Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

03.10.2019

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

 

Mahalle Kahvesi ve Sait Faik Hakkında Gerekli Bilgiler

Mahalle Kahvesi, Sait Faik’in 1950'de yayımlanan ve içinde 22 öyküsünün bulunduğu beşinci kitabının ve bu kitaba da adını veren öyküsüdür. Hikâye ilk önce dergide tefrika edilmiş daha sonra aynı ada ile yayımlanan kitabının da içinde yer almıştır.

Mahalle Kahvesi adlı kitabını ve öyküsünü yazdığı yıllarda yazar siroz hastalığına yakalandığını öğrenmiş bu kitap içindeki bu öykülerini işte bu duygu atmosferi içinde iken yazmıştır.  Bu nedenle bu kitaptaki hikâyeler “1948 yılında siroz teşhisi konulan Abasıyanık'ın hastalığının ilerlediği bir dönemine tekabül eden Mahalle Kahvesi yer yer yazarın kapıldığı buhranları da “ yansıtmaktadır.

Yazarın Mahalle Kahvesi adlı hikâye kitabındaki öyküler şunlardır: 

Mahalle Kahvesi 

Plajdaki Ayna 

Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal

Dört Zait

Hallaç

Baba-Oğul

Karanfiller ve Domates Suyu

Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?

Bir Sarhoşluk

Kınalıada’da Bir Ev

 

Süt

Gramofon ve Yazı Makinesi

Barometre

İzmir'e

Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye

Bir Bahçe

Bir İlkbahar Hikâyesi 

Sakarya Balıkçısı

Kestaneci Dostum

Söylendim Durdum

Ermeni Balıkçı ile Topal Martı

Sinagrit Baba

Kitaba adını veren ilk öyküsünün adı da Mahalle Kahvesidir. Yazarın bu öyküsünde konu bir mahalle kahvesinde oturduğu sırada şahit olduğu bir olaydır. 

Mahalle Kahvesi Adlı Öyküsünün Özeti 

Karlı bir kış akşamında mahallesindeki kahvehaneye giden anlatıcı garsondan bir çay isteyip kahvedekilere bakarak zaman geçirmektedir. Dışarda kar yağmaktadır. Bu sırada üstü başı karlarla kaplı bir adam kahveden içeri girer.  O içeri girince kahvedeki insanlar birden bire seslerini kesmiş herkes adama dikkat kesilerek sessiz sessiz beklemeye başlamıştır.

Anlatıcı genç adama çay ısmarlamak istemiş fakat her nedense kahveci bunu kabul etmemiştir.  Az sonra kahveye bir adam daha gelir ve kahvede oturan adamlardan bazılarını çağırır.  Zavallı genç ölen kişinin babası olup olmadığını sormuş, kahveci bu soru karşında sinirlenmiş, o gence ters ters cevap verip sakın geve gitme diyerek azarlamıştır.  Eğer eve gidersen sen de ölürsün deyince anlatıcı konuyu çok merak eder. Bunun üzerine yanındakilere ne olup olmadığını sormaya başlar.

En sonunda bu genç adamın kız kardeşini kötü yola düşürdüğünü, o nedenle ailesi tarafından reddedildiğini, adamın babasının da kahrından ölmüş olabileceğini öğrenir.  ( Özeti HAZIRLAYAN : EREN GÜNEY )

 

Öykünün Kişileri

Anlatıcı: Olanları gören, işiten, aktaran, meraklı birisidir.

Kahveci: Kendi işinde gücünde sıradan bir adam. Olaylara sert tepki veren ahaliden bir tip

Genç adam: Kardeşini kötü yola düşürdüğü için ailesi ve toplum tarafından kabul görmeyen birisi

 

ÖYKÜNÜN TAM METNİ

Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırganmadım. Kahve, sapa bir yerdeydi. Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı ile üzerinde hala üç dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki, bahar akşamları, yaz geceleri pek sevimli olan bahçenin mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine, girerken şöyle bir göz attığım halde, camın kenarına yerleşip de buğuları silince uzun zaman daldım, hem sevdalandım. Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki, kahve daha ışıkları bile yakmamıştı. İnce belli çay bardaklarının en güzelini önüme bırakıp giden kahveci:

– Kışın da güzel değil mi, bahçe? -dedi.

Bahçedeki mavi boyalı kasımpatlarının üzerine birikmiş karları gösterdi.

– Morukların söylenmeyeceğini bilsem, ışıkları daha yakmazdım ya -dedi-, neredeyse homurdanmaya başlarlar.

Kahve, ışıklarını yakınca dışarıdaki karın ışığı söndü. İçeriye göz attım. Sekiz kişi ya var, ya yoktu. Küçük kapağının içinden alevler atarak yanan sac sobanın sağ tarafının neredeyse kıpkırmızı kızaracağını biliyor, bekliyordum. Yanımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı camlara yapıştırıp dışarıyı seyrettim.

Evimden çıkınca ortalığın sessizliğini, bu sessizliğe lapa lapa kar yağdığını görmüş, yürümek hevesine kapılmış, ana caddeleri, arkadaş tesadüflerini malum kalabalık yolları bırakmış, karın daha tez, daha temiz biriktiği, insanların az geçtiği bir semte gitmek üzere tenha tramvaya atlamış, buraya gelmiştim. Ama ben gelirken yarım saat içinde hava değişmiş, karayel kudurmuş, lapa lapa yağan kar, küçücük küçücük soğuk darı taneleri halinde kaynaşmaya başlamıştı.

Kahveciye;

– Bugünkü gazete var mı?- diye sordum.

Elime bir gazete tutuşturdu. Bir taraftan kafamdaki hadiselere dalmağa çalışıyor, öte yandan kahveyi dinliyordum. Maişet derdi münakaşalarından öte insanlar bir şey konuşmuyorlardı. Bir ara kahvenin kapısı rüzgârla, bir adamla beraber açılıyor, avuçlarını üfleyerek o adam içeriye dalıyor, sobanın önünde karnını, göbeğini, göğsünü dizine iyice ısıttıktan sonra bir tarafa ilişiyor, ya kendi kendine hülyaya dalıyor yahut da bir tavla partisinin iki kişilik eğlencesine, oyuncuların itirazına rağmen bir üçüncü olarak katılıyordu.

Sedirde oturan ihtiyarların yanına da orta yaşlı, ciddi adamlar gelip oturdu. Benden uzakta idiler. Ne konuştuklarını duyamıyordum, ama yüzlerinde hüzünlü bir şeyler vardı. Uzun uzun susuyorlardı. Artık epey bir zamandır kahveye insan gelmediğini fark ettim. Küçücük yuvarlak saat, kahveciden yana dönük olduğu için, saatin kaç olduğunu kestiremiyorum. Epey bir zaman geçti. Birçok insanlar gitti. Kahveci, nihayet saatini benden yana çevirdi. On buçuktu. Öyle bir uyuşukluk içinde idim ki kalkıp gidemiyordum. Gitmek ister gibi kımıldandığımı sezen kahveci;

 

– Eviniz yakınsa acele etmeyin –dedi–. Biz, bire kadar açığız. Buradan iyi yer mi bulacaksınız?

– Ya? –dedim–. Bana bir çay daha yap öyleyse… Bir dilim de limon.

Tam bu sırada içeriye birisi girdi. Kaşına, kirpiğine kar dolmuş, üstüne beyaz bir ceket giymişti sanki. Gelen adam sobaya doğru yürüdü. Üstünü başını süpürdü. Bir sandalyeye çöktü. Genç, çok genç bir adamdı. Yüzündeki karlar eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkmıştı.

Kahvede o gelmeden evvel konuşmalar oluyorken, o girince herkes susmuştu. Kenarda tavla oynayanlar da tavlalarını şakırdı ile kapatıp çıkıp gittikten sonra bu sükût büsbütün arttı, uzadı.

Genç adama baktım. Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu. İhtiyarlar sakin, ciddi, adeta haindiler. Kahveci, başını iki eli arasına almış, kahve ocağında oturuyordu. On dakika bir mecliste insanların susması korkunç bir şeydir. Dehşetli sükût uzuyordu.

Genç adam ayak ayaküstüne atıyor, sonra ayağını değiştiriyor, bir türlü oturduğu yerde rahat edemiyordu. Belinden yukarısı, imtihan olan bir talebeyi andırıyor, korkak korkak bakıyor, ayakları ise imtihan heyeti masa altından ayak ayaküstüne attığını göreceklermiş korkusu içinde gibi, bir inip bir kalkıyordu. Ayağının birisine altında kırmızı kırmızı yamalar sallanan bir lastik artığı geçirmiş, bunu iple de bağlamıştı. Ötekisinde, torik ağzı gibi açılmış altından hala ızgaraları sallanan bir futbol ayakkabı eskisi vardı.

Kahvedeki sessizlik uzadıkça uzuyordu. Şaşırmıştım. Neredeyse birinin, ya;

– Şeytan geçti!

Yahut da;

– Kız doğdu!

Diyeceğini bekliyordum. Hepimiz gülüşecektik…

Hala kimse bir şey söylemiyordu. Tekrar gözüm yeni gelen adama ilişti. Yüzünü değil, geniş alnını görüyordum. Kırışıksız, manasızdı. Üstünde ceket yoktu. Yalnız, siyah çizgili beyazbir mintan vardı. Kirli beyaz renkli bol bir kazağa bürünmüştü. Kazağın ön zaviyesini bir çengel iğne ile tutturmuştu.

Meraklanmış, şaşırmıştım. Bir hareket bile yapamıyordum.

Bu sırada kahvenin kapısı açıldı. İçeriye bir adam girdi. İhtiyarlara doğru yürüdü;

 

– Sizi çağırıyor, dedi–. Aklı yerinde ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım. Ara sıra fena dalıyor. Seni istedi Ali Ağa. Seni de Mahmut Çavuş. İstersen sen de gel Hasan. Seni çok severdi.

Oturan üç kişi ayağa kalktılar. Soba kenarında oturana en küçük bir göz atmadan, ama ona dik dik bakarmış gibi bir halde geçip gittiler. Sanki gözlerini mahsus ondan çeviriyorlardı. Genç adam, büyük gözlerini açmış, gidenlere yalvarır gibi bakıyordu.

Kahveci, yeni gelene hala bir çay olsun getirmiyordu. Az sonra yerinden kalktı. Önümdeki fincanı kaldırırken;

– Şu zavallıya da, benden bir çay yap – dedim.

Bana, yalnız gözkapaklarını kaldırıp indirerek bir tuhaf baktı. Çayı getirmeye gittiğini sandım.

Önünden geçerken çocuk birden ayağa kalktı. Kahvecinin önüne dikilmişti. Kahveci farkında değilmiş gibi yana dönerek uzaklaşırken;

– Babam, değil mi? –dedi–. Ölüyormuş değil mi?

Kahveci susuyordu. Bu hain, kötü, acı bir sükûttu. Sonra, sanki buzlar erimiş gibi oldu. Ama cevap yine benim için manasız, çocuk için de acı idi:

– Senin baban değil o.

Genç adam bir şey söylemedi. Bir şeye karar vermiş gibi hızla yürüdü. Kapıyı bir türlü açmıyordu.

Kahveci:

– Sakın eve gideyim deme. Kapıda teyzenin oğlu bekliyor, gebertir seni!

Çocuk düşündü. Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi. Kendisini içeriye iten rüzgârı deler gibi gitti.

Bir zaman bir şey soramadım. Kahvecinin arkası bana dönüktü. Gürültü ile bir şeyler yıkıyordu. Yüzünü benden yana döndürmesini bekledim. Ama bir türlü işini bitiremiyordu. Nihayet döndü.

Ben:

– Nedir bu Allah aşkına?– dedim.

Belindeki önlüğü çıkarmağa uğraşıyor, cevap arıyor gibi, düşünüyordu.

Kapı açıldı. Bir ihtiyarla beraber deminki adam girdi. Daha kapıdan girerken;

– Ruhunu teslim etti –dedi–. Öteki savuştu mu?

Kahveci, elleri önlüğünün arkadaki bağlarında, donmuş gibiydi. Onu çözeceğine, tekrar bağladı. Masama doğru geldi. Sanki bana açıklaması lazımmış gibi;

– Arabacı Kamil Ağa – dedi–, öldü de… O deminki it, oğlu idi. Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti:

Sonra öteki adamlara döndü:

– Namussuzum –dedi–, pişmanlığından değil, miras vururum diyedir.

İhtiyarlardan biri, bu söze taraftar olmadığını gösteren bir yüzle;

– Pişman olsa da affedilemez o! –dedi.

Ben dudaklarımın ucuna gelen bir suali nasıl sorduğumu, niçin sorduğumu bilmiyorum. Bu tesiri yapacağımı hiç düşünmeden budalaca sordum:

– Kız ne oldu?

Tuhaf bir şey oldu. Birbirlerine bakmadan, halleriyle bakar gibi yaptılar. Ses seda çıkmadı. Deminki sükûtun bir başka türlüsü içine düştük.

Hatta gözlerle değil ama sükûtta ve sükûtun hareketsizliğinde;

– Bunu niye sordun?

– Ne lüzumu vardı?

– Başka soracak şey yok muydu?

– Ne de meraklı imişsin!

Diyen bir hal vardı.

Kimse cevap vermedi, parayı masanın üzerine bıraktım. Kahveciye baktım. Başı önünde düşünüyordu. Sapsarı idi. Elleri hala önlüğünün bağlarını çözmeğe çalışıyordu. Kapıyı açtım. Çekip gittim. Kızın ne olduğunu öğrenemedim ama onu kahvecinin kötü hayattan çekip aldığını mı anladım nedir?

 

Hikâyelerinden Özetler

Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler

Sait Faik Abasıyanık Seçme Hikayelerinden Özetler

Plajdaki Ayna Sait Faik Abasıyanık

Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Alemdağ'da Var Bir Yılan Kitabı ve Öyküsü Hakkında İnceleme Özet ve Sait Faik

Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı

Sait Faik'in Köy Hocası ile Sığırtmaç Öyküsü Hakkında ve Metni

Sait Faik'in Karanfiller ve Domates Suyu İnceleme Özeti Tam Metni

İpekli Mendil Hakkında Özeti ve Tam Metni Sait Faik Abasıyanık’

Stelyanos Hrisopulos Gemisi Hakkında Özet Tam Metni Sait Faik

Sait Faik'in Ermeni Balıkçı ile Topal Martı Öyküsü Hakkında ve Tam Metn

Sait Faik Hallaç Özeti ve Tam metni

Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai

Plajdaki Ayna Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni

Sait Faik Dülger Balığının Ölümü Metni ve İnceleme

Sait Faik Son Kuşlar Metni ve Öykünün İncelemesi

Sait Faik’in Unutulan Öyküsü Sokaktan Geçen Kadın

Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni

Sait Faik Haritada Bir Nokta Metni ve Değerlendirme

Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık


[1] Mahalle Kahvesi - Sait Faik Abasıyanık, Yapı Kredi Yayınları - 105

 

 

 

0

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar