REFİK HALİT'İN GURBET HİKÂYELERİ YARA VE DİĞER ÖYKÜLERİ HAKKINDA ANALİZLER
“Öykücülüğüne de işte bu sürgünlerle oradaki gözlem ve tanıklıkları belirlemiştir. İlk kitabı Memleket Hikâyeleri onun iç sürgünün verimiyken, Refik Halit’in ikinci öykü kitabı ise onun dış sürgünün eseridir: ….Osmanlı’nın yıkılışı, Arapların Osmanlı’dan kopuş sonrası yaşadıkları derin değişiklik ve çarpılma bir edebiyatçı gözüyle metne aktarılır. Gurbet Hikâyeleri (1940”) [1]
Yara, adlı hikâye Refik Halit Karay H ’ın Gurbet Hikayeleriadlı öykü kitabındaki ilk hikâye olmaktadır. Yazar, bu hikâyesinin altına Şişli notunu düşmüştür. Bu nedenle Yara adlı öykü yazarın 1938 yılında affa uğradıktan sonra sürgünden dönüp İstanbul, Şişli’de iken yazdığı bir öykü olmalıdır.
Refik Halit, Gurbet Hikâyeleri adlı öykü kitabını oluşturan hikâyelerinin bir kısmını sürgünde olduğu yıllarda 1923 ile 1937 yılları arasında Beyrut, Şam ve Halep ‘te geçen günlerinde kaleme almış; diğer kısmını da “yurda döndükten sonra gurbet yıllarına ait hatıraları değerlendirerek İstanbul’da yazmıştır.” (1938-1939)” [2]
Refik Halit’in Gurbet Hikâyeleri ve Sürgün adlı eserleri Türkiye dışında geçirdiği sürgün yıllarında duyduğu derin memleket hasreti ile yazılmış eserleridir. Yazar, Gurbet Hikâyeleri adlı eserindeki öykülerde genellikle vatanı dışında yaşayan Türk insanlarının memleket hasretlerini dile getirmiş, örneğin Testi Öyküsü, Köpek , Eskici Hikayesi gibi hikâyelerinde kendisi gibi vatana hasret kalmış ama Suriye’de yaşamak zorunda olan Türklerin hayatlarından kesitler aktarmıştır.
Refik Halit’in gözlem gücünü, ifade ve üslup zarafetini ortaya koyan bu öykülerde Bedevilerin yaşamları, adetleri, sosyal ilişkileri, alışkanlıkları, sürgündeki Türk insanlarının memleketine ve anadiline duyduğu özlem temaları ağır basar. Bunlardan çoğu milletine ve yurduna sevgi ve özleyişi de ifade eder. Bazıları işitilmemiş egzotik olaylar ve kişilerle doludur. Ortadoğu ülkelerinin garip, yabancı töre ve ahlaklarını gösterir. Refik Halit böylece bizden kopmuş olan eski imparatorluk diyarlarımızı, sanat yolu ile tekrar bize tanıtmıştır” (Kabaklı, 1994, 709)
Derin bir sıla özleminin hissedildiği bu öykülerinde Bedevilerin sosyal hayatına ve Suriye’deki sosyal grupların yaşamları hakkında detaylı ve enteresan bilgiler de yansıtılmış olmaktadır. Yazarın öykülerinde karşımıza çıkan diğer temalar ise Bedevilerin arasındaki çatışmalar ve “Kadın” temalarıdır.
Gurbet Hikâyelerindeki kişilerin pek çoğu yazarın kendisi gibi yurdundan uzak kalmış, Suriye ve Lübnan da yaşamak zorunda olan, kaçak çalışan, şoförlük yapan, eskicilik ve kundura tamiri yapan, çiftlikte bekleyen, Türkiye’den kaçmak ve burada yaşamak zorunda olan askerler, aileler, çocuklar ve kadınlardır. Kahramanı Türk asıllı olmayan diğer kişileri “Arap şeyhleri, aşiret reisleri, askerler, ağalar, bedeviler, Avrupalılar ve hayvanlar gibi sınıflamak da mümkündür.”[3]
Yazar, Gurbet Hikâyelerini 1923 1937 yılları arasında Lübnan ve Suriye’de geçirdiği günlerde yazmış ve
Görüp şahit olduğu olayları kalem almıştır. Bu nedenle Gurbet Hikâyelerindeki öykülerinin zamanı bu yıllar arasındaki zamandır. Öykülerdeki mekân ise Suriye ve Lübnan’ın değişik yerleri olmaktadır.
YARA ADLI ÖYKÜ ÖZETİ
“Sultan Hamit'in Suriye' deki çöl çiftliklerinden birinde müdürdüm”. Güneş batmış anlatıcı emir erine nargilesini hazırlatıp dama çıkmış, kahve içmeyi beklemektedir. Bu sırada, avluya dört tane s,ilahlı Bedevi girer. “Gelenlerin en yaşlısı, kısrağından inip karşıma dikildi. Sordum: "Hayrola, ya Şeyh?" Mesele her zaman olan işlerden: İki aşiret, bir gazve esnasında çarpışmışlar, bu dört kişi güç bela baskından kurtulup bana sığınmış, geceyi geçirmek istiyorlar.”
Bedeviler silahlarını bırakıp damda oturan anlatıcının yanına çömelirler. Yörede birisi Şammar, diğeri Hadidi olmak üzere iki büyük aşiret vardır. Bu aşiretler çadırlarda yaşamakta hayvan beslemektedirler. “Yaşlısı maşlahlıydı; öbürleri sadece birer entari giymişlerdi; abonoz saçları upuzun, örülü ve cıvık yağlıydı; kulaklarından demir halkalar sarkıyordu.” Bedevilerden yaşlı olanı Şeyh’tir. Anlatıcının çiftliğine sığınan dört bedevinden genç olanlarından bir tanesi yaralıdır. Sol tarafından bir kurşun yemiş. Kan, içine sızmış, yaranın ağzında pıhtılar birikmiş, kurşun yaranın içinde kalmıştır. Şeyh elinde fener ile damdan inip bir değnek parçası ve bir iki paçavra bulup gelir. Sonra da anlatıcıya “zeytinyağı var mı” diye sorar. Tavada zeytinyağını kızartıp, yaralının sırtından entarisini çıkarıp bıçağı yaranın içine daldırıp “ bir kavunun bereli, acı yerini oyup nasıl atarsak” öyle yarayı deşer. Ama kurşun çıkmamıştır. Şeyh çakı ile tekrar yaraya girer bu defa kanırtarak etleri çekip kopartır. Yaralı "Of" bile dememiş sadece, omzunu, şöyle, bir oynatmıştır. Şeyh buna bile kızmış “"Ayıp!" demiştir. Şeyh iki parmağı ile kurşunu yerinden çivi söker gibi çıkarmaya uğraşır. “yerinden oynatmak için tıpkı çekiçsiz ve kesersiz nasıl bir tahtadan çivi çıkarmaya uğraşırsak, öyle, iki tarafa sallamaya, ırgalamaya başladı. Sonra büktü... Sağa büktü, sola büktü. Her büküşünde yaradan koyu, kalın bir kan tabakası kabarıyordu… Şeyh, yere, ayaklarımızın altına bıraktığı deminki tıkacı eline aldı; ben gözlerimi istemeyerek kapadım. Açtığım zaman bu tıkaç yaranın içinde idi; belli ki biraz güçlükle girmişti, zor işliyordu. İşliyordu diyorum; zira Şeyh'in merhametsiz eli bunu taş ocaklarında barut deliği açanların küsküsü gibi sert, granit sırtına bir tarafına daldırıp daldırıp çıkarıyor ve her çıkarışında etrafa kan, pıhtı zifosu serpiştiriyordu. Bir aralık kan fazlalaştı. Tıkanmış bir musluk yalağına nasıl bir tel veya değnek soktuğunuz zaman, aşağıdan yer bulamayan su taşarsa, öyle mecrasız bir kan kabartısı... Bu kan yavaş yavaş azaldı, duruldu, kesildi. O zaman Şeyh yaralıya ilk defa, şefkatle hitap etti: "Sabret evlat!" Bedevi genci cevap vermedi, "Gık!" demedi, hatta kımıldamadı, bir adalesi bile titremedi. Anladım ki müthiş bir şey olacak! Bu iş de oldu: İsli tavasıyla kaynar zeytinyağım getirmişlerdi; yağ pek ustalıklı bir şekilde, bir damlası etrafa sıçratılmadan, dar ağızlı bir şişeye hunisiz mayi aktarılır gibi, yaraya ağır ağır boşaltıldı. Zavallı Bedevi buna da dayanmaya çalıştı. Fakat sonunda bir: "Ya Allah!" dedi, diz üstü çöktü. Ben, bozuk Arapçamla, ora dilini takliden; "öldü" manasına: "Mut!" diye haykırdım. Şeyh cevap verdi: "Halas!"
Ertesi sabah dört Bedevi uyanmış yaralı olanı da dâhil veda etmek için beklemektedir. Şeyh "Şu bindiğim kısrağım gebedir; yavrusu senindir!" deyip oradan ayrılırlar. Vakadan iki üç sene sonra bir Bedevi gelip bir tay bırakmış, "Paşaya vaat etmiştim, kendisi bilir!" deyip, gitmiştir. Bedevi'nin gözünde bir Türk subayı daima paşadır.
TÜM ESERLERİ İÇİN TIKLAYIN
https://edebiyatvesanatakademisi.com/writer/refik-halit-karay
Kaynakça
[1] Tosun, Necip (2016).Öykümüzün Sınır Taşları İstanbul: Dedalus Kitap,s.73
[2]Aktaş, Şerif (2004).Edebiyatımızın Zirvesindekiler Refik Halit Karay. Ankara: Akçağ Yayınları.,s. 81).
[3] Merve Sener, Osman ARICAN, Refik Halit Karay'ın “Gurbet Hikâyeleri” Eserinde Öne Çıkan Temalar, https://www.academia.edu/38430779/R