Memleketimden İnsan Manzaraları Nazım Hikmet

25.03.2015

 

Nazım Hikmet Hayatı Eserleri Şairliği

Memleketimden İnsan Manzaraları Nazım Hikmet

Şair Babam Nazım Hikmet

“ İnsan Manzaralarını 1941 yılında Bursa hapishanesinde yazmaya başladım. Daha önce «Meşhur Adamlar Ansiklopedisi» üzerinde çalışıyordum. «Ansiklopedimin kahramanları generaller, sultanlar, seçkin bilginler, sanat adamları ya da güzellik kraliçeleri, katiller ve milyarderler değil; işçiler, köylüler, zanaatkârlar, ünleri fabrikaların, işliklerin, köylerin ve işçi mahallelerinin dışına taşmamış olan kimselerdi.” Hazırlayan, Asım Bezirci” İNSAN MANZARALARI, CEM YAYINEVİ, İstanbul, 1978

Nazım Hikmet, Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazardır.[1] Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eserini 1939 da İstanbul’da yazmaya başlamış, “1939 da İstanbul’da tevkifhanede başlanıp   (1908-1959) hayatının uzun bir dönemini de  dile getiren bir kitaptır.[2]

Nazım Hikmet bu eserini 1939’da yazmaya başlamış ama bu eserini ancak 1959 yılında bitirebilmiştir. Eserin basılması ise ancak 1960’ların ikinci yarısında gerçekleşebilmiştir. Nazım Hikmet’in en önemli eseri olarak kabul edilen bu şiir kitabı 17 bin mısradan oluşmaktadır.

 

Eser İkinci Meşrutiyet’ten II. Dünya Savaşı sonrasına kadar çok geniş bir zaman diliminin öyküsünü, Anadolu’nun gerçeklerini, işçisini, çiftçisini, köylüsünü, kahramanlarını ve biraz da kendi yaşam  öyküsünü bu kitapta   anlatmaktadır.

 

Kitap önsözü sayılabilecek şu şiir ile başlar

 

hatice, piraye, pirayende
doğum yeri neresi
kaç yaşında sormadım
düşünmedim
bilmiyorum.
dünyanın en iyi kadını
dünyanın en guzel kadını
benim karım.
bu bahiste
realite umrumda değil
1939 yılında istanbul’da tevkifanede başlanıp

…………………. biten bu kitap
ona ithaf edilmiştir.
[3]

Eserin konusunda yer alan  anlatıların birçoğu şairin kendi yaşamından oluşan yılar içinde parça parça yazdığı, büyük bir ihtimalle hapishanede iken  işittiği anılardan, olaylardan   alınmıştır.

 

Bu kitap düzyazı, şiir ve  senaryo teknikleri iç içe kullanılarak meydana gelmiştir. Eser bu özelliği ile de edebiyatımızda bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Adı çok konmasa da edebiyatımızda ilk serbest şiirleri de yazan Nazım Hikmetin Memleketimden İnsan Manzaraları adlı eseri şiir, roman, öykü, oyun, senaryo, destan şeklinde yazılmayan ama hepsini de içeren bir kitap, hatta  yeni bir  edebi tür gibi yazılmıştır.

 

Eserleri ve şiirleri bir hayli zaman okunması yasak  kitaplar listesinde yer alan Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları Türkiye’de ilk olarak Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet Fuat’ın sahibi olduğu De Yayınevi tarafından 1966-1967 yıllarında 5 cilt olarak yayımlanmıştır [4].  

 

Eser, Nazım Hikmet ve Eserlerine konulan yayınlama ve okunma yasağından sonra  MEB tarafından Yüz Temel Eser Listesine dâhil edilmiştir.  Eser 2010 yılında dünya prömiyeri yapılan Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaralarından On bir Tablo adlı oyun, bu kitaptan seçilen sahnelerin Nihat Asyalı tarafından tiyatroya uyarlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Eser 2006 yılında YKY yayınları tarafından yeniden bastırılmıştır. 2006

Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam

— Galip Usta —
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur :

“Kâat helvası yesem her gün” diye düşündü
5 yaşında.

“Mektebe gitsem” diye düşündü
10 yaşında.

“Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam” diye düşündü
11 yaşında.

“Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar” diye düşündü
15 yaşında.

“Babam neden kapattı dükkânını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına”
diye düşündü
16 yaşında.

“Gündeliğim artar mı?” diye düşündü.
20 yaşında.

“Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?”
diye düşündü
21 yaşındayken.

“İşsiz kalırsam” diye düşündü
22 yaşında.

“İşsiz kalırsam” diye düşündü
23 yaşında.

“İşsiz kalırsam” diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak

“İşsiz kalırsam” diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında “İhtiyarladım” dedi,

“babamdan bir yıl fazla yaşadım.”
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına :

“Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?”
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.

Polisin yanında bir çocuk
— tahminen beş yaşında —
iniyor merdivenleri.
Nüfusta kaydı yok
fakat ismi Kemal.

Merdivenleri bir heybe çıkıyordu
bir halı-heybe.

Merdivenlerden inen Kemal
yapayalnızdı

— kundurasız ve gömleksiz —
ortasında kâinatın.
Açlığından başka bir şey hatırlamıyor
bir de hayal meyal
karanlık bir yerde bir kadın.

Merdivenleri çıkan heybenin
kırmızı, mavi, siyahtı nakışları.
Halı-heybeler
ata, katıra, yaylıya binerlerdi eskiden,
şimdi şimendifere biniyorlar.

Merdivenleri bir kadın iniyor.
Çarşaflı
şişman
Adviye Hanım.
An-asıl Kafkasyalı.
1311’de kızamık
1318’de gelin oldu.
Çamaşır yıkadı.
Yemek pişirdi.
Çocuk doğurdu.
Ve biliyor ki öldüğü zaman
bir şal koyacaklar tabutuna
selâtin camilerinden.
Bir damadı imamdır.
Merdivenlerin üstünde güneş
bir baş yeşil soğan
ve bir insan :
Ahmet Onbaşı.
Balkan Harbinde gitti.
Seferberlikte gitti.
Yunan Harbinde gitti.

“Ha dayan hemşerim sonuna vardık”
sözü meşhurdur.
Merdivenlerden bir kız çıkıyordu.
Çorapta çalışır.

— Tophane caddesi, Galata. —
Âtifet on üç yaşındadır.
Galip Usta
baktı Âtifet’e,

“Evlenseydim eğer
torunum olurdu bu kadar”
diye düşündü.

“Çalışırdı, bana bakar”
diye düşündü.
Sonra birdenbire aklına Şevkiye geldi.
Emin’in kızı.
Mavi mavi gözleri vardı.
Geçen sene
daha âdet görmeden
Şahbaz’ın arsasında bozmuşlardı.
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenleri çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.

Ahmet Onbaşı

— yine askerdi —
yetişti halı-heybeye.
Öptü elini.
Halı-heybe
ve mavi mintan, palto, siyah şalvar
ve keten lastik iskarpinler,
fötür şapka, sakal,
ve lahurî şal
kuşak
onbaşının omzunu okşayarak :

“— Hayıflanma birkaç kalem borç için” dedi,
“hane halkını sıkıştırmayız.
Yalnız biraz faiz biner.”

Haydarpaşa koyunda
martılar inip kalkıyor
denizde leşlerin üstünde.
İmrenilir şey değil
martıların hayatı.

Garın saatı
üçü beş geçiyor.
Siloların orda
buğday yüklüyorlar
İtalyan bandıralı bir şilebe.

Ayrıldı onbaşıdan halı-heybe
gara girdi.

Merdivenlerde güneş
yorgunluk
ve telaş
ve bir altın başlı kelebek ölüsü var.
Kocaman insan ayaklarına aldırmadan
bembeyaz, upuzun taşın üstünde
taşıyor karıncalar kelebeğin ölüsünü.
Adviye Hanım
sokuldu polis efendiye.
Bir şeyler konuşuldu.
Okşadı çocuk Kemal’i.
Ve hep beraber
karakola gittiler.
Ve her ne kadar
bir daha görülmeyecekse de
hayal meyal
karanlık bir yerlerde hatırlanan kadın
çocuk Kemal
yapayalnız değil artık
ortasında kâinatın.
Bir parça bulaşık yıkayıp
biraz su taşıyacak
ve Adviye Hanımın dizi dibinde yaşayacak.


[1] https://www.ykykultur.com.tr/kitap/siirler-5-memleketimden-insan-manzaralari

[2] Memleketimden İnsan Manzaraları, Nazım Hikmet, YKY, 2006)

[3] Memleketimden İnsan Manzaraları, Nazım Hikmet, YKY, 2006)

[4]  https://tr.wikipedia.org/wiki/Memleketimden_%C4%B0nsan_Manzaralar%C4%B1

0

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar