24.05.2011
Gezi yazıları gezilip görülen yerler hakkında yazılan yazılar olmaktadır. Eski edebiyatta bu yazı türünün adı seyahatnamedir. Gezi ve seyahat eş anlamlı sözcükler ve terimler olduğundan günümüzde Arapça kökenli bir sözcük olan seyahat yerine gezi tercih edilmiştir. Sözcüklerin anlamlarından da anlaşılacağı gibi gezi yazıları veya seyahatnameler gezilen görülen yerleri gezip görmeyenlere tanıtmak, tasvir etmek, gezilen yerler hakkında, pek çok fiziki ve insani yönlerden bilgi vermek amaçlı yazılardır. Seyahat sözcüğü Arapça “gezmek, gezi” anlamına gelir. Name ise Farsça (risâle, mektup) anlamında olduğundan seyâhat-nâme gezi yazısı anlamına gelmektedir. Bu nedenle seyahatname teriminin yerine günümüzde gezi yazısı tabiri kullanılmaktadır.
İlla farklı bir kaynaktan bir tanım yapacak olursak “ Seyahatname, yazarın yurt içinde ve dışında yaptığı gezilerde gördükleri yerlerin ilgi çeken, değişik olan taraflarını yalın ve samimi bir anlatımla yansıttığı yazılardır”[1]
Eski devirlerde ilk çağ uygarlıklarından beridir gezi yazısı önemsenmiş bir edebiyat türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazı türü ilkçağ uygarlıklarından beri anı, tarih ve gezi yazı türleri ile karışık bir vaziyette yazılmışlardır. Yani ilk gezi yazıları anı, gezi, tarih hatta coğrafik tanıtım amaçlarıyla karışık şekilde yazılmışlardır. Zamanla gezi yazıları kendi özellikleri belirlenen müstakil bir yazı türü haline de gelmiştir. Nitekim bu türde ilk örnekleri veren Heredot, ( bkz Heredot Tarihi Hakkında Ve Eserden Alıntılar), Amasyalı Starabon, Pausanias ve Ksenophon’un eserleri ( bkz Onbinlerin Dönüşü - Anabasis - Ksenophon) anı, tarih, gezi ve coğrafya karışık eserler niteliğindedir. [2]
Arap gezgin İbn Battûta “Tuhfetü’l Nüzzarfi Garaibi 'l-Emsal ve Acaibi ‘l- Estar “ adlı kitabı ile Arabistan Anadolu Ortaasya’dan Çin ve Sumatra bölgelerine kadarki bölgeleri sosyal hayatları ve inançlarıyla anlatmış ve gezi yazılarına başka bir yaklaşım getirmiştir.[3] İbn-i Batuta bu eseri ile gezi yazılarının kendi esas özelliklerini de bir nebze belirlemiş, gezilen görülen yerlerin tanıtımını temel ilke olarak ele aldığı gibi ülke ve beldelerin özelliklerinin yanında sosyal hayat, inanç ve gelenekleri tarih, coğrafya ve edebiyat yönü de olan etnografik, antropolojik bilgiler de vermiştir.
Nitekim Venedikli Marco Polo’nun Venedik’ten başlayarak Çağatay Hanlığından Çin’e kadar gezip gördüğü yerleri anlattığı eseri modern anlamda ilk gezi yazısı sayılmıştır. Kristof Colomb’un (Seyir Defterleri ve Keşif Yolculukları Günlüğü) Casanova ile Giuseppe Baretti (1719–89), Gerard Nerval(Doğuya Yolculuk), Joseph De Tournefort (Sayahatname), Edmonda Amicis(İstanbul), Josephus (İstanbul Seyahatnamesi), Solomon Schweigher(Sultanlar Kentine Yolculuk) [4]adlı eserleri Batı edebiyatına ait modern gezi yazısı örnekleridir. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”, Pirî Reis’in, Kitab-ı Bahriye ve Kitab-ı Dehriyye, Katip Çelebi’nin Keşfuz-zunun, Cihannuma Osmanlı devrinin en mühim gezi yazılarıdır. ( bkz Evliya Çelebi Hayatı Seyehatnamesi ve Özellikleri- Katip Çelebi Cihannüma- Katip Çelebi Keşfü'z-Zünun- Piri Reis Hayatı Kitab - ı Bahriyye ve Haritaları)
“Gezi yazısı yazmadaki temel amaç, yabancı ülke ve coğrafyaları tanıyıp, Dünya’nın nasıl güzelliklere sahip olduğunu gösterme, bilinmeyeni bilinen yapma olabilir.”[5] Gezi yazıları zaten bir çeşit hatıra yazısıdır. Yazar, gezdiği gördüğü yerleri aklında kaldığı, anladığı ve gördüğü kadar ile anlatır. Gezisi sırasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları not alır ve daha sonra genellikle hikâye edici bir anlatımla yazısına aktarır. Gezi yazıları aslında yazarın bilgi görgü, gözlem, analiz, anlama, yorumlama gücü ile orantılıdır. Yazarın betimleme gücü dikkati, bilgi birikimi olayları, coğrafyayı, kültürü anlaması ve yorumlaması ile doğrudan orantılıdır.
Gezi yazısında uydurma ve yanlış bilgiler vermemek önemlidir. Gördüklerini okuyucunun daha iyi algılaması için, karşılaştırma yapması, gezdiği yerleri sosyo kültürel, inanç, gelenek görenekler açısından da tanıtmalı; yöreyi doğal, tarihi, mimari yönlerden de ele almalıdır. Gezi, yazarların doğrudan gözlemler, bizzat duydukları, araştırmaları, tarih, coğrafya, sosyoloji, hukuk gibi bilim dallarına kaynaklık eder.
Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları olsa da genel anlatım betimleyici ve öyküleyici anlatımdır. Buna mukabil, günlük, gezi notları, hatırat tekniği ile de yazılabilir. Yazar gezdiği yerleri birçok açıdan inceler ve gözlemlerini tasvir eder. Gezi yazısının başarısı gezilen yerlerin her yönden doyurucu bir şekilde ve ilgi çekici bir dille sıkmayacak konulara değinerek anlatmış olabilmesinde gizlidir. Bu sayede okuyucunun sıkılmadan merakla okuduğu bir yazı haline gelecektir.
Gezi yazısın, okuyucuda o yerleri görme isteği uyandırması gerekir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini fark edecek bilgi birikimine, kıvrak bir zekâya, özel bir dikkate, başarılı bir betimleme gücüne, ilgi çekici bir anlatıma ve gördüklerinden sonuç çıkarabilecek düzeyde analiz yeteneğine, yorum kabiliyetine sahip de olmalıdır.
Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular için tarihî ve coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini, kültürel, jeolojik güzelliklerini, halkının gelenek, görenek, töre ve âdetlerini akıcı, ilgi çekici ve etkili bir üslûpla kaleme döker.
Gezi yazıları genellikle düz yazı şeklindedir. Zaten böyle olması da en mantıklı gerekçeler arasındadır. Lakin manzumeler şeklinde gezi yazıları da vardır.
Günümüzde gezi yazıları eski önemi ve işlevini yitirmiştir. Tv, film, fotoğraf gibi araçlar gezi yazılarının önemini azaltmıştır. Buna rağmen değişik amaçlarla yazılmaya devam edilmektedir.
Gezi Yazılarının Özellikleri:
GEZİ YAZISI ÖRNEĞİ:
OTORAY YOLCULUĞU NİĞDE – KAYSERİ
Niğde'ye yaklaşıyorduk.
Yanımda oturan bir Niğdeli şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında pek iyi seçemediğim bir noktayı işaret etti. — Faruk Nafizin hanı, dedi.
Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği bina sadece Faruk Nafizin unutulmaz Han Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi.
Kıyafetinden anlaşıldığına göre Niğdeli arkadaş bir esnaf yahut işçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları'nı ve Faruk Nafiz'i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev'inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu.
Güzel şiirin kudreti! iyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz'e malediyordu.
Maamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir sakallının "yok yahu.. O han falanındır" diye öteki mal sahibinin hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.
Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz'in istiklâl muharebesi senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray denen yeni icat bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.
Akşamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri'de olacağım.
Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen Şeytan Arabası ismini bu otoraya saklamak lazımmış! Otoray görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.
Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün arkasında dört maroken koltuğu, cemekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara mahsus, yirmi otuz kişilik kanapesi var.
Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.
Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.
Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri 'de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulundukları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla'da birleşiyorlar; akşama doğru yine evlerine dönüyorlarmış.
Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış olmakla beraber beni atlı karıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyordu. Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp giderken kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.
Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor.
Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini karanlık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği terkibile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler arasında kaybolmuş hissetmemizin, arkada bıraktığımız uzağı bir daha görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun elbette bir payı vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde dolaşmak hissini veriyor.
Faruk Nafiz :
"Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar"
diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak, "kendini tekerleğin
sesine kaptırarak" geçmiş olmasaydı da benim bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini bilmem yazabilir miydi?
KAYNAKÇA
Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya [email protected]
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın