SÂMİHA AYVERDİ'NİN ''BATMAYAN GÜN'' ROMANINI OKURKEN

07.02.2017

SÂMİHA AYVERDİ'NİN ''BATMAYAN GÜN'' ROMANINI OKURKEN

Musa Serin

Sâmiha Ayverdi'nin 'Batmayan Gün' romanını yeniden okuyorum.Kitabı yayına hazırlayan,Aysel Yüksel hanımefendi Takdim yazısında, " 'Edebiyat târihinin edebi eserler, cemiyete tutulan birer ayna gibidir.' hükmü ne kadar doğrudur. Bu noktadan bakarsak,Tanzîmat'tan bu yana romancılarımız aynalarını cemiyetin çeşitli yönlerine tutmuşlar, batılılaşmanın getirdiği problemleri, âile hayatındaki değişiklikleri ve daha birçok sosyal konuları işlemişler, fakat aynalarını tasavvuf felsefesinin günlük hayatımızdaki akisleri üzerine çevirmemiş, ancak çeşitli sebeplerle pek seyrek olarak köşelerinde dolaşmışlar." (1) derken hem bir stem, hem de bir gerçeği yansıtıyor. Batının, batılı hayat tarzının her noktası didik didik yazılara konu edilirken nedense ''tasavvuf'' gözardı edilmiş. "Halbuki tasavvuf, bir yaşama biçimi olarak ifadesini insan gönlünde bulur. Nitekim Türk kültür, edebiyat ve îman hayatını asırlardır büyük ölçüde besleyen, feyizleriyle hareketlendiren; Itrî'ler, Dede Efendi'ler, Hattat Hafız Osman'lar, Yûnus'ları, Mevlânâ'ları, Fuzûlî'leri, Şeyh Galip'leri yetiştiren hep bu ruh olmuştur."(2) derken Türk musikisinin, Türk şiirinin, hat sanatının... velhasıl Türk edebiyatının ana kaynağı olarak tasavvuf olduğunu belirtmesi bir hakikatin ifadesi olsa gerekir. Aysel Yüksel,Batmayan Gün romanında; "Hayata tasavvufun penceresinden bakarken kendisini yetiştiren Üstadını eserleri yoluyla tanıtmak ister... Batmayan Gün'ün İrfan Paşa'sı hocası Ken'an Rıfaî'nin yetişkinlik, Kerim Bey ise gençlik yıllarından birçok çizgiler taşır."(3) derken de Batmayan Gün romanının bir bakıma Ken'an Rıfaî nin hayat hikayesi olduğunun ip uçlarını veriyor.
Batmayan Gün romanı okuyucu, adeta sihirli cümleleri arasında kendisini kaybediyor veya bir ulu kişiyi gözlerinin önünde canlandırıyor. İşte size o sihirli cümlelerden; "Maamafih anadan doğma bir körün on beş yirmi sene sonra birdenbire gözlerinin açıldığı da vâkidir. Şu halde, tamâmen kabiliyetsiz zannedilen bir kimsede de birdenbire hakîkate karşı istîdat uyanabilir."(4) derken öğretmenlik yaşantımda şahit olduğum bazı olayların film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesine vesile olurken, "tefekkür aşksız olmaz; aşkı olanda hakîkatten uzak kalamaz. İnsan aşkla öyle bir hâle gelir ki, çok defa kendi söyler, kendinden kendi öğrenir."(5 ) Ya şu cümle; "Hakîkatin yüzünü perdeleyen örtüyü kaldırmak, onu görmek için ancak ve ancak aşk lazım. Halbuki bir zümre vardır ki, bu kâr için kendilerine zorluk ve mücâhede yüklerler. Bir zümre vardır ki, ilim ve akılla onu bulmak ister. Hakîkat aşksız bulunmaz, bulumadıça da hilkatın manasına varılmaz."(6 )
Romandaki şu cümlelerde zamanımızın şuursuz insanlarının davranışlarını yansıtmıyor mu?
"-Ben deli miyim ki ölmeden kendimi tozlu kağıtların içine gömeyim? Hayat beni çağırıyor; yaşamak istiyorum. Sen bu köhne düşüncelerinin içinde boğul kal! Aliye zaten doğduğu günden beri kimseye benzemeyen bir mahlûktur; hele İstanbul'a geleli bir hal oldu. Tam hayâtın bitmez tükenmez zevklerini sürecek bir çağda nedir bu hal? Anlamıyorum vesselâm."( 7) Tam da zamanımızın şuursuz insanlarının her zaman dudaklarından dökülen cümleler bunlar. Sanki tanıdığımız birisi tarafından söylenmiş gibi.
"Oku, oku... ama ziyan etme"(8 )cümlesi bize değişik duygularla sesleniyor.Büyükbabasının hatıra yazılarını okuyan birine söylense de okumanın önemini açıklanması bakımından önemli. Ayrıca okuyanın okuduğunu sadece hafızasına depolamayıp, güzellikleri etrafındakilerle paylaş, onlarında güzelliklerden haberdar olmasını sağla der gibi. "Oku,oku... ama ziyan etme" cümlesi okuduğunu, başkasının istifadesine sunmamakla okumak ziyan olur" diye düşünemez miyiz?
"- Ne ağlıyorsun Rüstem? Evlatlarının emânet olduğunu bilmiyor musun? Sen de, ben de onlar da hepimiz Allâh'ın malıyız. Verirse alırsın, alırsa verirsin. İğreti malı ne diye benimsedin, ayıp sana."(9)cümlesin de zamanımızın şuursuzluğunu anlatıyor sanki. Hangimiz dünya malı için hayıflanmadık, sızlanmadık. Gün geldi saçı-başı yolduğumuz da olmadı mı? İşte bunlar bize nasihat değil mi?
Kavga edmeden önce ağız dalaşı sırasında söylenen şunlara ne demeli;
"-Rüstem, gel buraya...diye beni pencerenin altına çağırdı, yaklaştım. Elini gökyüzüne kaldırdı. Sürü ile kuşlar uçuyordu.
-Bak şu kuşlara, hiç uçarken birbirlerine çarpıyorlar mı? Dedi.
-Hayır efendim! Dedim.
-Çünkü biri yukarıdan uçarken öteki aşağı iner.Sen bir kuş kadar da mı olamıyorsun? Baktın ki karşındaki öfkelenmiş sen de aşağıdan al...geçim böyle olur oğlum...dedi." ( 10 )
"Aşk ihtiyarlamaz, kocamaz, köhneleşip harap olmaz."(11) derken bir hakikati dile getirip, aşk adına ahkâm kesenlere ders veriyor gibi. Bir başka cümlede ise; "Hayat aşktandır. Ölüm ise aşksız olmaktandır."(12) Aşkı katledenler, şehevi arzularıyla aşkı öldürenler, ölenin aşk değil de kendilerinin öldüğünü hatırlatmıyor mu bu cümle?
Gözüyle görmediği vakıalara inanmayanlar için; "Madde yalancıdır Tosun. Mesela batmak üzere olan güneşin kursuna bir an baksan, sonra gözünü ondan ayırınca, gökyüzünde birçok güneşler görür gibi olursun. Işığın göz tabakalarında bıraktığı intibâya hakîkat mı diyeceğiz? Mademki gözünle gördüğün şeylere inanıyorsun, o halde buna da inan!"(13) Hakikati sadece gözünün gördükleriyle sınırlayanlara muhteşem bir cevap değil mi?
"Esen rüzgârın su üzerinde çizdiği nakışlar bir anda mahvolduğu gibi, gönül zevki olmadan, şuradan buradan çalınmış kelimeler ve boş lâflar ile vücûda gelen hayal nakışları da payidar olamaz" (14) Hadiselerde göz ve gönül zevkinin birlikteliği bakımından önemini belirten bu cümle insanın ruhunda fırtınalar koparmaz mı mı?
"Can çekişmek nedir, bilir misin İrfan? Can çekişmek, aşka kavuşamamaktır. Aşka sahip olan ölmez mi? Dersen, ölen hayvandır, aşıklar ölmez!"(15) cümleleri bir hakikati dillendirirken asırlar öncesinden Yûnusca bir söyleyişi hatırlatıyor insana.
"-Martel, ben bir ruh inkılâpçısı değilim, olamam da. Zira Müslümanlık en büyük, en mütekâmil inkılâbı yapmış.Mecûsîliği Musevîliği ve Hırıstiyanlığı toplayarak bunların üstüne bir tekâmül abidesi yükselmiştir." (16) derkende İslam dininin en büyük inkılâp olduğunu vurgulaması bakımından önemlidir.
"Aşk... Yani duyguların bağlandığı,önünde diz çöktüğü ebedî mâbut." (17) cümlesi aşkın yapılmış en güzel taariflerinden biri değil mi?
"Hadiselerin iç yüzünü, yani onlara şekil veren gizli eli gören için, tesâdüf sözünün kıymeti yoktur."(18) her hadiseyi tesadüflere bağlayan günümüz insanının aklını başına getirecek bir cümle.
"Baba, eğer cihan, aşk zevkini bilse, elindeki körlük asasını atarak, gittiği istikâmetten geri döner ve ona doğru şiddetli, önüne geçilmez bir coşkunlukla koşardı. O muazzam kuvveti tanımayan her zavallının bilgisi, ilmi kör elindeki asa gibidir. İstersen baba, buna aşk demeyelim de hakîkat diyelim. Zira aşk, zaten hakîkat demektir; Bu iki kelime, iki ayrı vücutta aynı ruh gibidir."(19) "Baba, sakın aşk deyipte dudak bükme... Onu inkâr, kendini,kainâtı inkâr demektir. Her şey onun içindir. O, her şeyin başı ve sonudur. Sen hiç aşk mektubu yazdın mı baba? Ben yazmadım. Fakat herhalde aşk mektuplarının müsveddesi yoktur. Zira onların yazılıp bozulmaya tahammülü olamaz ki... Sel, geçeceği dağdan izin alır, geçeyim mi, geçmeyeyim mi, diye düşünür ve sorar mı? Sadece coşar, akar gideceği yere ulaşır. Aşk sözleri de, düşünce dağından izin almadan, yürekten fışkırır ve tıpkı sel gibi, geçeceği yerleri oyarak, temizleyerek akar gider." (20) Ne diyelm aşkı ve hâllerini bundan güzel izah edecek cümleler bulabilir miyiz?
"–Hiç dikkat ettin mi bilmem, gül ağacının, seneler geçtikçe dikenleri azalır. Sen bir ağaç, bir nebat kadarda mı olamıyorsun ki,gün geçtikçe şu eza verici hislerinden temizlenemiyorsun?" (21) Aşkın, aşıkı nasıl olgunlaştırıp kemâle erdirdiğini bu cümlelerden güzel hangi cümleler anlatabilir ki?
Romandan daha birçok bölüm aktarabiliriz. Çünkü her saifede bir esrar gizli. Her saifede bir güzellik saklanmış. Al, oku, bul der gibi. Okurken güzelliklerle karşılaşırken insanı hüzün yumağı da sarmaya başlıyor.Hüzün yumağı her sahifenin sonuna eklenmiş "Lügatçe" ler.
"–Eyvah!" diyorsun kendi kendine. Dil atlasından, dil kumaşından bir parça kopuyor yine deyip hüzünleniyorsun. Ne olurdu o güzelim kelimeleri yenileriyle beraber kullansaydı da dil denilen kumaşımız delinmese. Lügatimiz sürekli zenginleşse. Beş yüz bin,bir milyon kelimemiz olsa lügatimizde kötü mü olur du? Kötü olmazdı elbet, amma şu mazi düşmanlığı, şu bağnazlık yok mu....
Evet "Batmayan Gün" romanını okurken sevinç ve hüznü birarada yaşadım yeniden.
Sevincim; tılsımlı cümleler arasında gezinirken kendimi kaybettiğim hazinede buldum sanki. Unutlmaya yüz tutan medeniyetimin sihirli kelimeleri yeniden hafızamda canlandı.
Üzüntüm, sahife sonlarına eklenen Lügatçelerdeki kelimelerin dil kumaşımdan kopuyor olması. Bilmem ki dil kumaşımdan kopan birkaç kelime mi, yoksa yüreğim mi?

 

Musa SERİN


..................................................................................
Sâmiha AYVERDİ,Batmayan Gün,Kubbealtı Neşriyat,5.Baskı
(1) Age.sahife 6
(2) Age, sahife 6
(3) Age, sahife 8
(4) Age, sahife 24
(5) Age, sahife 24
(6) Age, sahife 24-25
(7) Age, sahife 26-27
(8) Age, sahife 32
(9) Age, sahife 33
(10) Age, sahife 33
(11) Age, sahife 88
(12) Age, sahife 89
(13) Age, sahife 104
(14) Age, sahife 112
(15) Age, sahife 115
(16) Age, sahife 140
(17) Age, sahife 177
(18) Age, sahife 180
(19) Age,sahife 200
(20) Age, sahife 202
(21) Age, sahife 221

Samiha Ayverdi Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri

İbrahim Efendi Konağı Özeti ve Hakkında Semiha Ayverdi

İbrahim Efendi Konağı Semiha Ayverdi

SÂMİHA AYVERDİ'NİN ''BATMAYAN GÜN'' ROMANINI OKURKE

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Esa

Esa

6 years ago

Esa bu tip yazılar ile Edebiyat ve Sanat alanı ile ilgili kaynak yazılarda Googlede otorite bir site haline geldi. Az sayıda da olsa bir kaç paylaşımcı mızın böylesi yazılar ile destek vermesinden memnuniyet duyuyoruz. Onlar da Esa sayesinde kayda değer sayıda Okur bulmuş oluyorlar.