Memduh Şevket Esendal'ın Öykücülüğü ve Pazarlık Hikayesi

14.11.2019

Memduh Şevket Esendal'ın Öykücülüğü ve Pazarlık Hikayesi

ESENDAL'IN ÖYKÜCÜLÜĞÜ HAKKINDA BİR KAÇ NOT

Arkadaşları arasında adı ve soyadının birleştirilmiş hali ile  "MEŞE"  olarak adlandırılan Mustafa Memduh Şevket Esendal romanlar da yazmış olsa da Türk edebiyatında daha ziyade hikâyeciliği ile anılır.

MEŞE, durum, kesit hikâyeciliği de denilen Çehov tarzının Sait Faik ile birlikte en önemli temsilcisi kabul dilmiş, öykülerinde gündelik olaylara, sıradan kişilere ait anlık öyküler yazmıştır.

Özellikle 1934 yılından sonra siyasetle iç içe yaşayan Esendal, hayatı boyunca siyasi kimliği ile edebi kimliğini bir diğerinden ayrı tutmaya çalışmış fakat hem bunu başarmamış hem de eserlerine de siyasi kimliği ile bakılmıştır.  Esendal’ın büyükelçilik yaptığı yıllarda siyasete daldığı yıllarda çok az sayıda eser verebildiği siyasetten uzak kalmayı başardığı zamanlarda ise eser üretmede zorlanmadığı dikkat çeker.

Öykülerinde " Mustafa Memduh, Mustafa Yalınkat, M. Oğulcuk, İstemenoğlu" gibi takma adlar kullanmış olan Esendal öykücülüğe, 17 Aralık 1908 Tanin gazetesinde çıkan "Veysel Çavuş"  İsimli hikâye ile başlamış,   Çığır gazetesi ve 1911 de "İkisinin Arasında" adlı hikâye ile devam ederek aynı dergide 1912 yılına kadar yedi adet öyküsü çıkmıştır.[1]

Esendal, 1925 yılında Meslek Gazetesini çıkarmaya başlamış ve 1925 yılında bu gazetede peş peşe 35 hikâye yayımlamıştır. Esendal,  “1934 yılına kadar hikâyeci olarak kendisini göstermiş ancak 1934 yılında yayımlanan “ Ayaşlı ve Kiracıları” adlı romanına kadar da tek tük hikâyeler yazmıştır. [2]Milletvekilliği ve büyükelçilik yıllarında az sayıda eser veren Esendal Tahran Büyükelçiliğinden sonra lkin Cumhuriyet (1931) daha sonra Vakit (1932) gazetelerinde yeniden öyküler yazmaya başlar. “Afganistan’daki görevi sonrası ilk hikâyeleri Ülkü dergisinin sütunlarında görülmektedir. Ülkü’den sonra hikâyeleri İstanbul Kültür, Seçilmiş Hikâyeler, Pazar Postası, Türk Dili, Ulus, Hisar, Sanat ve Edebiyat Gazetesi gibi dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır.” [3]

Esendal’ın öykülerinin kitap halinde basılması ise yazarın ölümünden sonra gerçekleşmiş Dost yayınevi onun öykülerini Otlakçı ve Mendil Altında adıyla iki kitap halinde yayınlamıştır.

Esendal, öykülerinde basit, sıradan insanların çok yakın tanıma fırsatı bulduğu, dalgacı, yiyici, sömürücü, zavallı küçük memurlar ve devlet görevlilerinin hayatlarından düşünme ve davranış biçimlerinden kesitler sunmuş, yoksul, sıradan, basit ve küçük insanların iç dünyalarını ortaya koyan konulara değinmiştir.

 

PAZARLIK

 

        Sıcak yaz gecesi. Mahalle kahvesinin önündeki setin üstü sanki ufak bir bahçecikti.  Ortada küçük bir havuz, içinde gazoz şişeleri, etrafında biraz çimen, kına çiçekleri. Kahve pencerelerine sicimler gerilmiş, gecesefaları, telgraf çiçekleri, kireçle sıvanmış yarım tenekeler içinde sardunyalar sıralanmış.       

       Kapının sağ tarafında bazısı giyimli, birtakımı da gecelik entarileri, Şam hırkaları ile dört beş kişi, İstanbul’un son büyük zelzelesinden konuşuyorlardı. Gümrük aracılarından Faik Efendi, kırk beş yaşlarında, uzun kara bıyıklı, esmer bir adam. Ayağının birini altına alarak, kaşlarını yukarı aşağı oynatarak anlatıyor:

       “Ben” diyor, “hareket olurken Eminönü’ndeydim. Feyzi Bey, Allah sizi inandırsın, o Yenicami minareleri yok mu birbirine dokunuyor ayrılıyor, dokunuyor ayrılıyor, o kaldırım taşları sanki su içinde fasulye kaynar gibi böyle kaynıyordu.

       Tramvay beygirlerine baktım, ayaklarını açmışlar oldukları yerde duruyorlar. O mavnalarda ne kadar yemiş varsa hepsi dansa kalkmış. Herkes köprüye koştu, ben de koştum. Köprünün üstüne gelen yığıldı, hilafsız beş yüz bin kişi vardı.”

       Muhatabı Şam hırkalı, zayıf, uzun boylu, kalın sesli Harbiye Nezareti Mektubi Kalemi müsevvitlerinden Feyzi Bey:

       “Yok, hacım” dedi, “bu biraz hilaflı oldu.”

        Faik Efendi bozulmuş, sordu: “Neden?” dedi.

       “Neden olacak elmasım, köprünün üstü beş yüz bin kişi alır mı?”

        Faik Efendi kaşlarını kaldırıp, düşündü. Dinleyenler gülümsediler. İmamın oğlu Rıza dedi ki:

 

      “Faik Ağabey, ağzın kızdı da ölçüyü kaçırdın.”

      “Yok” dedi Faik Efendi, “Valla latife değil, o zaman biz de buna şaştık.”

      “Neye, şaştınız?”

      “Köprünün bu kadar adam aldığına…” “Canım, o kargaşalıkta saydınız mı?”

       “Saymadık ama her halde vardı… Artık, siz de bu kadar olmaz. İnsanda göz var, izan var…

       Canım köprünün üstünde kaç kişi var, insan bunu görmez mi? Bu meydanda bir şey…”

       Feyzi Bey gülerek: “Canım hacım” dedi, “düşünsene! Köprünün üstü beş yüz bin kişi alır mı? Alsa da yarım milyon adam buraya nasıl toplanır? Demek aşağı yukarı İstanbul halkının yarısı!”

       “İstanbul halkının yarısı?.. Vardı ya, ne zannediyorsunuz? Yarım milyon dediğin nedir!”

       Etraftakiler çokça gülüştüler, Faik Efendi de biraz gevşer gibi oldu:

       “Adam” dedi, “beş yüz bin olmasın da dört yüz bin olsun!”

       “Dört yüz bin de olmaz.”

       “Neden?”

       “E, hesap meydanda. Diyelim köprünün boyu olsun dört yüz metre, öyle mi?” “Ne bileyim, ölçmedim ya!”

      “Canım, şimdi beş yüz bin kişiyi gözle hesap ediyordun, köprüyü neden hesap edemiyorsun?”

      “Ne bileyim ben, sizin sözünüze karşı söylüyorum!”

       “O halde, ben ölçtüm. Dört yüz metre. Eni de olsun on iki metre, dört yüz kere on ikimiz ne eder? Efendim… On kere dört yüz, dört bin, dört bin sekiz yüz metre murabbaı, her metre murabbaında da dört kişi dursa, dört kere sekiz otuz iki, dört kere dördümüz de on altı, on dokuz, bu da etti on dokuz bin iki yüz. Dört yüz bine varmaya? Efendim… Tamam, üç yüz seksen küsür bin kişi kalır açıkta.”

       Feyzi Bey hesap yaparken, Faik Efendi ona bakıyordu. Biraz düşünür gibi oldu. Kaşlarını oynatarak:

      “Ben hesap mesap bilmem” dedi, “dört yüz bin yoksa iki yüz bin kişi ferah ferah vardı. İsterseniz başkalarına da sorun.”

       Biraz durdu. Sonra işe az daha tav vermiş olmak için:

      “Feyzi Bey, Feyzi Bey” dedi, “bu, kahvede durup hesap halletmek değil, can pazarı kardeşim, herkes kendi başının derdine düşmüş. Denize düşen yılana sarılır.”

       Feyzi Bey gülümsedi:

     “Yok, hacım” dedi, “elbet dediğin doğrudur. Sen yalan söyleyecek değilsin ya! Ben latife ettim.”

       Dinleyenlerden biri: “Öyledir, öyle” dedi, “Faik’in hakkı var.”

       Sustular. Faik Efendi biraz bozulmuş (…):

     “Rüstem, bir ateş” diye kahveci çırağına bağırdıktan sonra lakırdıyı olduğu yerde bırakmak isteyerek;

     “Ben” dedi, “yalan söyleyecek değilim ya, gözümle gördüm. Ana-baba günü, mahalakallah… Diyelim, hadi ben yanılıyorum, beş yüz bin olmasın, iki yüz bin de olmasın; yüz bin kişi vardı ya… Yüz bin kişi az mı?”

       Dinleyenler, gene sustular.

       Faik Efendi, sonra fena halde saracaklarını ve bu işin bitip tükenmeyeceğini bildiğinden, işi kabul ettirmeye çalışıyordu. Salkım ağacının kütüğüne dayanmış askeri eczacı Remzi Efendi hiç gülmeyen yüzüyle yavaş sesle sordu:

      “Köprü bu kadar adamı nasıl kaldırır” dedi, “hikmet!”

       Faik Efendi yeniden söze başlandığına sevinerek: “Şey” dedi, “ya… O zaman biz de şaşmıştık. Sonra oturduğumuz bostanda bir tersaneli vardı, ben ona sordum, o dedi ki, dubaların zincirleri paslanmış, bel kalınlığında midye tutmuştur. Direk gibi. Dubalar delinse de suyun üstünde durur.”

        Dinleyenler, gülüştüler. Faik Efendi işin biraz fazla kaçtığını anlar gibi oldu, kaşlarını oynattı. Oturanların yüzlerine baktı:

      “Ya!” dedi. “Böyle şeye inanmak olur mu? Biz de o zaman inanmamıştık. Ancak Remzi Efendi’nin buyurduğu gibi bir hikmet var ki, duruyor.”

       Remzi Efendi derin derin içini çekerek: “Ya, hikmet” dedi… Ondan sonra iki kişi de içlerini çekerek, acıklı acıklı:

      “Dünya bu… “ dediler.

 

       Yeniden susuldu. Faik Efendi biliyor ki saracaklar hem de fena saracaklar. Biraz durduktan sonra, dayanamayarak:

      “Yok, ama” dedi, “valla saracaksınız… Olmaz ki… İnsanı lakırdı ettiğine de pişman edersiniz. Feyzi Bey, canım, valla sen yapıyorsun.”

       “Benim bir şey dediğim var mı?”

      “Ben bilirim” dedi,  “Sen yüz bin kişiye razı oluyor musun?”

       Feyzi Bey başı ile “olmam” diye işaret etti. Faik Efendi “yetmiş bine” diye sordu. Feyzi Bey gene razı olmadı.

      “Peki, elli bin kişiye diyeceğiniz yok ya!” Feyzi Bey gülerek:

      “Hacım” dedi, “namuslu bir iş yapalım. Bir kere, on bin de, sonra görüşelim.”

      “Ne? Dünyada olmaz. En aşağıdan, en aşağıdan yirmi bin kişi vardı.”

       İmamın oğlu dedi ki: “Faik Ağabey, oldu olacak gel şu şeytanın ayağını kır. Bu oldu artık.”

      “On bin desem, Feyzi Bey kabul edecek mi?” Feyzi Bey:

      “Yok! dedi. “On bin dersen alt  yanını görüşeceğiz. Belki benim de sözüm var!” “Öyle ise ben de demem.

      “İmamın oğlu dedi ki:

      “Demezsin ama sonra sarakadan kurtulamazsın. Biliyorsun ya! Hem iş yalnız bu kadar değil, kaldırım taşlarını kaynattın, minareleri oynattın; bunların hepsi hesaba çekilecek. Bak, sen bilirsin!”

        Faik Efendi, yeniden Feyzi Beye:

      “Ama canım” dedi, “bu kadar da olmaz. Artık siz de büsbütün budala hesabına koydunuz. Ben bu kadar şeyi kestiremez miyim? Ne sanki, on bin kişi de yok muydu?”

       Feyzi Bey gülerek dedi ki: “Hacım, gel beş binde uyuşalım. Ben biraz fedakârlık etmiş olurum ya! Neyse zarar etmez, sen yabancı değilsin. Dört bin sekiz yüz metre yerde beş bin adam, az şey değildir.”

       Faik Efendi hepsinin yüzüne ayrı ayrı baktıktan sonra dedi ki: “Razı olurum ama bir şartla… Sarmayacaksınız.”

      “Sarmayız”  dediler. “

       Öyle ise, beş bin olsun.”

      “Pekâlâ, razı olduk. Minarelerin oynadıklarını, kaldırımların kaynadıklarını sana bağışladık.”

       Faik Efendi gitmeye hazırlanarak:

      “Bırakmıyorsunuz ki, insan tatlı tatlı anlatsın, hemen pazarlığa girişiyorsunuz. Haydi, artık vakittir. Ben daha gidip çocukları komşudan alacağım. Anahtar bendedir. Onlar sonra kapıda kalırlar” dedi.

 

 Memduh Şevket Esendal,  “ Otlakçı”

 

İLGİLİ LİNKLERİMİZ

 

Mustafa Memduh Şevket Esendal Hayatı ve Edebi Kişiliği

Ayaşlı ve Kiracıları Hakkında ve Özeti Memduh Şevket ESENDAL

Vassaf Bey Romanı ve Hakkında Memduh Şevket Esendal

Ayaşlı ve Kiracıları Hakkında Memduh Şevket ESENDAL

Memduh Şevket Esendal Miras Romanı Hakkında Konusu ve Özeti

Memduh Şevket Esendal 'ın Öykücülüğü ve Mendil Altında Hikayesi Metni

Mustafa Memduh Şevket Esendal Öyküleri ve Bu Yollar Uzar Öyküsü

Mustafa Memduh Şevket Esendal'ın Durum Hikayeciliği ve Otlakçı Adlı Hikayesi

Memduh Şevket Esendal'ın Öykücülüğü ve Pazarlık Hikayesi

Sevdiğim Öykü Konusu Metni ve Mustafa Memduh Şevket Esendal

Memduh Şevket Esendal Bir Kucak Çiçek Öyküsü Konusu ve Özeti

Memduh Şevket Esendal'ın Öykücülüğü ve Uğursuzluk Adlı Hikayes

İhtiyar Çilingir Konusu Metni ve Memduh Şevket Esendal'ın Öykücülüğü


KAYNAKÇA


[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/mustafa-memduh-sevket-esendal-hayati-ve-edebi-kisiligi/74824n

[2] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/mustafa-memduh-sevket-esendal-hayati-ve-edebi-kisiligi/74824

[3] Yasin BEYAZ, Memduh Şevket Esendal’ın eserleri üzerine bir bibliyografya denemesi, R u m e l i D E D i l v e E d e b i y a t A r a ş t ı r m a l a r ı D e r g i s i 2 0 1 9 . 1 4 ( M a r t ) / 1 0 3

0

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar