Garson Öyküsü Konusu Özeti Metni Sait Faik 'in Hayatındaki Yeri

05.12.2019

Garson  Öyküsü Konusu Özeti Metni  Sait Faik 'in Hayatındaki Yeri

 

Garson adlı öykü Sait Faik Abasıyanık’ın ilk öykü kitabı olan Semaver adlı hikâye kitabındaki 19 hikâyeden biridir.

Garson;  adlı öykü ilk kez yılında yayımlanmış, daha sonra yazarın Semaver adlı öykü kitabı içindeki öykülerden birisi olarak basılmıştır.

 Sait Faik’in ilk öykü kitabı olan Semaver ’deki öyküler kitaba alınmadan önce çeşitli dergilerde yayınlanmış öykülerden oluşur.  Semaver adlı öykü kitabının basım ücreti Sait Faik’in babası tarafından karşılanmış ve bu kitap Semaver adı ile 1936’ yılında basılmıştır. (  Sait Faik'in Semaver Hakkında Sevmek Korkusu Alıntılar ve Özeti )

Sait Faik’in ilk öykülerini oluşturan bu öyküler biçim ve içerik açısından Türk öykücülüğü tarihinde yep yeni özelikler taşıyan öykülerdir. Bir anlık bir kesiti, durumu, akla gelen bir anıyı anlatan başı ve sonu pek de kesin olmayan belirsiz kalan bu öykü tarzına daha sonra durum veya kesit hikâyeciliği de denilecektir.

 

Yazarın Garson öyküsü   babasının servetini tüketen, garsonluk yapmaya başlayan ama tekrara babası gibi olabilmek ve kendi işinin patronu olmak için uğraşan bir mirasyediyi anlatmaktadır.  Yazarın bu öyküsünün yazarın bizzat tanıdığı bir adam olduğu da açıktır. Öykünün kahramanı Burgaz Adasında küçük bir kahve işletmekte olan ve Bevlü Lokantasında garsonluk yapan biridir.

Bilindiği gibi Sait Faik de babasının işlerini yürütememiş girdiği işlerde başarılı olamamış, babasının servetini tamamen tüketmese de babasından kalan varlıkla hayatını sürdürmüş birisidir. Bu bakımdan öyküdeki Ahmet ile Sait Faik’in hayatı ve kaderi açısından büyük benzerlikler vardır.  Öyküden çıkan diğer bir sonuç ise öykünün anlatıcısı ile yazarın aynı kişi olduğu ve bu öykünün yazarın biyografisinin bir parçası olduğudur.  

 

ÖZETİ

Garson adlı öyküsünün kahramanı olan Ahmet’in babası Trabzonludur. Ahmet’in babası esasında zengin bir adamdır ve Ahmet de o ailenin tek oğludur. Ahmet’in babası çok eski bir zamanda İstanbul’a göç etmiş, büyük bir kantariye mağazası açmıştır. Üstelik bu mağaza toptan satış yapan oldukça büyük bir iş yeridir.

 

Fakat Ahmet’in babası bir gün ölmüş babasının serveti ve toptan kantariye işyeri de Ahmet’e kalmıştır. Fakat Ahmet becerikli bir adam değildir. Hem babasının mirasına sahip çıkamamış he kantariye mağazasını batırmış hem de babasından kalan evleri ve dükkânları da idare edemeyip her şeyini kaybetmiştir.

Yoksul kalan Ahmet en sonunda Belvü Bahçesinde garsonluk yapmaya başlar.  Ama babadan kalma bir şeylere yeniden sahip olma onlardan bazılarını geri kurtarma umuduna da sahiptir. Kaybettiği babasının mallarını geri kurtarmak duygusu ile Burgaz adasında vasat bir kahveyi kiralamıştır. Bu kahvede Belvü Bahçesi kadar kazan masada, kimseden emir almadan, kendi kendisinin patronu olmuştur.

GARSON – ÖYKÜ METNİ

Yazla beraber deniz üstündeki kahveye gelen garsonun bir haftalık kazancı sekiz, sekiz buçuk lirayı ancak bulurdu. Fakat ne ziyanı var? Bu kahve şimdi onundur. İstediği gibi çalışabilir. İş bittikten sonra, sandalyeler masaların üzerine dizildikten sonra, denize karşı bir cıgara içilir ve beş sandalyenin bir araya gelmesinden olan, yatağa, arkaüstü -iş olmadığı veya yağmur yağdığı zaman erkenden- uzanılabilirdi. Ne karışanı, ne görüşeni vardı. Değil kendisine hizmet etmeye, kendisinden herhangi bir hizmet görmeye bile tahammül edemeyeceği bir insana, “Ne istiyorsunuz?” demek yok artık... Ne kahve fincanının tabağına her zaman para bırakan müşterinin, bu sefer niçin bırakmadığını düşünmek...

Burayı her yaz ucuz bir fiyata kiralardı. Semtin sapa bir kahvesiydi. Fakat köy evlerinin müntehasında deniz üstünde, tahtadan olması, ekseriya köye gezmeye gelenleri ve şair tabiatlıları buraya çektiği, bu nevi insanlar da bir kahveye beş kuruştan aşağı bırakmayan takımdan oldukları için geçinir giderdi. Ona sorulsa: “İstanbul’un Belvü gibi, yok Cennet Bahçesi, Panorama, Altınbira gibi bahçelerinde garsonluk etmek varken ve sen de birinci sınıf garsonken, ne diye bu işi yaparsın?” Pek kendisi de bilmezdi.

Kırk yaşında, sağlam, birinci sınıf... Yukarıda saydığımız bahçelerde en hışır garsonun gündeliği iki buçuk hatta üç, diyelim iki lira. O halde günde bir papele burasını niye tercih ederdi? Meçhul... Tembellikten mi? Hayır. Çalışmaktan korkmazdı. Burada, bu boş ve kimsesiz kahvede bile kendine bin türlü iş bulur. Kova kova denizden su çekerek, siyahlaşmış tahtaları ovardı. Köyün gençlerini kahvesine alıştırmak için, geçen seneden beri iki ucunu bir araya getiremediği pingpong masasının ayaklarını tamir eder, masaların yerlerini değiştirir, bardakları yeniden yeniden yıkar... bin türlü iş icat ederdi.

Hiç boş kalmak işine gelmezdi. Boş kalırsa müthiş canı sıkılırdı. Yine de yapılacak iş kalmadığı zaman Belvü Bahçesi’nde garson olduğunu, sıcak bir günde müşterilerin akın akın geldiğini görür gibi olur, uzakta, öğle sıcağında, köyün içinde kedilerin bile uyuduğu zamanlarda çıngıraklı bir sesle haykırdığı duyulurdu:

—Dört duble çek. Yakasız (san fo kol) olsun.

Masadan masaya mezeleri ve dubleleri taşır ve bırakır gibi hareketler yapar; bir yıldırım hızıyla kahvenin içinde koştuğu görülürdü. .

İçi çok hazin bir şekilde ezilir. Bir şimşek halinde, bir kahve sahibi olmak arzusunun onu buraya çektiğini düşünür mü, duyar mı, pek belli olmazdı. Karışanım görüşenim yok, demesi de laftı. Öbür tarafta da bir gün bile bir patron ona kaşının üstünde gözün var dememişti. Çünkü ayağına çabuk, eline sağlam, müşteriye güleryüzlüydü. Sırası gelmişken söyleyelim: Kekemeydi de... Bunun garsonlukta mühim tesiri vardır ha! Ne kadar sinirlense o kadar müşteriyi güldürmek kabildir. Sonra mavi, berrak gözleri vardı. Saçı ve sakalı bembeyazdı. Dört gün tıraş olmasa o kadar ihtiyar gözükürdü ki... Tıraş olduğu zamansa fevkalade terütaze bir yüz alırdı. Saçları yumuşak ve düz, arkaya taranmıştı. Hulasa, yirmi senelik garsonluğun bütün fizyonomisini almıştı. Yüz kişinin içinde, bu adam bir garsondur, denebilecek bir yüzü, saçı ve hali vardı. İnsana öyle gelirdi ki bu adam garsonluk için doğmuştur. Kendisi de bunun farkındadır. Halbuki hiç de öyle doğmamıştır. Pekâlâ bir doktor da olabilirdi. Doktor fizyonomisini birkaç sene icrayı tababetten sonra takınabilirdi. Bu itiyatların ve mesleklerin saça, göze, kaşa verdiği bir şeydir. Aldanmamalıdır. Çünkü insanlar garson doğmazlar. Onun çok tekrarladığı müthiş bir lafı vardır; söyleyelim: “Garson ölürler ama, garson doğmazlar.”

Hayır, bu karışan, görüşen meselesi de değildi. Bu iki, iki buçuk lira bir fedakârlıkla külüstür bir kahveye sahip olmak arzusunun manasını garson Ahmet bir türlü anlayamıyor, her sene haziranla beraber içini bir yangın gibi saran bu küçük kahveye kahveci olmak arzusunu bir türlü yenemiyordu. Kahveyi açtıktan bir hafta sonra semtin çocuklarından bir tanesi, kendi kendisine gelir. Ahmet bir şey söylemeden, çıraklık vazifesini alırdı.

Bir sabah çocuk çıkagelir. “Ahmet Ağabey, merhaba!” derdi. “Merhaba!” derdi Ahmet. Çocuk hiçbir şey konuşmadan, fincanları leğenin içindeki siyah sudan bembeyaz çıkarır. Rengi kirden kapkara olmuş bir peşkire ovalaya ovalaya silerdi.

Ahmet çırağa surat ederdi. Yüz vermez, konuşmazdı. Hatta bazan homurdanırdı. Fakat dördüncü günün akşamı, iş bittikten sonra beraber domatesle ekmek yerler.

Ahmet’in bazı çok keyifli günleri olurdu. O günler toprak yolun kenarına bir boruyla oturtulmuş mangalın kömürleri nar gibi kızarır. Mavi mavi tüter. Biraz sonra etrafı saran pirzola ve kızaran biber kokusu uzaklara yayılırdı. Ahmet o akşam dört kadeh atardı. Çırak iskeleye koşardı. Gözleri şaşı, başı beyaz bir tülbentle bağlı, kaşları rastıklı, yeldirmesi janjanlı bir kadın, yukarıki yoldan Ahmet’e gelirdi. Bu Ahmet’in nikâhlı karısıydı. Fakat bütün yaz ya üç defa gelir, ya dört defa. Orada, deniz üstündeki çıkıntının bir köşesinde, denize sırtı dönük, bir tek ses çıkarmadan cıgarasını içerek hayalet haliyle otururdu. Müşterilerin yüzüne bakmaz. Mütemadiyen duvarı seyrederdi.

Ahmet’in halindeki şenlik, karısı geldikten biraz sonra hemen söner, yerine bir sinirlilik ve gevezelik peyda olurdu. Büsbütün kekemeleşir, aksileşirdi. Çırağa bağırırdı. Müşteriye:

—Kahveyi Mehmet Efendi’den alırız, yine de beğendiremeyiz, derdi.

Ancak müşteriler gittikten sonra kadın ağzını açardı. Daha doğrusu açardı ağzını... Başörtüsünü fırlatır, uzun ve battal parmaklarında cıgarası, Belvü gibi yer varken buralarda sürtmenin ne demek olduğunu anlamadığım, bu işin içinde bir bityeniği olduğunu haykırırdı.

Ahmet bu bityeniği lakırdısına içerlerdi. Nihayet kadın, Ahmet’in bir tembelden başka bir şey olmadığını söylemesiyle mesele kapanırdı.

Lüks sönmüş yahut sönmek üzere olurdu. O zaman Ahmet, duvar kenarına yapılmış kahve ocağından bir hasır ve bir yorgan getirir, yere sererdi. Kadın, Ahmet onu ilk aldığı zamanki gibi karışık ve yumuşak hisler duyar, utanırdı...

Karısını ertesi gün vapura bindirdikten sonra en iyi müşterisine Ahmet, oturur anlatırdı:

Ahmet, Trabzonlu zengin bir babanın tek oğluydu. İstanbula fi tarihinde göç etmişlerdi. Kocaman bir kantariye mağazaları vardı. Toptan iş yaparlardı. İlh…

İlk sarhoş olduğu günü Ahmet çırağına anlatırdı. Gözlerini kapayarak hatırlardı:

On dokuz yaşında ya var ya yoktu, o zamanlar İstanbul’un eğlence yerleri boldu bol; saymakla bitmezdi. “Garson bir bira daha!” demişti.

On sekizinci bardaktan sonra Kıztaşı’ndaki eve döndüğü zaman, annesini merdivenin üst basamağında uyumuş bulmuştu. Onu öperek uyandırmıştı. İhtiyar hatun onun ayakkabılarını ve ceketini elleriyle çıkarıp çekilip gitmişti. Bir on dakika geçmemişti ki, bu sefer babasıyla beraber yatağının başucuna gelmişlerdi. O uyuyor gibi yapmıştı. Ahmet’e uzun gibi gelen bir zaman içinde onu, Ahmet’i seyretmişlerdi. Sonra babası:

—Oğlumuz büyüdü kadın, erişti, maşallah!

Garip bir gurur içinde çekilip gittiklerini görmüştü.

Kantariye mağazasının, evlerin ve dükkânların Ahmet'i idare etmeyeceği belliydi. Nitekim de etmedi. O zaman, Ahmet, birdenbire, Belvü Bahçesi’nin garsonluğuna feda ettiği bu küçük kahveyi, hep o babadan kalma sahip olmak, bir şeye sahip olmak arzusuyla tuttuğunu anlayımı verdi, duyu mu verdi; belli değil… Fakat şurası muhakkak ki Ahmet, bir gün, bir haziranda köy kahvesinde kendisini bekleyen salaş kahvenin sahibini bir hafta bekletti. Gidip bulmadı.

Şimdi Ahmet, Belvü Bahçesi'nde dünyaya hiçbir şeye sahip olmamanın verdiği büyük haz içinde, dünyayı ve etrafı istediği şekilde görerek ve şu kalabalığın içinde yalnız yüzde beş kişinin alnının teriyle çalıştığını düşünerek mesut; pazar günleri yüzde ondan ve yüzde ona eklenen bahşişlerden tam yedi lira yaptığını düşünerek bu her haziranda tuttuğu salaş kahveyi hatırlamıyor bile...

Hatırlasa bile kendi kendine gülüyor, içini o her haziranda saran yangının yerinde yeller estiğini görüyordu.

Bu tahavvülün sebebini kendisi de bilmiyor. Bilmiyor ama, dünyada hiçbir şeye sahip olmayacağını, olmak istemediğini ve olmanın da hiçbir faydası olmadığını, bilakis zararını Ahmet nasıl oldu da anladı, bu mühim meseledir:

Ahmet’in karısı geçen kış, zatürreeden ölmüştü. Bu ölümle Ahmet, dünya yüzünde sahibi olunacak şeyin yalnız bir kadın olabileceğini, ötesininse yalan, haksız olduğunu ve kendisine kadından gayrı bir şeye sahip olup olmamanın vız gelip tırıs gittiğinin farkına varmıştı. İşte onun için Ahmet şimdi bağırıyor:

—İki duble çek. Fransızca ilave ediyor:

—San fo kol.

 

 Hikâyelerinden Özetler

Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı

Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni

Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni

Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai

Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni

Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık

Yani Usta Öyküsü ve Sait Faik

Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait

Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik

Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında

Satılık Dünya Öyküsü ve Metni ile Sait Faik

Sait Faik Haritada Bir Nokta Metni ve Değerlendirme

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar