Vesiletü’n-Necat’ın tamamı 732 beyitten meydana gelmiş olup “Mesnev ” tarzında yazılmış bir mevlid kitabıdır. Eserin özgün adı Vesilet'ün Necat olmasına rağmen bu eser halk arasında oldukça sevilmiş, halk arasında bu eser mevlid olarak anılmış ve bilinmiştir.
Süleyman Çelebi’nin yazdığı bu eser üzerinde Aşık Paşa’nın Garipname adlı eseri oldukça etkili olmuş, Süleyman Çelebi, Garipname gibi bir eser yazmak istediği için Vesilet'ün Necat’ı vücuda getirmeye karar vermiştir. Süleyman Çelebi bu eserini yazarken özellikle Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinden etkilenmiş Erzurumlu Mustafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî ve Ahmedi ’nin Mevlid’inden faydalanmıştır.
Süleyman Çelebi, b u eserini derin bir peygamber sevgisi üzerine inşa etmiş, eserini peygamberin doğumu ile başlattığından bu eserin adı daha ziyade mevlid adı ile anılmıştır. Mevlid Arapça kökenli bir sözcüktür. Kelime “vld” sözcüğünden gelir, veled, valide, valid, mevlid kelimeleri aynı kökten türemiştir. Bu nedenle mevlid kelimesi doğum zamanı, doğum yeri ve doğmak gibi anlamlar taşıyan bir sözcüktür. ( bkz Edebiyatımızda ve Kültürümüzde Mevlit ve Mevlid Okutma ) Mevlid ilk önce siyer türü bir nazım şekli olarak ortaya çıkmıştır. Hz Muhammet’in doğumunu, çocukluğunu peygamber oluşunu, ahlakını, hayatını ve gazalarını anlatan bir şiir olarak şekillenmiştir.
Ahmedi ‘nin 1407 yılında yazmış olduğu 625 beyitten oluşan Mevlidi edebiyatımızda yazılmış olan ilk mevlit eseri olmaktadır. Erzurumlu Mustafa Darîr ’in manzum Siyer-i Nebisi, ( 1388) ilk örnek olarak da gösterilebilir. Fakat edebiyatımızda ve halk arasında en çok sevilmiş olan eser Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu mevliddir. Süleyman Çelebi’nin yazdığı mevlid Ahmedi’nin yazdığı mevlitten bir yıl sonra yazılan 1408 veya 1409 yılında yazılmıştır. ( bkz Edebiyatımızda ve Kültürümüzde Mevlit ve Mevlid Okutma )
Süleyman Çelebi bu eserini mesnevi nazum tekniği ile yazmıştır. Büyük çaptaki hikâyeleri nazım yolu ile anlatmaya en müsait yol da budur. ( bkz Mesnevi Nazım Türü Bütün Özellikleri ve Örnekler ) Mevlid’in ekserisi “Fâilâtün fâilâtün fâilün” veznindedir. Yalnız bir yerde (Mef’ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) kalıbına yer verilmiştir. Fakat Vesîletü’n-Necât’ta her bahrin sonunda tekrarlanan vasıta beyitleri ile dikkati çeker Tercî-i bendlerde gözüken bu özelliğin mesnevi şekli ile yazılmış olan Süleyman Çelebi’nin mevlidinde gözükmesi düşündürücü bir özelliktir.
Süleyman Çelebi’nin mevlidi yüzlerce yıl boyunca en çok okunan mevlid kitabı olmuş, yüzlerce yazma nüshası oluşmuştur. Ahmet Ateş, Vesiletün Necat’ı günümüz alfabesine çevirmiş ve bu eseri 1954′te yayımlamıştır (TDK Yayınları).
Kafiyeler güzel ve sağlamdır. Süleyman Çelebi, Mevlit’in mısralarının mükemmel olması için çok titizlik göstermiş, bu sebeple Mevlit, üstün sanat sahibi divan sâirlerince dahî sevilip beğenilmiştir. Bundan başka 42 beyitlik bir parça (Kaside-i Melîha), aynı vezinde olmakla beraber, “kaside” tarzında yazılmış bulunmaktadır.
Tutdı cihânı serteser envâr-ı Mustafa Çün kim belirdi dünyede esrârı Mustafa, beyti ile başlayan on beyitlik bir parça da “gazel” tarzında ve “Mefulü fâilâtü mefâilü fâilün” vezninde kaleme alınmıştır. Eserin, bugün okunan biçimi ile Süleyman Çelebi’nin yazdığı biçimin aynı olduğu söylenemez. Zamanla bazı mısralarda kelimeler, bazen da mısralar değiştirilmiş, Türk halkının duygu ve düşünce kalıbı içinde yeniden oluşturulmuştur. Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i, Rumca, Bulgarca, Sırpça, Arapçaya çevrilmiş ve Müslümanlar arasında her dinî günde, bayramda, ölümde, doğumda okunan bir eser haline gelmiştir.
Vesilşet’ün Necat’ta En kısa, en uygun ve mümkün olan en sade anlatım sekli kullanılmıştır. Mevlid’de, hemen her türlü söz ve ifade sanatına rastlanır. En çok cinas, teşbih ve tekrir gibi sanatlara önem verilmiştir. Bölümlerin ve kitabin bütünlüğüne titizlik gösterildiği kadar, her mısra’ın ayrı ayrı güzelliği de gözden kaçmamaktadır. Mevlit, lirizm (içlilik) ve öğreticiliği (didaktizmi) iyice kaynaştırmış bir şiir kitabidir. Kuruluktan uzak olduğu gibi, sırf coşkunluktan da ibaret değildir. Görünüşte kolay, fakat denendiğinde benzerinin yazılmasının çok zor olduğu görülür.
Süleyman Çelebi, Mevlid’inde; Allahü teâlânın mutlak iradesini, âlemi yoktan var ettiğini ve Muhammed aleyhisselâmın hiçbir mahlûkta bulunmayan üstün, yüksek ve emsalsiz vasıflara sahip olduğunu anlatır. Her kelimesinde, gönlü Resûlullah aski ile yanan bir müminin engin ask ve muhabbet kokuları vardır. Hazret-i Muhammed’in diğer peygamberlere olan bütün üstünlükleri, en güzel kelimeler ve en veciz ifadelerle anlatılmıştır. [1]
Söze Allahü telalanın ism-i şerifi ile başlayan Süleyman Çelebi, Âdem aleyhisselâmdan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma kadar bütün dedeleri olan Peygamberlerin alınlarında nûr parladığını ve bu nûrun Muhammed aleyhisselâma intikâl ettiğini anlatır. Peygamber efendimizin doğuşuna geniş bir yer ayırarak, O doğarken annesinin neler duyup, neler gördüğünü, bu anda bütün varlıkların engin bir neşe içinde kaldıklarını, bütün zerrelerin O’nu büyük neşe içinde karşıladığını söyler. Mevlid’de bundan sonra, Muhammed aleyhisselâma peygamberliğinin nasıl bildirildiğini ve mi’râc hâdisesinin nasıl olduğunu anlatır. Derin üzüntü içinde yazdığı rıhlet ve daha sonra dua ile Mevlid’ini bitirir. Peygamber efendimizin her varlığın yaratılışı sebebi, bütün yaratılmışların en şereflisi ve O’nu bütün peygamberlere üstün kılan Allahü teâlâya şükürler etmektedir
Anlaşılması kolay ve benzerinin yazılması çok zor olduğundan dolayı Mevlid, “sehl-ü mümteni” tarzındadır. Nabi, bu tarzda şiir yazmayı başarmışsa da Süleyman Çelebi bu usulün zirvesine taht kurmuş bir şairdir. Süleyman Çelebi’nin Mevliti halk arasında çok sevildiğinden sonradan yazılan pek çok mevlit eseri bu eserin gördüğü rağbeti görmemiştir.
” Türk halkının Mevlid manzumesine gösterdiği bu üstün alâka; güftesindeki mana zenginliği, tasvirlerindeki derinlik ile Süleyman Çelebideki üstün ihlâsa bağlanmalıdır.”
Mevlit; münacat (Allahü teâlâya yalvarma), velâdet (Peygamberimizin doğumu), risâlet (Peygamberliğin bildirilişi), mîrâç (Göklere çıkışı, Cennet’i ve Cehennem’i görmesi), rihlet (Peygamberimizin vefâtı) ve duâ bölümlerinden ibârettir.
Süleyman Çelebiden sonra açılan mevlid yazma çığrında nice kudretli şairler bu yolda çalışma yapmışlar ve değerli eserler yazmışlarsa da, hiç birinin eseri “Vesiletü’n-Necat’ın ulaştığı itibara ulaşamamıştır. Sinan oğlunun, Kâdî Darir’in, Hamdi’nin, Ebü’l-Hayr’ın Halil’in ve hele “Merhaba” bahrini de ihtiva eden “mevlid”in yazarı şair Ahmed’in eserleri “Vesiletü’n-Necat” seviyesinde bir itibara ulaşamamıştır. Bu değerli eserler bir vücudun parçalarına teşbih edilip kimine kol, kimine sadır ve kimine baş denilse, Süleyman Çelebi’nin eserine “Baştaki taç” demek mübâlağalı bir laf olmayacaktır. ” [2]
Ziya Paşa, Süleyman Çelebi’nin bu sanat dehasını şöyle dile getirmektedir:
Yâ Rab o ne sûziş, ol ne sözdür,
Sûrette gerçi sâde sözdür,
Aşk u sühan anda müctemidir,
Baştan başa sehl-ü mümtenidir,
MEVLİT’İN BÖLÜMLERİ
Mevlid’ine Arabî olarak bir önsöz yazarak, şöyle buyurmaktadır: “Rahman ve Rahîm olan Allahü teâlânın ismiyle başlarım. Muhammed aleyhisselâmı bütün yaratılmışların sebebi, en şereflisi ve en azizi yapan, makam-ı Mahmûd ile şefaat hakkını vererek O’nu bütün Peygamberlerden üstün kılan, ismini O’nun ismiyle yan yana yazarak, hasedci şeytanın burnunu sürtüp, O’nun şanını yücelten Allahü teâlâya hamd-ü-senalar olsun. Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın indinde çok makbuldür. Allahü teâlânın melekleri O’nun yardımcılarıdır. Ağaçlar, toprak ve taşlar, O’nunla konuştular. O’nu sevenler dünyada ve âhirette sevilip kurtulurlar. O’na düşman olanlar kovulup, Cehennem’e atılırlar. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü teâlâya hamd ederim. Şeriki ve benzeri olmayan, mekândan münezzeh bulunan Allahü teâlânın bir olduğuna şehâdet ederim. O, herkesin kendisine muhtâc olduğu, ibadet ettiği ve yöneldiği Allahü teâlâdır. O, şanı yüce, kullarını merhametle bağışlayandır. Güzel ahlâk ve cömertlik gibi pekçok meziyetleri ortaya çıkaran, vâdedilen kıyamet gününde, her tarafta şefaati kabul edilir bir şefaatçi olan Muhammed aleyhisselâmın, Allahü teâlanın kulu, resulü ve habîbi olduğuna şehâdet ederim. Allahü teâlâ, O’na seçilmişlerin en üstünleri olan temiz âline ve Eshâb-ı kirâmına sonsuz rahmet etsin
1-Münâcât faslı,
2- Velâdet faslı,
3- Mûcizât faslı,
4- Mi’rac faslı,
5-Vefat faslı,
6- Duâ faslı.
1-Münâcât faslı,
Münacat kısmı, Cenâb-ı Hakk’ın birliğini ve kudretini, isimlerini ve sıfatlarını, âlemi ve Hz. Âdemi yaratmasını, beşerî hayatın ortaya çıkışını ve silsile kazanmasını dile getirmektedir.
Allah âdın zikr edelim evvelâ
Vacib oldur cümle işte her kula
Birdir ol birliğine şek yok dürür
Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür.
Manzumede, edebî kabiliyetini ortaya koymaktan ziyade, İslâmî esaslara bağlılığını, ehlisünnet ve’!-cemaat mezhebine uygun bir biçimde dile getirmektedir. Buna rağmen; şairane tasvirler ile âlimane tabirler yapmaktan kaçınmaz. İslam âlimlerine yakışır tarzda beyitler terennüm etmektedir:
Ger Muhammed olmayaydı ayan
Olmayiserdi zeminü âsümân
Andan oldu her nihan ü âşikâr
Arş ü ferş ü yer ü gök her ne ki var
Vesiletü’n-Necat” ta dinî ölçüleri şairane tasvirlere kapılarak asla zedelememiştir. O; bir kelâm âliminin mütefekkirlere mahsus durgunluğunu, bir mantık bilgisini, bir gönül eri ve arifinin vecdi ve heyecanı ile sunmaktadır.
Aşkıla gel imdi Allah idelim
Derdile göz yaşile ah idelim
Ola ki rahmet kıla ol padişah
Ol Kerim ü ol Rahim ü ol İlâh
Ayet ve hadislere telmihler yaparak kâinatın kadim olduğunu iddia eden felsefecilerin sakat görüşlerini de tenkit etmektedir;
Cümle âlem yok iken ol vâr idi
Yaradılmışdan ğani Cebbâr idi
Vâr iken ol, yok idi ins ü melek
Arş ü ferş ü ay güneş hem nüh felek
MEVLÎD
( Not: Mevlit’in bu bölümünün Süleyman Çelebi tarafından yazılmadığına dair görüşler vardır. )
Allah adın zik edelim evvelâ
Vacib oldur cümle işde her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ider Allah ana
………………..
Aşk ile her kim ki dinlerse bunu
Açıla gönlünde rahmet gülşeni
Amine Hâtûn Muhammed ânesi
Ol sadeften oldu ol dür dânesi
Çünkü Abdullah’dan oldu hâmile
Vakt erişdi hafta vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakın
Çok alâmetler belirdi gelmedin
Şol kitablar içre söylenen haber
Zahir oldu vü göründü sertser
………………….
Ol gece kim doğdu ol Hayr-ül beşer
Anası anda neler gördü neler
Her ne kim göründü ise gözüne
Hem dahî vâki olanı özüne
……………………
Toğduğun bildirdi ol halka temam
Ne dediğin işid imdi ey hümâm
Dedi gördüm ol habibün ânesi
Bir aceb nur kim güneş pervanesi
Berk urup çıkdı evimden nagehân
Göklere irdi vü nur oldu cihan
îndi göklerden melekler sâf sâf
Kabe gibi kıldılar evim tavaf
Hem hava üzre döşendi bir döşek
Adı Sündüs döşeyen anı melek
Üç alem dahi dikildi üç yire
Her birisi eydeyim nire nire
Mağrib ü maşrıkda ikisi anın
Biri damında dikildi Kabe’nin
Bildim anlardan ki ol halkın yeği
Kim yakın oldu cihâna gelmeğ
Çünki bu işler bana oldu yakın
Ben evümde otururken yalnuzın
Yarılıp dıvâr çıkdı nâgehân
Üç bile huri bana oldu ayan
Çevre yanuma gelip oturdular
Mustafâ’yı birbirine muştular
Erdi huriler bölük bölük buğur
Yüzleri nûrından evüm doldı nur
Dediler oğlun gibi hiçbir oğul
Yaradılalı cihan gelmiş değül
Fâilatün Fâilâtün Fâilün
KAYNAKÇA
[1] İslam Ansiklopedisi, Süleyman Çelebi Maddesi, TDV yayınları
[2] https://www.enfal.de/ecdad106.htm )