerinde suâb, mâ, rahmet, merhamet, yağmur, mevc, deniz, balık, bulut, hasret, gözyaşı, şifâ, katre, nutfe, umman” gibi mefhumlarla ifade edilmektedir.

Bu cümleden olarak onun eserlerinde geçen bu su ile ilgili mefhumları şu noktalar ile sınırlamak mümkündür:

A. İnsan Vücudunun Teşekkülündeki Su,

B. Kaside-i Dolabnâme’ deki Su,

C. Balık-Öküz (Deniz-Kara) Teşbihindeki Su,

D. Atasözleri ve Deyimler’de İfade Edilen Su vb.

Şimdi bunları Kaygusuz Abdal’ın eserlerinde geçen metinlerin ışığında kısaca ele almaya çalışalım.

A. İnsan Vücûdunun Teşekkülündeki Su

Kaygusuz Abdal, Divan’ında insanın “Bir katre meniden”, Mesnevî’sinde “Bir katre sudan”,

Vücûtnâme’sinde “nutfe ve kan pıhtısından” yaratıldığını ifâde eder (Divan, Mr., v. 318a; Birinci

Mesnevî, Mar., v. 77a; Vücûdnâme, v. 3a-b.). Bu tezini Kur’an’dan âyetler getirerek delillendirmeye çalışır.

Demek oluyor ki, insanoğlunun yaradılışında var olan “su”, Kaygusuz’da; “meni, su, nutfe, kan pıhtısı” ile ifade edilmektedir.

Zira Allah, “Biz her şeyi sudan halkettik” demiyor mu? Öyle ise insanın yaradılışı su ile başlar ve devam eder.

Nasıl ki yeryüzünün ¾’ü su ise, insan vücûdunun da 2/3’ü sudan ibarettir

Kaygusuz Abdal, Vücûdnâme adlı eserinin başında insanın yaradılışını, ana rahmine düşen nutfeden itibaren ele alarak,

Mü’min Sûresi’nin 12-14 âyetlerini de delil olarak getirir:

“-And olsun biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta bir nutfe yaptık Sonra o ‘nutfeyi’ bir ‘kan pıhtısı’ hâline getirdik, derken o ‘kan pıhtısı’nı bir çiğnem et yaptık; o bir çiğnem eti de kemiklere , bilahare onu başka yaradılışla inşa ettik.

Sûret yapanların en güzeli olan Allah’ın şânı bak ne yücedir.”

Kaygusuz Abdal, ana rahmine düşen bu nutfenin yedi seyyâre tarafından nasıl terbiye edilişini ve vücuda gelişini, ayrıca bu insan vücudunun  “anâsır-ı erbaâ” ile olan alâkasını detaylı bir şekilde anlatır.

Öyle ise kısaca konumuzla ilgisi bakımından “anâsır-ı erbaâ”nın (toprak, su, yel, ateş) geçtiği metinleri vermeye çalışalım:

 

Sen nesün şöyle mücerred söylegil

Nitelüğünden bize şerh eylegil

Sen heman od u yil – toprak – su mısın

Dahı nesnen var mı heman bu mısın (Gülistan, Mar., v. 89b.)

 

Ten toprag-ıla su od u yil dür

Yokdur şebâti gül ki misâldür (Mesnevi, Mar., v. 131b.)

 

Bu suret tertibine yokdur sebât

Bu ki degül ab u ateş hak u bâd   (Gülistan, Mar., v. 180a.)

Yukarıda da görüldüğü gibi Kaygusuz Abdal’ın eserlerinde (manzum+mensur) “anâsır-ı erbaâ” önemli şekliyle geçmektedir. İnsan bedeni bu dört unsurdan vücûd bulmuştur. 

Yine Kaygusuz Abdal bu durumu Mesnevi’sinde şöyle anlatır.

 

Âdemün vücûdı bir şehirdür.

Dört türlü cevherden bünyâd olmışdır. (toprak-su-ateş-yel)

Bu vücûd dürlü cevherden müteşekkildür

. O da; kemük, sinür, damar ve deri bu dörü ata canibindendür.

 Amma ilük, kan yag ve kıl ise ana canibindendür.

Ve bu şehrün 12 burc u bedeni ve 12 kapusı vardur.

 Bu kapular bâzan açılur, bâzan da kapanur

 

. Âdemün vücudunda tamam 777 mahallesi vardur ki sinir’lerdür.

Üç yüz altmış altı çarşı’sı vardur ki kemik’lerdür.

444 çarşısı yaz-kış akar, damar’lardur, kesilmez.

Bu şehrün ortasında bir punar vardur ki

bu şehrün cümle yerine su oradan gider ki o da yürek ve ciğerdür.

Kaygusuz bu hususu manzûm olarak da şöyle ifade eder:

 

Görürem bu ulu şehr-i mu’azzam

Ona nisbet degül ne Mısru ne Şam

Yidi yüz yitmiş yididür mahallesi

Âleme tolmış ol şehrün kavgâsı

Üç yüz altmışaltı çarşudur bâzâr

Her neki vardur cihanda anda var (Mesnevî, Mar., v. 79b-80

 

B. Kaside-i Dolabnâme’deki Su Motifi

Buradaki dolap tabiri, “su Dolabı”dır. Bundan dolayı da adı Dolabnâme olmuştur. Burada “su dolabı”nın aşağıdan yukarıya su çekerken iniltisi, Hakk’ın nimetini Hakk’dan alıp, halka veriş sesidir.

Allah’ın verdiği nimetlere şükür sesidir.

Devâmlı su çekerken durmayan dolabın iniltisi,hasta kişinin Rabbından şifa dileyişinin; “duâmı kabûl eyle Yârab!” deyişidir.

Dolabın dönüşü, onun Rabbına karşı olan kulluk görevini ifâ ederken gece-gündüz demeden, hem dünya, hem de ahiret için çalışan mürşid-i kâmil’in ibâdetidir.

Dolap, burada yerden aldığı suyu herkese eşit olarak dağıtır, meyveleri, sebzeleri, kuşları, kurtları vb. bütün canlıları sular, onlara yeni bir hayât verir. Dolap da, susuz dönmez. Çünkü onun vazifesi su dağıtmaktır.

Suyun ise, Dini-Tasavvufi Türk edebiyatında önemli yeri vardır.

Su temizleyici, yaşatıcı, can verici, kuşatıcı, saflık yönleriyle bilinir.

Dolapla ilgili olarak bu bilim dalında önemli manzum ve mensur eserlere rastlıyoruz.

Bilhassa Yûnus Emre’nin Dertli Dolab’ı ile Kaygusuz Abdal’ın

Kaside-i Dolabnâme’si; iyi bir Müslümanın, yâni insan-ı kâmil olabilmenin, zahmetini, çilesini, sabrını, zerafetini ve zaferini dile getirirler.

 

 

Kasîde-i Dolab

 

Su’al itdüm bugün ben bir dolaba

Didüm niçün sürersün yüz bu âba

 

Neden bagrun delükdür gözlerün yaş

Sebeb nedür sataşdun bu ‘İtâba

 

Karârun yok gice gündüz dönersün

Dökersün derdlü gözlerden hûn-âba

 

Elif kaddün bükülmiş çenge dönmiş

İnildüni düzeltmişsün rebâba

 

Gözün yaşı revân oldı seher-gâh

Giceler varmadun bir lahza hâba

 

Niçün feryâd-ile zârı kılursun

Meger derdün senün gelmez hisâba

 

İnildünden delindi derdlü bagrun

Figanundan ciger döndi kebâba

 

Nice virdi haber sana bu devran

Ki derdün defteri sıgmaz kitâba

 

Ne cevr itdi sana bu çarh-ı gaddâr

Ki devr içre düşübsen bu ‘İtâba

 

Duhânundan boyandı göge gökler

Firâkundan kara yirler türâba

 

Su’al itdüm dolabu döndüginden

Dönüben çün dolab geldi cevâba

 

   

Dolabı Cevabı                    

 

Dolab eydür eyâ çeşmüm çerâğı

İşitmege cevabum aç kulağı

 

Benüm budur sorarsan ser-güzeştim

Ki ben yaylar idüm bir yüce tagı

 

İrişmezdi boyuma altmış arşun

Belüme dahı on âdem kucagı (kuşağı)

 

Geçürmişdüm serâdan göklerümi

Süreyyâ’ya yitürmişdüm budâğı

 

Tokuz ay derneşüb bin dürlü kuşlar

Budagumda tutarlardı otagı

 

Öterdi Tûti vü Kumri vü Dürrâc

Geçürdüm bir zaman (ben) niçe çağı

 

Hevâ Murg-ı kebûter bagun gezerken

Örilmiş ‘ömr kuşunun tuzağı

 

Kazâ irdi meger dest-i kaderden

Ki bir şahs irişüb çaldı bıçağı

 

Yıkılup yatdum ol dem yüzüm üzre

Kırıldı kalmadı budum budagı

 

Delüp boynuma takdılar kemendi

Sürüdiler dolandum her sokagı

 

Nice müddet sokaklarda yüzime

Gelüb giçen basarlardı ayagı

 

Yidi Eyyüb-veş bagrumı kurtlar

Ciger-kânun döker çeşmüm kapagı

 

Zekerriyâ gibi biçüb belümden

Dolab içün düzetdiler yaragı

 

Temür mıhlar dokunub yüregüme

Kazâ dest-i ile çarhun çomagı

 

Dolab oldum gice gündüz dönerem

Su üstinde tutar oldum otagı

 

İnilerüm dün (ü) gün dost diyüben

Gözüm yaşı sular bustânı bağı

 

Kime dost oldı devrân bu cihânda

Ki sonra olmadı anunla bagı

 

Felek kime tadurdı bir kaşuk bal

Ki sunucu sunar tas-ıla agu

 

Süleymân’un sürerdi tahtına yil

Kara topraga koymışdur yatagı

 

Sikender kim cihânı Kâf – ber-Kâf

Tutub hükmine sürerdi yasagı

 

Girüp zulmetde ister âb u hayvân

Dolu zehr ile sundılar bayagı (âb u hayvân)

 

Cihanda varlıgı başdan başa hep

Fenâ yurdı durur mihnet ocagı

 

Kanı Rüstem kanı Husrev kanı Sâm

Belürmez birünün ucı bucagı

 

Bekâ yurdı degüldür ki bakasun

Fenâ ehli tutar bunda otagı

 

Bu dünyâ bir büyûtu’l-’ankebût’dur

Pes ol oldı megeslerün duzâgı

 

Olublar (Alâi) Gaybî bunda tekye kılan

Hak’un fazlı durur ancak tayagı

 

Sabır seccâdesün ki altına salmış

Tevekkülde kuşanmışdur kuşagı

 

Sözini Kaygusuz ‘ârife söyle

Ne bilsün şekkeri tana buzağı2*

Baba Kaygusuz Sultan

 

Kaygusuz’un bu kasidesinde; hem Kaygusuz hem Gaybî hem de asıl adının kısaltılmış şekli olan Alaî geçmektedir.

Bizim kanaatimize göre Alaî (Alâyî) kelimesi Alaaddin’in kısaltılmış şeklidir.

Seyfeddin, Şemseddin, Bedreddin gibi isimlerin Seyfî, Şemsî, Bedrî olarak kısaltılması gibi, Alaaddin de Alâî (Alâyî) olarak kıslatılmıştır.

Ayrıca kafiye ve veznin de bu kısaltmada âmil olduğu âşikardır.

Buna göre Kaygusuz Abdal’ın asıl adı. Alaaddin Gaybî’dir.

Bu kaside, Kaygusuz, Gaybî ve Alâî imzalarını birarada taşıması itibariyle, böylece kendisinin asıl ismini de bildirmiş olması bakımından bizim için son derece önemlidir.

C. Balık-Öküz Teşbihinde Su

Kaygusuz Abdal; balık ve öküzü, deniz ve kara (su toprak) olarak vasıflandırır. O, Gülistan adlı manzûm eserinin başında dünyanın yaradılışını kısaca şöyle anlatır:

“Öyle bir zaman idi ki kâinat yoktu.

Her sıfat zât içinde gizliydi.

İnsan vücûdu da yoktu.

 Âlem ve insan hepsi birdi.

İkilik yoktu; her şey, yer ve gök hazine içinde bir su” idi.

Allâh, önce Mustafa’yı yarattı.

Onun cânı, canların ilkidir.

Cihân Mustafa’nın canında sır idi.

Allâh (Mustafâ’nın Cânında) bu cevhere

bakınca, cevher dirildi ve bütün cihân meydana geldi.

 Önce su oldu, aktı; denizler ve karalar meydana

Denizin buğusundan felekler ve feleklerin içinde melekler yaratıldı.

 Cihân istikâmet tuttu ve her mekân yerli yerinde düzeldi…

Dünya önce denizle doluydu. Bu hâl elli bin yıl devâm etti…”

 şeklinde devâm eder.

 

Kaygusuz Abdal’ın Eserlerinde ‘Su’ Motifi

Dr. Nurettin Demir Hacettepe Üniversitesi

 

GELENEKSEL TÜRK SANATINDA VE
EDEBİYATIMIZDA SU Ankara 2013 Aski

 

Prof. Dr. ABDURRAHMAN GÜZEL

Başkent Üniversitesi Eğitim Fakültesi

 

KAYGUSUZ ABDAL HAYATI ( 15. yy )

Kaygusuz Abdal Divanı Ve Diğer Eserleri

Budalaname ( Risale-i kaygusuz ) Hakkında Kaygusuz Abdal

Bera-yı Kaygusuz Abdal -Aşık Kenzi

KAYGUSUZ ABDAL VE DOLABNAMESİ

Dolapname’den:

 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar