Şehri Unutan Adam; adlı öykü Sait Faik Abasıyanık’ın ilk öykü kitabı olan Semaver,adlı hikâye kitabındaki 19 hikâyeden biridir.
Şehri Unutan Adam; adlı öykü ilk kez Varlık Dergisinin 58. Sayısında, 1 Aralık 1935 yılında yayımlanmış, daha sonra yazarın Semaver adlı öykü kitabı içindeki öykülerden birisi olarak basılmıştır.
Sait Faik’in ilk öykü kitabı olan Semaver’deki öyküler kitaba alınmadan önce çeşitli dergilerde yayınlanmış öykülerden oluşur. Semaver adlı öykü kitabının basım ücreti Sait Faik’in babası tarafından karşılanmış ve bu kitap Semaver adı ile 1936’ yılında basılmıştır. ( Sait Faik'in Semaver Hakkında Sevmek Korkusu Alıntılar ve Özeti )
Sait Faik’in ilk öykülerini oluşturan bu öyküler biçim ve içerik açısından Türk öykücülüğü tarihinde yep yeni özelikler taşıyan öykülerdir. Bir anlık bir kesiti, durumu, akla gelen bir anıyı anlatan başı ve sonu pek de kesin olmayan belirsiz kalan bu öykü tarzına daha sonra durum veya kesit hikâyeciliği de denilecektir.
Şehri Unutan Adam adlı öyküsünün kahramanı büyük bir ihtimalle Sait Faik’in kendisidir. Bilindiği gibi yazar, 1934 yılında bir müddet öğretmenlik yapmış şehirden daha doğrusu İstanbul’dan uzak kalmıştır. Burgaz Adasındaki evinden İstanbul’a gelen yazar ara sıra şehirde kalmış ve otellerde yatmıştır. İnsanlarla iletişim kurmak istemesi konusu da öykülerindeki en bariz konulardan biridir. Sait Faik’in öykülerinde işsiz güçsüz avare avare dolaştığı günlerden edindiği izlenimler ve duygular çok yoğundur. Yazarın bu öyküsünde de insanları sevmek onlarla iletişim kurmak, aylak aylak yatıp kalkıp dolaşırken bir şeyler yapmak konuları ele alınmış olur.
Yazarın Şehri Unutan Adam; adlı öyküsü çoktan beri şehre gitmemiş olan bir adamın öyküsüdür. Nihayetinde şehre gelmiş, otelin kapısında insanlarla konuşmak iletişim kurmak istemiş fakat başarılı olamamıştır.
ÖZETİ
Epey bir vakittir şehre gelmeyen adam nihayet şehre gelmiş ve bir otele yerleşmiştir. Şehir hayatını yeniden yaşamak ve şehirdeki bazı insanlarla konuşmak ve bir gün insanları sevebilmek arzusuyla otelden çıkar.
Bunu sağlamak için gördüğü insanlara yaklaşmaya karar verir. Otelin dış kapısına çıkınca gördüğü ilk insan bir küfeci çocuktur. Anlatıcı o küfeci çocuk ile konuşmak, onunla hasbıhal etmek hatta onu sevindirmek için ona bir ayakkabı, bir pantolon almak da istemiştir.
Fakat Küfeci çocuk hem onurlu biridir hem de onun bu niyetini kuşku ile karşılar ve anlatıcının tekliflerini kabul etmez. İletişim kurmak ve sevindirmek amacına erişemeyen anlatıcı bundan dolayı amacına ulaşamaz. Hayal kırıklığı yaşayan anlatıcı neşesi kaçmış bir şekilde aynı arayışlarına devam etmek zorunda kalır.
Şehri Unutan Adam Öykü Metni
Çoktan beri şehre inmemiştim. O gün, insanları sevebilmek arzusuyla otelin kapısını açtığım zaman, karşıma ilk çıkan insan, bir küfeci çocuğu oldu.
Kirli, soluk yanaklarına, çıplak ayaklarına merhametle değil, sevgi ile baktım. Zaten otelin kapısından bu niyetle çıkmamış mıydım? Onu kucaklamak, köşedeki kunduracıdan ona bir lastik ayakkabı, biraz ilerdeki Yahudiden bir beyaz keten pantolon almak arzusuyla durdum.
– Ne bakıyorsun, efendi, dedi, hamal mı lazım?
– Yok çocuğum, dedim.
Gel sana, bir pantolon, bir ayakkabı alayım, demek üzereydim. Fakat gözlerini görünce vazgeçtim. Onlar bir acayip hastalığı benim sevgi dolu gözlerimde yakalamak istiyor gibi dikkatli, yakalamış kadar mustarip ve haindiler.
Bununla beraber, yirmi beş kuruş çıkarıp verdim, yürüdüm. Arkamdan koşup iade etti. Yüzünü görmedim, fakat elleri kararlı idi.
– Her sakallıyı baban zannetme, anladın mı?
Yirmi beşi aldım. Cevap vermeden yoluma devam etmek istedim. Birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm.
Ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım. Ters yüzüne evime dönüp odama kavuştum. Dört duvar, bir pencere, bir valiz içinde birkaç kitap ve bir demir karyola… Hasılı mukaddes bir hapishane olan odamda, düşünmeden, hatta okumadan gezindim durdum.
Düşünmeye başladığım zaman, nasıl filmlerde bazı kırılan otomobillerin aksamı tekrar birbiriyle süratle buluşup birleşirlerse, benim de içimde kırılan şey, öyle birleşti. Tekrar neşemi bulmuştum, insanları sevmek arzusuyla sokağa çıktım.
Akşam oluyordu. Köşe başındaki tütüncüye uğradım. Güneş, satılmamış edebiyat mecmualarının üstündeydi. Tütüncü dükkanındaki edebiyat mecmualarıyla aynı dükkâna vuran akşam ışığı arasında bir nükte, bir hayal yakalayabilmek için bakmaktaydım.
Lirayı tütüncüye vermiştim. Bana uzun bir zaman geçmiş gibi geldiği halde, ne liramın üstü, ne de tütün paketi bana verilmişti. Dükkâncıdan tarafa bakmaya mecbur oldum. Lira burnumun ucunda sallanıyordu.
– Bu, sağdan sola yırtık beyim, geçmez. Yukarıdan aşağı olsa, geçer ama, böyle geçmiyor.
– Nasıl geçmez yahu, pekâlâ geçer, ben nasıl
aldım?
– Kanun var efendi. Para koruma kanunu.
Kanunları bilmemenin, insanları cezadan kurtaramaz olduğunu biliyordum. Kanuna karşı gelemezdim. “Deminki yirmi beşliği aradım, bir türlü bulamadım, yürüdüm.
Cebimden bir başka lira çıkarıp cıgara almak işime gelmiyordu. Kanunlardan kaçamak noktaları çıkarmak yalnız avukatların değil, her vatandaşın hakkıdır. Onun için bir başka tütüncüye aynı lira ile müracaatı.zeki bir hareket buldum. Bu tütüncü, lirayı aldıktan sonra paketi vermiş, paranın üstünü iade ederken benim acelemden ve telaşımdan şüphelenmiş olacak ki, verdiğim liraya bir daha bakmak zekâvetini gösterdi. Gülümseyerek;
– Bir başka lira lütfederseniz iyi olur, dedi.
– Niçin?
– Bu geçmez de…
İzah ettirmeden lirayı geri aldım. Bütün fikrimi ve muhayyelemi apaçık söyleyen aptal ve acayip gözlerim tütüncülerin yüzüne dikilmeden, kızarak tütüncü tütüncü dolaştım. Nihayet parayı geçiremeyeceğime kanaat getirmiştim. Cüzdanımda daha hiç katlanmamış yepyeni bir liracığım daha vardı. Bir on bir buçukluk cıgara için bozdurulmaya kıyılmayacak kadar yeşil, hareli, kıvrak liramı evirdim çevirdim, fakat sonunda bir cıgara, tahammül edilemeyecek bir arzu gibi vücudumu sardı. İlk defa yaklaştığım kadına duyduğum hırsla, nasıl parayı bozdurup paketi açtığımı ve dudaklarıma cıgarayı nasıl koyup ateşlediğimi hatırlayamıyorum.
Mavi duman, bir bilek damarı gibi kabartılı ve sıcak, dudaklarımdan çıktı. Sevdiğimin parmağını öptüğüm zamanki bulanık bir haleti ruhiye içinde cıgaramı emiyor, yeniden kendimi on sekiz yaşına dönmüş sanıyordum. Kırılan neşemin son vidası, bir hayat hızıyla yerine yerleşmişti. Mesuttum, insanları sevmek, şehrin yanan elektriklerine karışmış sarı altın kuşlar avlamak, birine merhaba demek, öbürünün tüylü ensesini avuçlamak, biraz ileridekinin güzel parmaklarını avuçlarıma almak…
– A, herif deli midir nedir, gülüyor.
Şakrak kızlardı. Her taraflarında bir kenar mahalle kokusu vardı. Lehçeleri derli toplu, aksantonikli idi. İki arkadaştılar. Güneşten yanmıştıIar dirseklerinin yukarısında sıkılmış yaz kostümlerinin içinde buram buram terli aşk ve güneş fışkırtıyorlardı. Yukarıki, “Aaa, herif deli midir, nedir?” cümlesini söyleyenin yüzüne, yine gayri şuuri aşkımla gülmüş olacağım ki, kendini tutamadı. Tatlı tatlı sırıttı. Cesaret aldım; peşlerine düştüm. Hızlı yürüyorlardı. Yetişmek için güçlük çekiyordum. Arasıra dönüp bakıyorlardı. Servet-i Fünun mısraları ile dolu, kurunuvustai fedakârlıklar yapacak gibiydim.
Ne söyleyebilirdim? Birkaç defa cesaretle ve kafamda hazırlanmış bir cümle ile kızlara yanaştım. Sonunda cümlemi beğenmedim, söyleyemedim. Beceriksizliğime küfrederek yine biraz arkada kalmıştım. Bu sefer onlar durmuşlardı. Çekine çekine yürüdüm. Tam yanlarına yaklaşınca gelecek bir ilhamla elbette güzel bir şey söyleyecektim. Gençken şair değil miydim? Muhakkak ilham bu bunalmış ânımda yardımıma hızır gibi yetişecekti. Hemen hemen yanlarındaydım ilham kanadını sürmüştü. Cümlem hazırlanıyordu. Dişlerim kelimeleri çiğniyor, hazırlıyor gibiydi. Birden, bu sefer deminki cümleyi söyleyen değil de arkadaşı;
– Efendi, dedi, biraz daha peşimizden gelirseniz, sizi polise vermeye mecbur olacağız.
Çırılçıplak Rum çocukları nerde ise etrafımızı alacak, nerde ise Fransızca konuşan tatlısu Frenkeri birbirlerine yine Fransızca vaziyetimi izaha kalkacaklar, nerde ise civelek, güzel matmazeller, büyümüş gözlerini pabuçlarımdan şapkama kadar gezdireceklerdi.
Geri dönmüş, kaçmak üzereydim. Kalantor, şişman, temiz giyimli, bomba yanaklı, mebus ve ya müteahhit kravatlı bir adam;
– Efendi, dur bakalım, dedi. Kadınlara sataşmaya utanmıyor musunuz? Vaziyetinize bakan da; sizi bir efendi zanneder, terbiyesiz herif.
Kadınlardan biri;
– Aman, bırakınız beyefendi, dedi, böyle adamlarla bir olmaya gelmez.
Neşem son haddini bulmuştu. Vidalarım sıkılmış, delk ve temas* yerlerim yağlanmış gibiydi. Bir makine homurtusuyla ıslık çalarak uzaklaştım. Bir şoför, yanımdan geçerek;
– Aldırma be delikanlı, dedi. Ne olacakmış?
-Aldıran yok be anam, dedim. Ne olacak?
Ardımdan birkaç kişi, “Sarhoş,” dediler.
Sarhoştum. Hava, elektrikler, şehir beni sarhoş ediyordu. İnsanlar beni bir mıknatıs hızıyla kendilerine çekiyorlardı. Dünyayı ve şehri riyasız kucaklamak istiyordum.
(Varlık 58) , 1 Aralık 1935 – Semaver’
Hikâyelerinden Özetler
Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler
Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni
Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı
Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni
Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni
Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık
Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında
Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni
Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai
Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni
Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık
Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait
Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik
Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında