MAHMUT ŞEBUSTERİ - GÜLŞEN-İ RAZ' DAN ÖRNEKLER

09.03.2014

 

Gülşen-i Râz Tercümesi

Mahmut Şebusteri Elvan-ı Şirazi Gülşen-i Raz,

Elvan-ı Şirazi Gülşeni Raz Mahmud Şebusteri

MAHMUT ŞEBUSTERİ ELVAN-I ŞİRAZİ GÜLŞEN-İ RAZ’DAN ÖRNEKLER

GÜLŞENİ RÂZ

SORU1

 “İlk düşünceye daldığım, şaşırıp kaldığım şey şu: Düşünce dedikleri şey nedir?"

Bana düşünce nedir, söyle. Bunun manasını anlamak hususunda şaşırdı kaldım dedin.  Düşünce, batıldan hakka gitmek, cüz’ide mutlak olan küllü görmektir. Buna dair kitaplar meydana getiren hâkimler, düşünceyi tarif ederken şöyle demişler:

 Gönülde bir tasavvur meydana geldi mi önce ona hatırlayış adı verilir. Düşünceye daldın da bu dereceyi aştın mı düşüncen, örfte ibret adını alır. Akıllıca düşünce, bir işi etraflıca düşünüp başarmaya yarayan tasavvurdur. Bilinen şeyler hatırlanır da zihinde bir tertibe tabi tutulursa anlaşılmayan ve anlaşılması istenen şey bilinir, anlaşılır. Kıyasta mukaddem, babaya benzer, tali anaya. Netice de çocuk gibidir kardeş.

 Fakat bir hükme varmak için yapılan bu tertip, mantık bilmeye bağlıdır. Ama bir de şu var ki Tanrı yardımı olmadıkça yapılan tertip ve varılan hüküm, ancak taklide uymadır. Taklidin ta kendisidir.

Bu, uzak ve uzun bir yoldur. Bırak bu yolu da bir zamancığız olsun Musa gibi asayı terk et...

Eymen vadisine gel; ağaç bile sana "Ben Tanrıyım, Tanrı" desin! Hakikatte, erişen, her şeyin hakikatini gören, ilk bakışta varlık nurunu görür. Marifete sahip olan ve o tertemiz varlık nurunu gören, neyi görse önce Tanrı'yı görmüş olur.

İyi düşünce için gönülden her şeyi çıkarmak, gönlü arıtmak gerek. Ondan sonra da Tanrı yardımı şimşeğinden bir nurdur çakmalı. Tanrı, birisine yol göstermedi mi o adama mantıkla hiçbir kapı açılmaz. Felsefeye düşkün hâkim, şaşırıp kaldığından bu âlemi ancak imkân âlemi olarak görür. [1]

1.Vacibi mümkünle ispata kalkışır. Bundan dolayı da Vacibin zatında hayrete düşer.

 Bazen devre saplanır ters yüzüne gitmeye başlar... Bazen teselsüle kapılır, teselsülde hapis olur gider.

Aklı, varlıkla uğraşıp durduğundan ayağı teselsüle bağlanır. Her şey, zıddıyla meydana çıkar. Fakat Tanrı'nın ne benzeri vardır, ne zıddı! Eşi, benzeri olmayınca da bilmem ki akla uyan, onu nasıl bilebilir?

Mümkün, Vacibe örnek olamaz ki... şu halde mümküne sarılan onu nasıl bilebilir, nasıl? (95)Ne bilgisizdir akla uyan adam... Ovaya düşmüş, ortalığı aydınlatan parlak güneşi mumla aramakta! Güneşbir halde kalsaydı ışığı da bir çeşit olurdu. Fakat bu ışığın onun ışığı olduğunu, içle derinin, hakikat âlemiyle bu âlemin arasında hiçbir fark bulunmadığını kimse bilmez. Âlemi, baştanbaşa Tanrı nurunun ışığı bil. Tanrı, âlemde, meydanda olduğu için gizlenmiştir; meydanda oluşu, gizli kalmasına sebep olmuştur.

Tanrı nuru ne bir yerden bir yere gider, ne bir halden bir hale girer. O ne değişir, ne başka bir şekle bürünür.

Sen âlemi daima kendi varlığıyla duruyor sanırsın. Kimde uzun uzadıya düşüncelere dalan akıl varsa onun önüne pek çok baş döndürecek şeyler çıkar; ne kadar şaşırır o adam! Bu abes, bu işe yaramaz aklın uzun düşüncelere dalması yüzünden birisi felsefeye düşmüştür, öbürü hulule inanmıştır.

Akılda o nuru görmeye kudret yok... Yürü, onu görmek için başka bir göz ara![2]

Felsefenin iki gözü de şaşı da onun için Tanrıyı bir göremez. Teşbih görmezlikten ileri gelir; tenzihe ait anlayış da tek gözlü olmadan.

Tenasüh, görüş darlığından meydana çıkar, onun için küfürdür, aslı yoktur. İltizal yolunu tutan, anadan doğma kör gibi bütün yüceliklerden nasipsizdir. Tevhit zevkini tatmayan kelâma, taklit bulutuyla örtülmüş, karanlıklarda kalmıştır. Zahir ehlinin iki gözünde de kuru ağrı var... Onlar, âlemdegörünen şeylerden başka bir şey göremezler.

 Onun için Tanrı hakkında az çok söz söyleyenler, hep kendi görüşlerini anlatmışlardır. Tanrı'nın zatıyla nelikten de münezzehtir, nitelikten de, söylenen sözlerin hepsinden yücedir o!


Velilik nihayet velilerin sonuncusu ile kemal bulur, bu suretle ilk nokta son nokta olur. Baş ile son yine başta birleşir. Âlem onun yüzünden emniyete kavuşur ve imana ulaşır. Cansızlarla canavarlar bile onun feyzinden canlanır ve kemâl bulur. Âlemde tek bir kâfir bile kalmaz, gerçek adâlet zuhur eder. O vahdet sırrına mazhar olarak Allah’ı hakkıyla tanır. Allah'ın hakikati sahabeden sonra onda görünür.
[3]


S. Vahdet sırrına kim vakıf olabilir? Ârif olan neyi anlar ve neyi bilir ve bulur?
C. Vahdet sırrına yoldaki duraklarda takılıp kalmayan, yürüyüp hakikate ulaşan kişi vakıf olabilir. İşte böyle bir ârifin gönlü varlık sırlarını bilebilir ve mutlak varlığı görür. Gerçek varlıktan başka varlık tanımaz.

Ey hakikati arayan kişi! Varlığın çerden çöpten ibarettir. Bunların gönlünden at, gönül evini süpür. Sevgiliye hazırla, güzel bir konak haline getir. “Lâ” süpürgesiyle o evi süpür. “İllallah” ile onu gönül sarayına davet et. Farzları yap, haramlardan çekinmekle korun ve nafilelerle kendini sevdir. İşte bu zaman “Benimle duyar ve görür” sırrına ulaşırsın.

O evden sen çıktın mı o Sultan gelir sana yüzünü gösterir. Vahdete mani olan şeyleri gönlünden çıkar at. O zaman gönül evi nurlanır.

Gönül evini dört şekilde temizlersin:
Birincisi, beden elbisesinin kirini tövbe ve istiğfarla yıka, helallerle ve farzlarla süsle.
İkincisi, Gönlündeki günahları ve vesveseleri zikir ve fikirle çıkar at.
Üçüncüsü, kötü huy ve adetlerini de hem ahlakından hem kalbinden temizle…
Dördüncüsü, Allah’tan başka her şeyden gönlünü arıt ve temizle…


836.   
Meyhâneye mensûp olmak!..
Kendi olmak küfürdür; kendisi derviş olsa da…
837.   
Meyhâneden sana bir nişân vermişler;
Ki; “Tevhid, bütün izâfeleri geçersiz kılmaktır” diye…

838.   
Meyhâne, örneksizlik âlemindendir,
Boş vermiş âşıkların makâmıdır.
839.   
Meyhâneli olmak, harâp içre harâp olmaktır!..
O’nun çölünde âlem, yalnızca bir seraptır!..
840.   
Bir meyhânedir ki, sınırsız ve sonsuz…
Ne başını gören olmuş, ne sonunu!..
841.   
Yüzyıl orada koşup dursan da,
Ne kimseyi bulursun, ne de kendini!..

TERCÜME-İ GÜLŞEN-İ RAZ'DAN ÖRNEKLER


Zuhûrı külline(1) çün oldı Hâtem
Tamâm ânunla oldı devr-i 'âlem.(2)

Velîler hep ânun uzvu gibidür
Bu küll'ün hep kamu cüz'i(3) gibidür.

Çün ol Hatm ile bu Hatm oldı hem tâm
Zuhûra geldi ândan rahmet-i 'âmm.(4)

Âna Hakk'dan irişür ol vazîfe
Ola evlâd-ı Âdem'de ol halîfe.

Olur iki cihânun muktedâsı(5)
Âna olur kamunun iktidâsı.(6)

Meger âyînenün tozı siline
Ki, bu temsîlden ma'nâ biline.

Güneş kim, gölgenün hem-sâyesidür
Bu ma'nâ âhiret sermâyesidür." [4]


(1) külline: hepsine.
(2) devr-i 'âlem: âlemin dönüşü.
(3) cüz'i: parçası.
(4) rahmet-i 'âmm: umûma rahmet.
(5) muktedâ: izinde yürünen.
(6) iktidâ: izde yürümek.


KAYNAKÇA


[1] Nuran Çellik, Şeyh Mahmûd Şebüsteri,okyanusum.com/gulseni_raz41.

[2] ŞEBÜSTERİ ,GÜLŞEN-İ RAZ ÇEVİREN: PROF. ABDULBAKİ GÖLPINARLI , www.sohbetican.com

[3] Nuran Çellik, Şeyh Mahmûd Şebüsteri,okyanusum.com/gulseni_raz41.htm

[4] Terceme'-i Gülşen-i Râz", İBB Yazmalar Ktp., Osman Ergin Yzm., nr.: 863, vr. 30a-30b

 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar