Ağıtlarımız ve Ağıt Yakma Geleneği

07.09.2012

        

 

Ağıtlarımız  ve Ağıt Yakma Geleneği

 

Yazıda, ağıt, nedir, ağıt yakma geleneği, ağıtların içerik konu, şekil, kafiye  özellikleri,  çeşitli Türk boylarında ağıtların adları İslamiyet öncesindeki ve sonrasındaki ağıtlar, ele alınmıştır. Ağıt , sagu ilişkisi, eski türlerdeki sagu ve ağıt geleneği, ağıt törenleri, ağıtçılar;   Anadolu, Balkanlar, Azerbaycan ve diğer Türki devletlerde ağıt, destan, sagu, türkü ve ağıt ilişkileri ele alınmış,  en güzel ağıt örnekleri de verilmiştir.
 
Türkü teriminin kaynağı, Türk sözcüğüdür. Türk sözcüğünün sonuna nisbet eki ( i) eklenerek Türkî elde edilmiş, bu sözcük zamanla türkü haline dönüşmüştür. Türkü, Türklere mahsus bir besteyle söylenen şarkılardır. Öteki halk şiiri türleri gibi türkünün de en büyük ayrımı, ezgisindedir. Ağıt ise konusu itibari ile özelleşen, bir türkü türüdür. Daha doğru bir ifade ile ağıtlar ölüm, facia, deprem, sel, toplu ölümler veya toplumu derinden yaralayan sarsıcı olaylar, insanları üzüntüye sevk eden gelin gidenleri, gurbete çıkanları uğurlama vb nedenlerle söylenen üzüntüyü dile getiren türkü türüdür.
Türkü sözü muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle isimlendirilirler. Türküyü AZERBAYCAN Türkleri mahnı, Başkurtlar halk yırı, Kazaklar Türkî, türik halık äni, Kırgızlar eldik ır, türkü, Kumuklar yır, Özbekler Türki, halk koşiğı, Tatarlar halık cırı,Türkmenler halk aydımı,Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi derler. [1]
Hikmet Dizdaroğlu, “Türkü teriminin ilk defa XV. yüzyılda Doğu Türkistan'da Aruz ölçüsüyle yazılmış ve özel bir ezgi ile söylenmiş ürünler için kullanıldığını, Hece Ölçüsü ile söylenmiş türkülerin Anadolu'daki ilk örneğini ise, 16. Yyda buluruz. Türkü şekline uygun ve türkü adını taşıyan sözünü ettiğimiz bu parça 16. Yüzyıl Halk Ozanlarından Öksüz Dede'ye ait olduğunu söylemektedir.” (Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, TDKY. Ankara 1969.)   [2] şeklinde bir izahat getirmektedir.
 
Ağıtların ilk örnekleri İslamiyet öncesi dönemde söylenen  sagulardır. Sagular  eski Türklerde  ölüm ve facialar sonrasında oluşan üzüntüleri dile getiren destansı yanı da olan manzumelerdir. Sağu ve ağıt Türk kültürü kadar eskidir diyebileceğimiz manzumelerdir.  Sağu sözcüğü zamanla başındaki “ s “ harfini düşürmüş ağu ve ağıt haline dönüşmüştür.  Günümüzdeki ağıtlar ile İslamiyet öncesi saguların arasında aslında hiçbir yönden hiçbir fark bulunmamaktadır. İslamiyet öncesi dönemde de heceli , ezgili ve destansı nitelikleri de olan sağuların günümüzdeki devamı olan ağıtlar da aynı özellikler aynı şekilde devam etmektedir. Sağuların destansı nitelikleri dahi çok yakın zamana kadar kültürümüzde yaşayan bir konu idi. Daha otuz kırk yıl öncesine kadar deprem, sel, kıtlık afet, toplu ölümler veya toplumu derinden yaralayan olaylara karşı üzüntüyü dile getiren uzun ve destansı ağıtların varlığı bilinmektedir. 
 
İslamiyet öncesi dönemde sağuların ozan, kam, baksı,  şaman  adı verilen ve günümüzde Âşık veya  halk ozanı olarak adlandırılan profesyonel sagucular tarafından söylendiği bilinmektedir. Bu sagucuların cenaze törenlerine gelerek ücret veya hediye karşılığında ölenlerin arkasına sagular dizdikleri biliniyordu. Sagucular ölenlerin hayattayken yaptıkları kahramanlıkları, başarıları, iyiliklerini, cömertliklerini vb dile getiren manzumeler oluşturuyorlar ölenlerin arkasından duydukları üzüntüleri aktaran manzumeler söylüyorlardı.  Sagucuların sagu dizerken oluşturdukları ritüellerin ve geleneksel tavırların bir şekilde günümüze kadar taşındığı, günümüzdeki ağıt törenlerinin o dönemlerdeki sagu söyleme törenlerinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Ölüye ait bir eşya üzerinde gerçekleşen kötü ruhları kovalama törenlerine benzeyen ritüellerin günümüzdeki ağıt yakma geleneklerinde devam ettiği söylenebilir.( Bkz: Eski Türklerde Yaşam: Göçebelik İnanç Ölüm Gelenekleri Töre Budun ...)
Ağıt, genellikle bir ölüm'ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türkü'südür. Doğal afet'ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Ağıtın İslamiyet Öncesi edebiyattaki adı sagudur ve Yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur, divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir.” [3]
Bazı Türk boylarında, bugün, ağıt ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili şu kelimelere rastlamaktayız. ÇİN Halk Cumhuruyeti' ne bağlı Doğu Türkistan' da yaşayan Uygurlar ağıt türü şiirlere "Mersiye koşukları", Kuzey Kafkasya' da yaşayan Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay - Malkar Türkleri; "Küv", Kerkük Türkleri; "Sazlamağ", Kırım Tatarları; "Taqmaq" adını vermektedirler.” [4]
 
Ağıtlar anonim olarak söylenen manzumelerdir. Ölenlerin yakınları tarafından hazırlıksız bir şekilde ve doğaçlama olarak oluştur. Buna rağmen doğaçlama ağıt söyleyenlerin hafızalarına kazınmış olan sayısız ağıt örnekleri onların bu ağıtları söylemelerine rehber olan geleneksel bir alışkanlık özelliği kazandırmıştır. Bu bakımdan ağıtları irticalen oluşması önceden bilinen ağıtların irticalen bir benzerinin söylenmesi şeklinde gerçekleşir.  İslamiyet öncesinde erkek Kam veya Şamanların söylediği büyük ihtimalle kadınların da ayrıca oluşturduğu ağıt yakma geleneği günümüzde daha ziyade kadınlar tarafından devam ettirilen bir gelenek olarak görülür. Türküler ve ağıtlar genellikle anonimdir. İsimleri bilinen Halk Ozanlarının söyledikleri de giderek halka mal olmuş ve bunlar da anonimleşme eğilimine girmiştir.
 
Buna rağmen ölenlerin erkek yakınlarının da ağıt yakması olağan dışı bir durum değildir.  Ağıtlar genellikle yarı anonim bir türkü türüdür. Fakat bazen tanınmış Ozanların ölen yakınları adına ağıtlar yaktıkları ve mahlaslarını da kullandıkları görülebilir.
 
Ağıtlar, ölen kişinin iyiliklerinden, yiğitlik, cömertlik, iyilik gibi davranışlarından ve yaşamındaki önemli olaylardan söz eder.  Ağıtların geleneksel hareketler eşliğinde kendine özgü ölçü ve uyakları vardır. Ağıtlar daha ziyade 7, 8, 10 heceli şiirler olarak ortaya çıkar. Ağıt söylemenin belli davranış nitelikleri ezgisel yapısı vardır. “Umumiyetle “ mani ” ve “ koşma ” tipi şekiller içinde uzun ve kırık hava adı verilen ezgilerle hece ölçüsü ile söylenen ağıtlarda ölenin ailede ve cemiyette bıraktığı boşluk, birlikte geçen günlerin hatıraları dostluk, iyilik, fazilet, cesâret, düşmanlık, merhamet vb. Temler ifâde edilir.”  (bilgidemeti.blogcu.com/agit-nedir-agit-)  Ağıt yakma esansında bir takım törensel davranış özelliklerinin varlığı sezilebilmektedir.
 
Anadolu’ nun pek çok yerinde ağıt söyleme törenlerinde az çok bazı farklar görülür. Mesela Orta  Anadolu' da ağıt söyleyen kadınlar birbirlerine sarılarak, ölenin bir eşyasına gözyaşlarını sürerek veya koklayarak ağıtlar dizer. Ağıt söyleme genellikle bir kaç kişinin iştirak ederek söylediği ve devam ettirdiği bir manzume özelliği taşır. “'Anadolu'da, ölünün ardından düzenlenen yas törenlerinde genellikle kadınlar ağıt söyler. Ağıt söylemenin ya da yaygın terimiyle ağıt yakmanın bölgeden bölgeye değişen belli gelenek ve görenekleri vardır. Örneğin Çukurova'daki ağıt törenlerinde kadınlar sı­rayla ağıt yakarlar. Ağıt söyleyecek olan kadının önüne ölünün çamaşır bohçası konur. Ağıtçı bohçadan çıkardığı bir çamaşırı ağıt boyunca elinde tutar ve ağıtı bittikten sonra bohçayı yandaki ağıtçının önüne bırakır.” [5]
 
Ağıtlar sadece ölüm ve facia sonrasında söylenilen manzumeler değildir. Türklerde ağıt yakma ve ağıt söyleme geleneğinin uygulandığı birçok durum vardır.  En sık görülen şekliye ölüm facia sonrasında karşılaşılıyor olunmasına rağmen gelin uğurlarken, kına gecelerinde, askere yollarken veya gurbete yollama esnalarında da ağıt yakma ve söyleme geleneklerinin olduğu görülmektedir. Bu yönüyle baktığımız zaman ağıt yakma üzüntünün oluştuğu her durumda söylenebilen bir gelenek olduğu ortaya çıkar.  Hatta gurbete çıkanların gurbetteki sevdiklerine duydukları duyguları dile getiren ağıtlar da bulunmaktadır.
 
Türkiye“’nin çeşitli yörelerinde birbirine yakın adlar verilen bu geceye,Bursa ’da “el kınası”, “has kınası”, Malatya’da “gelini kınaya çekme”, MUĞLA’da “kına düğünü”, Uluborlu’da “kına basma”, Ünye’de “baş bağlama”, Taşeli’de “gelin okşama”, Emirdağ’da “kızbaşı”, yaygın olarak da “kına gecesi” gibi adlar verilmekte; Türkiye dışındaki Türklerden AZERBAYCAN Türklerinde “kına yaktı gecesi”, Romanya’nın Dobruca bölgesinde yaşayan Tatar Türklerinde ise “kına toyu” denilmektedir. Kına gecesinde söylenen kına ağıtları,tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören unsuru taşıyan ağıtlardır. Bu ağıtlarda ölüm ağıtlarında olduğu gibi ferdi ağıtlara rastlanmaz. Kına ağıtlarının hepsi anonimdir. Yalnızca kadınlar tarafından, gelin kıza kına yakılırken ve genellikle sazsız, çalgısız söylenir.”  [6]
 
Ana gızın çok muyudu,
Bir kız sana yük müyüdü,
Gırılası emmilerim,
Heç oğlunuz yok muyudu?  [7]
 
Ağıtların deprem, sel, facia gibi toplumu ilgilendiren ve tüm toplumu derinden yaralayan olayları dile getiren destansı türleri de vardır. Bu tür ağıtların bilinen ozanlar tarafından söylenmiş olanları da çoktur. Bu tip ağıtlar eski Türklerdeki destanların günümüze kadar ulaşan devamı şeklindedir. Bu tip destansı ağıtların diğerlerinden farkı hayli uzun olmaları ve toplumsal facialara karşı duyulan ortak üzüntüyü dile getirmiş olmalarıdır. Bu tip ağıtlar, ağıt türleri içinde kaybolmaya yüz tutan bir ağıt türüdür. Günümüzde örnekleri neredeyse kaybolmak üzeredir.
 
Örneklerde de görüldüğü gibi İslamiyet öncesindeki durumu pek bilinmese de günümüzdeki ağıt söyleme geleneği sadece ölüm ve facia arkasına söylenen veya yaygın deyimiyle yakılan bir tür değildir.
 
Ağıtlar dilden dile dolaşarak yaygınlaşır. Zengin bir sözlü edebiyat geleneği yaratan kültürümüzde çok sayıda ağıt örneği günümüze kadar ulaşmış, günümüzde de ağıt söyleme geleneği pek çok yöremizde hala devam etmektedir.
 
Ayvalıktan indim yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Ödemiş'ten gelin geldi
Uyan Hacı Beyim uyan[8]


Gurbannar oluyum dayımın gızı,
Al kanlar doldurmuş sürmeli gözü,
Götürmen de salacayı aleyin,
Daha Köşektaş'tan gelmedi gızı.[9]
                                    
Abdurrahman idi adı,
Adınca olmak muradı,
Zerrece mal toplamadı,
Ol sıratı geçti gitti.          Feymani ( Aşık Kadirli) Şiirleri
 
 
 
Maraş Maraş derler bu nasıl Maraş
İçerime düştü bir korlu ataş
Zeytun dağlarında can veren gardaş
Uyan diyom Seyfi oğlan uyanmaz

Kara taş içinde kaldı mezarım
Bir yer bulsam mezarını kazarım
Kırıldı geçitler bozuk düzenim
Uyan diyom Seyfi Bey'im uyanmaz

Seyfi derler şu oğlanın adına
Ermanı pusu kurmuş Zeytun dağına
Dizlerine vurur gelin Fadime
Uyan derim koçak Seyfi'm uyanmaz

Sağımı solumu düşmanlar sardı
Şu gavur Ermanı canımı aldı
İki aylık yavrusu babasız kaldı
Uyan derim Seyfi Bey'im uyanmaz

Koynunda saklamış Ermanı haçını
Tüm peşine takmış gavur piçini
Anası Şerife yolar saçını
Uyan derim Seyfi Bey'im uyanmaz[10]
 
 
Hecesine hecesine
Haber verin edesine
Yörük Mehmet'e kıyanın
Baykuş konsun bacasına

Kimiyinen kimiyinen
Koyunları sürüyünen
Kollarını bağlamışlar
Uçkurunun ipiyinen

Dağlarına dağlarına
Karlar yağmış dağlarına
İki yavru bağlamışlar
Dedesinin kollarına

Hele şuna hele şuna
Karınca dolmuş döşüne
Sayıt ile Hüseyin'in
Kuşlar döner üleşine

Acısına acısına
Haber verin bacısına
Kurban olam kurban olam
Kim bakacak Hacısına

Osman Altınok, Mucur, Küçük Kavak Köyü, 1317-1983; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları - Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs - 2003, Ankara, s.222. 
 
 
 
 
 KAYNAKÇA
 
Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

 BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya [email protected] 
 
 
 
[2] Hikmet Dizdaroğlu, (1969) Halk Şiirinde Türler, TDKY. Ankara
[3] ttp://tr.wikipedia.org/wiki/A%C4%9F%C4%B1t
[4] turkceciler.com/agitlar.htl
[5] https://www.msxlabs.org/forum/x-sozluk/84973-agit-agit-nedir-agit-hakkinda.
[6]   Dr. Ömer Faruk YALDIZKAYA,  KINA AĞITLARI, https://www.turkuler.com/yazi/kina.asp
[7]  Dr. Ömer Faruk YALDIZKAYA, agy )
[8]  
[9] bilgidemeti.blogcu.com/agit-nedir-agit-
[10] Kırşehir Destanları, 9; Baki Yaşa Altınok, Âşık Hüseyin, Ocak Yay. Ank. 2000, s. 109; Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları - Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs - 2003, Ankara, s.188-189

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar