Bohça Öyküsü Konusu Metni Sait Faik Abasıyanık

05.12.2019

Bohça Öyküsü Konusu Metni Sait Faik Abasıyanık

 

 

Bohça adlı öykü Sait Faik Abasıyanık’ın ilk öykü kitabı olan Semaver adlı kitabında bulunan güzel bir öyküdür.  Saiat Faik’in, Semaver adlı hikaye kitabında toplam 19 hikaye bulunur.  Kitabın sonraki baskılarında bu sayı 20 hikâyeye çıkarılmıştır.  Sait Faik’in ilk öykü kitabı olan bu kitabına alınan hikayeleri daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış öykülerden oluşur.  Yazar bu öykülerini bir kitap haline getirmiş ve kitabın basım ücreti yazarın babası tarafından ödenerek bastırılmıştır.  Semaver adlı kitabın yayın tarihi ise 1936’ dır.  (Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık)

Sait Faik’in ilk öykülerini oluşturan bu öyküler biçim  ve içerik açısından Çehov tarzı  olarak adlandırılan özellikleri ile yepyeni özellikler taşıyan öyküler olmuşlar onun bu öyküleri Türk Edebiyatında durum ve kesit hikâyeciliği olarak adlandırılmıştır. “Öykülerinde zamanın içinden bir ânı ya da olayın içinden bir kesiti vererek, algılanması güç durumları” anlatmıştır.

Yazarın Bohça adlı öyküsü ilk kez 1935 yılında Varlık Dergisinde yayınlanmış ve yazarın Semaver adlı kitabının  içine alınarak 1936 yılında basılan Semaver adlı kitabındaki öykülerden biri olmuştur.

Yazarın Bohça; adlı öyküsü muhtemelen yazarın kendi başından geçen bir anının öyküsüdür. Bilindiği gibi Sait Faik zengin bir aileye mensuptur ve kereste tüccarı babasının serveti ile yaşamıştır. Bu öyküde ise eve besleme olarak gelen bir küçük kız ile evin küçük beyin arasında geçen bir yakınlaşma anlatılmaktadır.  Yazarın çizdiği ev portresi ve bazı ifadeleri bu öykünün kendi yaşamından bir kesit olduğunu belli eder. “Ben ne hain bir burjuva çocuğu idim, bilmezsiniz. Ona ne eziyetler etmedim

Yazar bu öyküsünde zengin bir ailesi olan evin küçük beyinin eve besleme gelen küçük kıza yaptığı eziyetler, fenalıklar, suçlamalar anlatılır. Lakin bu yanlışlarının arka planında ise derin bir acıma ile pişmanlık duygusu da saklıdır.  

Evin küçük beyi kaybolan eşyaları, yırtılan kitapları vb yüzünden besleme kızı suçlamış ona, manevi baskılar da yapmış ama bir gün yakınlaşmışlar ve küçük beyim annesi onları bu durumda görünce küçük kızı evden atmıştır.

 Hikaye’ye adını veren bohça ise küçük kızın eve getirdiği bohçasıdır. Bohçanın eve gelmesi ve evden gitmesi öykünün başını ve sonunu oluşturur. Bohçanın yerinde olmaması demek besleme kızın evden ayrılması demektir. “ Akşam dönünce kızın yamalı bohçası artık sandık odasında her zamanki yerinde yoktur. Annesi besleme kızı evden kovmuştur.”

Bohça

Evimize ilk geldiği akşamı pekâlâ hatırlıyorum: Ben, bizim dut ağacının dibinde mahalle çocuklarına o günkü oynadığımız oyundan, sudan ve su kenarından bahsetmekteydim. Bütün heyecanım üzerimdeydi.

Bu yüzmek bilmeyen gruba, nasıl yüzmek öğrendiğimi o kadar hararetle anlatıyordum ki çocuklar en küçük bir kıpırtı yapamıyorlardı. Bütün sualleri gözlerine birikmişti. Heyecanımla beraber artan sürati intikalimle bana ne sorulmak icap ettiğini derhal anlıyor, arkadaşlarıma bir kelime söyletmiyordum. Evimizin bahçemize açılan kapısından gözüktüğü ve beni çağırdığı zaman, onu ilk defa görmekten doğan hayretimi hiç belli etmeden devam ettim:

- Artık ayağım yerden kesilmişti. Su yutmaya da başlamıştım. Ama aklıma hiç korku gelmedi. Ne yapacağımı düşünüyordum.

- Küçük bey, anneniz sizi istiyor.

Bu cümleyi o söylemişti.

- Geliyorum, dedim. Ve arkadaşlarıma tam boğulmama az kalmışken, birkaç saniyede nasıl yüzmek öğrendiğimi anlatmaya devam ettim. Neden sonra arkadaşlarım gitmiş; ben evin bahçe kapısına doğrulmuştum. O, hala kapının önünde beni bekliyordu. Bana bakmıyordu. Gözleri ayva ağacında öten bir saka kuşundaydı.

 - Bülbül mü? dedi.

 - Yok kız, dedim, saka.

Anlamamazlığa vurdu. Bir mahalle şivesiyle:

 - Hadi ordan, dedi. Saka biraz evvel geçti.

 - Sus kız, dedim, terbiyesiz, ben öyle şakaları sevmem.

 

Mahzun gözleriyle bana uzun zaman baktı. Mutfağı ben önde o arkada geçtik. Ona, evimize niçin geldiğini sormak işkencesini de yaptım. O şöyle bir cevap vermişti:

- Ben eskiden Binbaşı Hidayet Bey'in evinde besleme idim.

Ben ne hain bir burjuva çocuğu idim, bilmezsiniz. Ona ne eziyetler etmedim. Esmer teninde yer yer çürükler peyda oldu; yaralar açıldı. Küçük, şekilleri bozulmuş ellerinin yukarısındaki narin ve mor damarları okunan bileklerine ne tırnak yaraları açmadım. Bütün işkencelerime, eziyetlerime rağmen yine benimle laubali oluyordu. O zaman suratına tükürür, o zaman tokatlardım. Nüfus kâğıtlarına göre resmen benden bir yaş büyüktü. İkimiz de bir çocuk cılızlığı içinde afacan ve ele avuca sığmazdık. O, siyah fistanının göğsünde, daha doğrusu uzun ve kemiksiz boynuna çok yakın bir yerinde, bir kırmızı turp kadar büyük memeleri, güneşten uçları sararmış saçları, yüzünün esmer'liğine nazaran fevkalade beyaz, muntazam çıplak ayakları ile bir kış gecesi rüyama girdi. Rüyamda o zamanlar dedeme, sonraları Nurbaba ve şimdi Noel Baba'ya benzettiğim bir adam, elimden tutarak onun elini avucuma koymuştu.

 - Sakın demişti, kavga etmeyin. Ve o ihtiyar gür kaşlarını alt kirpiklerine kadar eğerek çatmıştı. Ondan sonra kavga etmemiştik. Bu kavga etmeyişin rüyada vaki bir hadise olduğunu işaret etmek lazım. Evet bu bir rüya idi. Şöylece devam etti: Dut ağacının dibinde el ele idik. Saka kuşu ötede, ayva ağacında ötüyordu. Gökte büyük büyük yıldızlar vardı. Bir göl kenarında sazlı ve çakıllı bir koy kadar kocaman bir ay, ufkun bir köşesini doldurmuştu. Biz bu göl kenarına benzeyen aya doğru yürüyorduk. Rüyamın bu kadarını hatırlayabiliyorum. Bir yemiş yemeden evvel alınan ihtisaslar, onu yedikten sonra alınan lezzetten daha berrak ve vazıhtırlar. Ben de, rüyamın nihayetinde acayip, cennetten insanları kovduran acayip, bir yemiş yediğimi hayal meyal hatırlıyorum. Ertesi sabah, hakikat güneşle beraber doğdu. Yüzümü, bahçe çeşmesinin musluğundaki buzları kırıp bol su ile yıkamıştım. Fakat hala rüyamın içinde yürüyen bir halim vardı. Ona evin taşlığında rastladım. Sağ elinde ayakkabı bezini tutuyordu. Yüzünü daha yıkamamış gibiydi. Badem gözleri şişkindi. Boynunda pire yeniklerini andıran benekler vardı. O ayakkabılarımı silerken eğilmiştim. Ağzım şimdiye kadar duymadığım bir iştiha ve bambaşka bir hasretle saçlarına dokundu. Kafasından bir iki tel saç kopardım. Yolda hala rüyamın içinde gibi mektebe giderken bu saçları tetkik ettim. Yarısı simsiyah, öteki yarısının ılık ve sarı bir rengi vardı. Onunla konuşmalarımız hep şöyle olurdu:

- Kız, potinlerimi silmemiş
- Vallahi sildim, küçük bey.

- Silmemişsin diyorum sana! Ellerimde yarısı siyah, öteki yarısı ılık sarı saçları kalırdı. Olduğu yere büzülürdü. Hıçkırıksız ve sessiz ağlardı. O ağladıkça ben sinirlenirdim.
- Kız bu defteri sen mi yırttın?

- Vallahi, ben yırtmadım küçük bey.

- Sen yırttın diyorum sana! Bir ikinci defa ben yırtmadım, diyemezdi.

 - Kız gene mi çantamı karıştırdın?

- Kitabınızın resimlerine baktımdı küçük bey!

- Ne diye bakıyorsun?
-Hoşuma gidiyor.

Ona şu aşağıya yazacağım cümleyi bir gün, yukarıki hoşuma gidiyor cevabını aldıktan sonra, söylemek istemiştim. Unutmadım, aşağı yukarı şöyle idi: "Kız sen de benim hoşuma gidiyorsun. Hem de her gün yiyip sana vermediğim, çok sevdiğim şamfıstıklarından daha çok. Ama ben, hoşuma gidiyor diye, seni kabuklarından sıyırıp şamfıstığı gibi yeşil ve tatlı içini yiyor muyum? .. "

 -Kız!

-Ne var küçük bey?

-Hiç ...

 -Küçük bey!

 -Ne var kız?

-Hiç ...

Yan yana dut ağacının dibinde idik. Şu yukarıda cevapları hiç olan konuşmayı yapmadık. Fakat bu şekilde çoktan konuşmuşa benzer bir halimiz vardı. Kafası dizimde idi, kokusu burnumda ve annem bizi bu şekilde yakaladığı zaman bir yaz öğlesi idi. Ben, bahçe kapısından sokağa fırlayıp su kenarına kaçmış, akşama kadar ılık sudan çıkmamıştım. Akşam olunca yine arka bahçede mahalle çocuklarıyla toplanmıştık. Bütün heyecanım sönmüş gibiydi. Arkadaşlarımı dinler gibi yapıyordum. Fakat her an evin bahçeye açılan kapısına bakıyordum. Gelip beni çağırmadı. Nihayet çocuklar gitti. Ben eve doğru yürüdüm. O mutfakta da yoktu. Bohçasını sandık odasının bir köşeciğinde olduğunu evde herkes bilirdi. Evde bir şey kaybolduğu zaman, evvela gizlice bu üzeri kırmızı, beyaz, sarı, lacivert yamalı bohça aranırdı.

Aradığım bohçayı sandık odasının naftalin kokan köşesinde bulamadım.

 

Varlık, (37),

 15 Ocak I935

Hikâyelerinden Özetler

Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı

Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni

Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni

Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai

Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni

Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık

Yani Usta Öyküsü ve Sait Faik

Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait

Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik

Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında

Satılık Dünya Öyküsü ve Metni ile Sait Faik

Sait Faik Haritada Bir Nokta Metni ve Değerlendirme

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar