Bize Göre Ahmet Haşim

25.03.2015

Bize Göre Ahmet Haşim

 

 

 AHMET HAŞİM

1885- 1933 yıllan arasında yaşamıştır. Galatasaray Li­sesi'ni bitirmiştir. Güzel Sanatlar ve Harp Akademileri' nde öğretmenlik yapmıştır. İlk şiirini 1901'de yazan Ahmet Haşim, şiire öğretmeni Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun etkisiyle başlamıştır. Ahmet Haşim, önce Fecr-i Ati topluluğuna katıl­mış, daha sonra müstakil bir şahsiyet olarak yazılarına, şiirle­rine devam etmiştir. Kendine has sembollerle, izlenimcilik akımının etkisiyle aruz vezniyle şiirler yazmıştır. Kendinden sonraki şairleri etkilemiştir. Eserleri, Bize Göre, Gurabahane-i Laklakan, Franfurt Seyahatnamesi, Piyale, Göl Saatleri'dir.

 

BİZE GÖRE

“Onun kitaplarında şehrin nabzını, ruhunu, rengini, kokusunu buluruz. Ahmet Rasim'in İstanbul’u bu kadar içerden ve ayrıntılı gözlemleyip aktarabilmiş olmasında yetişme ve yaşama biçiminin de doğrudan etkisi vardır. Sokakta, halkın içinde büyüyen Ahmet Rasim, insana ve şehre ait gözlemlerini çocukluğundan son yıllarına kadar çok canlı tablolarla kaydetmiştir. Böylece bir yandan çocukluk arkadaşları, aile çevresi, iş arkadaşları, girip çıktığı okullar, gazeteler, gezdiği mekânlar, semtler ile kendi öz yaşamını aktarırken bir yandan da insanları, doğal dokusu, gelenekleri, idari yapısı ile dönemin istanbul'una dair önemli bilgiler bulabileceğimiz zengin bir doküman oluşturmuştur. (...)” ( Arka Kapak ) [1]

Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır...

Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu. Hepsinden bir tavsiye, bir fikir, bir his almaya, her yeni okuyuşu üzerine bir tashih daha yapmaya çalışırdı."[2] Abdülhak Şinasi Hisar

Fecr-i Ati Dönem şiirinin ve en önemli şairi olan, modern Türk şiirinin de en usta şairlerinden biri olarak kabul edilen  Ahmet Haşim, 1921'den sonraki yıllarda  nesir de yazmaya başlamıştır. Yazarın ilk nesir yazıları denemeler şeklindedir. Yazar bu denemelerini  ve yazdığı  İlk ne­sirlerini “Bize Göre” adlı eserinde yayınlamıştır.  Ahmet Haşim  bu eserinde şiir alanında olduğu kadar nesir alanında özgün bir üsluba sahip olduğunu gösterir.  Haşim  sadece bu eserine bakılarak dahi Türk Edebiyatının 'en orijinal üslupçusu' olarak kabul edilmiştir.[3]

Bize Göre  bizim edebiyatımızda Montaigne tarzı  ile yazılan ilk eserlerdendir. Ahmet Haşim’in bu eseri  sanat, edebiyat, kültür, tarih gibi oldukça çeşitli konulara değinen deneme türünde bir serdir. Eserde gündelik konular, sosyal ve şahsî meseleler, sanat, sinema, kültür edebiyat vb yer almaktadır. Haşim bu eserinde “, hakiki ve müstakil deneme türünün sağlam bir örneğini vermeye muvaffak olmuştur. Özellikle hislerini ve fikirlerini akıcı ve samimi bir üslupla dile getirmesiyle, kullandığı dilin zarafeti vb. biçimsel unsurlarıyla başarıyı yakalamıştır. [4]

Haşim  bu eserinde, bireysel maceralarını ferdî  ve kendine özgü bir değerlendirme ile yapmıştır.  Denemelerin yazıldığı  1920’li yılları estetik bir endişe ile dile getirmiş nesnel olmaktan ziyade kendi iç dünyasına yansıyan halleri ve soyut bir bakışla anlatmıştır. Onun şiirlerinde gözüken bu sübjektiflik bu eserinde de göze çarpmaktadır. Buna rağmen dönemin sosyal hayatı ve alışkanlıkları üzerinden de bir hayli bilgi aktarmaktadır. “ İstanbul’un kadınlarında kürk giymenin moda olduğunu (Kürk), seven gençlerin intihara kalkıştıklarını (Hemen Her Sabah), yağmursuzluktan dolayı kuraklık yaşandığı (Bulutlar Karşısında Bir Muhavere), kargalarla mücadele edildiği (Kargalar) vs. “   o günlerin hayatından onun sayesinde bize kadar gelebilen sosyal ayrıntılar olmaktadır.

Yazar, yazılarında zarif, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil kullanmış, şiirlerinde de olduğu gibi sanatlı bir dile yönelmiştir.  Eser MEB tarafından Orta Öğretim için önerilen Yüz Temel Eser listesi içindedir. [5]

Bize Göre adlı eserinde  yazar ait 42  parça fıkra, deneme türünde başlık vardır. Bu başlıklar aşağıda sırlanmış eserin içindeki bazı yazılar da aşağıya aktarılmıştır.

 

BİZE GÖRE ESERİNİN İÇİNDEKİLER  [6]

  • Başlangıç

  • Bir Teşhis

  • Kürk

  • Süleyman Nazif’in Mezarı

  • Hemen Her Sabah

  • Dergiler

  • Şehir Dışı

  • Eleştirmen

  • Sinema

  • Çingene

  • Ahmet Hikmet

  • Kelimelerin Hayatı

  • Dilenci

  • Basit Bir Mesele

  • Kargalar

  • Bir Fikir ve Bir Tartışma

  • Yeni İstanbul

  • Kutup Faciası

  • Üstad

  • Yaz Kokusu

  • Esnemek

  • Deniz Kenarında  Leylek ,Kırk Derece , Müthiş Bir Böcek ,Gece Gezintisi / Ay /  Gazi

  • Bir Faziletin Değeri /

  • Seyahate Çıkan Adamın Duydukları /

  • İlk İzlenimden Sonra /

  • Yaprak ve Çiçekler İçinde Bir Şehir /

  • Paris Sabahı /

  • Bir Rahibin Nasihati /

  • Hayvanlar Arasında /

  • Paris /

  • Paris Kadını /

  • Sebze Yiyiciler /

  • Neşesiz Paris /

  • Üniversite Şehri /

  • Siegfried /

  • Bir Akşam Sohbeti /

  • Geleceğin Mimarîsi /

  • İkdam, 19 Kasım 1928 /

  • Pislik ve Temizlik /

  • Son Sayfa /

Eserden Seçmeler [7]

GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM

- Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne

derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır. Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar güzel değil! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz et­leri, çipil gözleri, soluk dudakları değişikliğe uğratarak, harap uzviyetlerden birer gençlik ve güzellik mucizesi vücuda getir­miş. Kim diyor ki kadın şimdi, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi hiç görmek kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?

-         Kadın ne yapardı bilmem... Fakat boyalar olmasa bil­mem ki göz nasıl boyanırdı?

LEYLEK

Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a az rağbetleri her­kesin dikkatini çekmişti. Sonradan öğrendik ki Mısırlılar, bil­mem ne sebepten dolayı bu saygı değer kuşları arsenikti yem­lerle öldürüyorlarmış.

Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve keskin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birden damlar tarafın­dan gelen bir leylekgagası takırtısıyla durdum. Senelerden beri hasret kaldığı dost sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti.

Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünden ufka çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gökyüzü... Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir... Ya­rasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı ye­şil bir akşam... Sıcak bir Asya gecesi: Damların yan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlar...Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar... Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası...

Muhakkak, leylek, ressam ve şairi birtakım karışık ve mev­zun hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuştur. İşte onun içindir ki maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramaya­cak kadar güzel olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendin­de buluyor.

SİNEMA

Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir ka­ranlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudu­mun değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini his­sederim. Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendi­ricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?

Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası için­de, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yeri­ne, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini koyması­dır. Rüya alemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, döğüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy süvarilikle­rinden veya harikulade hırsızlık vakalarımdan, başka türlü tat almak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir. Resmi, beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimel ile kirpiğin her teli bir ok gibi di­kilmiş güzel kadının gözünden, damla damla akan sahte göz­yaşları, zevkini ve aklıselimini şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, ancak can sı­kıntısından ağlatabilir.

Sinema, böyle yormayan masum bir göz eğlencesi kal­dıkça, yorgun başın munis bir sığınağıdır. Her zevkini kaybet­miş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, basit musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür. Ben, en güzel ve en din­lendirici uykularımı sinemanın, ipek yastıklar gibi başın ar­kasına yığılan yumuşak karanlığına borçluyum.

ŞEHİR HARİCİ

Üç dört seneden beri uzak çiftliğinde, anlar, inekler, keçi­ler ve tavuklardan müteşekkil dost bir hayvan çemberi or­tasında yaşayan akıllı bir dostumu ziyarete gittim.

Şehirden tamamen uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanı­mak müşkül oldu: Saçları vahşi bir gelişme ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler belirmişti. Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kal­mamıştı. Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü.

Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, şüphe yok ki vücudu böyle haşin bir zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çe­lik külçesi hâline getirmektir. Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi ol­mak kabil mi?

Derler ki: Aynı ağaçların, aynı tepelerin ve aynı göklerin sonsuz bir tekrarından başka bir şey olmayan kır âleminin saadetleri, sırf şairane bir icat eseridir. Gerçekten, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Oktruva sınırı dışında bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden yardım dilemiştir. Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek, peynir ve bal temin eden bir çiftlik olabilir.

Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlemdir.

 

 

İLGİLİ LİNKLERİMİZ

Ahmet Haşim Hayatı ve Edebi Kişiliği

Bize Göre Ahmet Haşim

Sembolizim Ahmet Haşim ve Fecri Ati'ye Etkileri

Ahmet Haşim Şirileri ttps://edebiyatvesanatakademisi.com/category/ahmet-hasim-siirleri/403

 

 KAYNAKÇA


[1] Ahmet Rasim,  Şehir MektuplarıSay Yayınları,  2006

[2]  https://www.kitapyurdu.com/kitap/bize-gore/91247.htm

[3] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/ahmet-hasim-hayati-ve-edebi-kisiligi/74550

[4]  Ekrem Sakar, Bize Göre" Bize Göre mi?; Ayraç Dergisi, Sayı 15, Ocak 2011, sf.82-83)

[5] https://www.meb.gov.tr/duyurular/duyurular/100TemelEser/100TemelEser.htm

[6] Ahmet Rasim,  Şehir MektuplarıSay Yayınları,  2006

[7] https://www.edebiyatekibi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=211&Itemid=29

 

0

1

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar