KategorilerKİTAP ÖZETLERİ VE ELEŞTİRİLERİKış Akşamı Maşa ve Sandalye Öyküsü Sait Faik

Kış Akşamı Maşa ve Sandalye Öyküsü Sait Faik

01.01.2020

 

 
 Yazıda “Sait Faik Abasıyanık’ın ” Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye adlı öyküsü,  öyküleri  hakkında bilgiler, özeti,  konusu, ana fikri,   kahramanları, olay örgüsü,   Sait Faik AbasıyanıkKış Akşamı, Maşa ve Sandalye kısa özeti ve  alıntılar yer alır.  

Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye adlı öykü  Sait Faik Abasıyanık ‘ın beşinci öykü kitabı olan Mahalle Kahvesi adlı kitabındaki öykülerden biridir.

Mahalle Kahvesi adlı öykü kitabı Sait Faik’in 1950'de yayımlanan ve içinde 22 öyküsünün bulunduğu beşinci kitabıdır. Yazarın bu öykü kitabına aldığı öykülerinin pek çoğu daha önceden devrin çeşitli dergilerinde yayımlanmış öyküler olmaktadır.  

Sait Faik Mahalle Kahvesi adlı kitabını yayımlamadan önce Siroz hastalığına yakalandığını bu kitap içindeki bu öykülerini bu hastalığın pençesinde iken yazmıştı.

Kış Akşamı, Masa ve Sandalye adlı öyküsü Sait Faik’in durum hikâyeciliği denilen tipik öykülerinden biridir. Yazarın bu öyküsündeki mekân “Şehirden tam dokuz mil uzaktayım. Dört tarafım su içinde. Kar, azala çoğala yağıyor. Bir horoz ötüyor, bir çocuk hindi güdüyor.” Şeklinde işaret ettiği bir adadır.

Bilindiği gibi Sait Faik, ömrünün büyük kısmını kereste tüccarı olan babasının almış olduğu Burgaz Adadaki evlerinde geçirmiştir.  İşaret edilen mekân ve ev de Sait Faik’in babası öldükten sonra annesi ile birlikte yaşadığı Burgaz Ada’daki evleri olduğu da açıktır.

 

 Sait Faik’in öykülerindeki anlatıcı ile öykülerinde değinilen olayların pek çoğu Sait Faik’in kendisi ve yaşadığı basit şeyler olmaktadır.  Öykülerinde yer alan düşünceler, betimlemeler, anlık hayaller veya anlık hadiseler de çoğunlukla Sait Faik kendisine aittir.  Bir başka deyişle Sait Faik öykülerinin pek çoğu Sait Faikliğini anlatan günlük ve anı işlevli öyküler olmaktadır.

Sait Faik’in bu öyküsünde anlatılan her şey, her düşünce, her betimleme, her hayal vb Sait Faik’i anlatmaktadır.   Onun öykülerinde yalnızlığı, arkadaş arayışı, gününü iyi geçirme çabası, bir şeyler yapma, düşünmek telaşesi,  aylaklık, işsizliğin yarattığı boşluk,  boşluk ve avarelikten kaynaklanan iç sıkıntıları öykülerinin ana malzemeleridir. “ Bu boş sandalye birdenbire doluvermeli. Kim gelip oturmalı? Hiç kimseyi istemiyorum. Ama sandalyeOnu yapan sandalyeci yaman adammış doğrusu. Sandalyeye insan bekletmesini bilmiş.

Öyküdeki zaman bir kış gecesidir.  Anlatıcının canı sıkılmakta ve bir şeyler yapmak istemektedir. “Atlasam bir vapura, şehire insem diyorum, şehir umutların, tesadüflerin, tehlikelerin, gürültülerin içinde her zaman elimin altında bulunan bir sergüzeşt tombalasıdır…” . Fakat kıştır, saat geç olmuştur., gidilecek yerde de yapacak çok şey yoktur. Anlatıcıyı evinde kalmaya mahkûm eden daha pek çok sebep vardır.” Bir ara dalmış olacağım ki saatin sesi durmuştu. Gene başladı. Kar gene ufaldı. Mangalın maşasında da sandalyedeki hal var. Birisi tutsun ucundan onu, bir kor parçasını alsın, -adam üstündeki külü üflesin cıgarama uzatsın kendini maşa.”

 

Öykü deki anlatıcının canı sıkılmakta ve bir şeyler yapmak istemektedir. “Berbat şey şu kış! Kötü şey, kötü! Bakma şatafatına! Bakma manzarayı İsviçre’ye çevirişine”

 

 Kısaca Sait Faik’in bu öyküsünde de yaşayan, yazan ve anlatan kişilerin hepsi birden Sait Faik’tir.  Bu öykü şu cümleyle biter.” Önce pencereyi, sonra ağzımı açtım; kış gecesine sunturlu bir küfür, Kumkapılı bir Ermeni balıkçı küfürü salladım.”

 Bu öyküde sunturlu küfür savuran  aylak ve canı sıkkın adam  artık ölmüş olsa bile öykülerinde  yaşamı devam eden Sait Faik’in kendisidir.

Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye

Odanın sessizliği, bir sandalyenin duruşu, duvardaki saatin tik takı sinirime dokunuyor. Dışarıda kar artıyor. Pencereden görülen manzara dondurucu, içimden bir şeyler yapmak geçiyor. Ama biliyorum ki, hiçbir şey yapamayacağım.

Atlasam bir vapura, şehire insem diyorum, şehir umutların, tesadüflerin, tehlikelerin, gürültülerin içinde her zaman elimin altında bulunan bir sergüzeşt tombalasıdır. Sokarım elimi bu torbaya, çekerim 77 numarayı, çinko, 19 numarayı, tombala!

Şehirden tam dokuz mil uzaktayım. Dört tarafım su içinde. Kar, azala çoğala yağıyor. Bir horoz ötüyor, bir çocuk hindi güdüyor. Çan çalıyor, uzaktan bir araba sesi duyuluyor. Tekrar horoz ötüyor.

Bu boş sandalye birdenbire doluvermeli. Kim gelip oturmalı? Hiç kimseyi istemiyorum. Ama sandalye… Bir insan bekler gibi duran sandalye? Onu yapan sandalyeci yaman adammış doğrusu. Sandalyeye insan bekletmesini bilmiş.

Bir portakal soyup yiyorum.

Bir ara dalmış olacağım ki saatin sesi durmuştu. Gene başladı. Kar gene ufaldı. Mangalın maşasında da sandalyedeki hal var. Birisi tutsun ucundan onu, bir kor parçasını alsın, -adam üstündeki külü üflesin cıgarama uzatsın kendini maşa.

Bana öyle geldi ki maşayı satan Çingene karısı Mecidiyeköyü sırtlarındaki kulübesinin önünden bu maşayı elinde sallayarak kocasını çağırmış:

– Koca be! Bu maşa başka maşa be! Ateş ister tutsun durup dururken yerinde.

– A be keçileri kaçırdın mı? Kehlibar be? Ne söylersin ipsiz sapsız öyle be

– A be derim ki ateş ister bu maşa benden.

Bıyığına ak düşmüş kırk beşlik Çingene’nin beyazı çok, karası bol, kırmızısı bir alay gözlerinden bir korku sıçramış:

– A be bizim karı oynattı, demiştir gibime gelir.

Hâlbuki Çingene karısı da benim gibi, birdenbire bir maşanın duruşunu beğenmiştir. Duruşunu değil, duruşundan bir dost eli, hikâyeler anlatan bir ahbap eli düşünmüştür, görmüştür. Kehlibar şair kızdır, dertli kızdır, yalnız kızdır, garip kızdır. Kocası kıskanç mı kıskançtır. Onu öteki kadınlarla maşa satmaya gönderdiği zaman evde dokuz doğurur.

Cigaramı yaktım. Karşımda lapa lapa kar yağıyor. Birdenbire bir sevinç kuvvetli bir sevinç hissi kaplıyor beni. Nereden geldi bu sevinç bilmem? Sıkıntımın içinde nasıl belirdi? Sıkı bir iskarpin içinde yumuşak, mini mini latif bir kadın ayağına benzer, bu sevinci ne etmeli?

Perdeyi sıyırıp karın hâlâ yağıp yağmadığını, yarın sabah mektebe giderken içleri al yeni lastiklerimle karları gıcırdatıp gıcırdatamayacağımı düşündüğüm çocukluk günlerimden kalma bu sevinci nere ye asmalı? İki baş sarımsak bir nazar boncuğu ile? Sonra kızılcık ağacının dibine kuşyemi, darı, mısır, buğday atılacak; evden bir elek getirilecek; eleğin kenarına bir sopa konup kaldırılacak; sopaya bir ip bağlanacak; ip evin alt katındaki pencerede mavi, mavi bakan çocuğa atılacak -ucuna taş bağlanıp-; sonra eve girilecek; sac sobanın üstün de kuruyan mandalina kabuğunu sıcak sıcak ağza atıp pencere kenarında, kapana girecek serçe beklenecek…

Hey zavallı, budala çocukluk! Şimdi sen bile yoksun, sesin o kadar uzaklardan geliyor ki, mezardan çıkıyor bu ses diyecek gibi olu yorum.

Rüzgâr damdan dama geçiyor. Kurşun bir kubbeden kayıyor. Gökte bir gölge belirdi. Camların buğusundan büyüyen bu gölge birdenbire bir karga oluverdi. Geldi, evimin karşısındaki kiliseye kondu. Hem de başka yer yokmuş gibi tam putun üstüne.

Yıldız poyraz çılgıncasına esiyor. Şimdi darı taneleri gibi ufak ve sert bir kar, ölü gibi morarmış eski karların üstüne canlı, sarımsı bir renkle düşüyor.

Sokağa çıkmalı, bir kahveye gitmeli, İstanbul’a inmeli mi, inmemeli mi diye düşünmeli. Bir vapur kaçırmak. Sonra ortalık kararınca bastona dayana dayana eve dönmeli. Oturmalı, okumalı. Hep aşk hikâyeleri okumalı. İnsanların birbirini sevmeye buradan başladığını sanmalı. Kapanmalı yalnız kendi kendimizi düşünen varlığımıza, hayatımıza. Dışarıya burnunu bile uzatmamalı. Ne mangallıyı, ne mangalsızı, ne kaloriferliyi, ne ateşsizi, ne hastayı, ne açı düşünmeli; salmalı kendini hülyaya, gerine gerine aşk hikâyeleri okumalı.

Beklesinler dursunlar maşa ile sandalye. Eşekler! Kuşlar hâlâ gökyüzüne fırlayıp yere keskin gözleriyle bakadursunlar. Bakalım bir lokma, bir tek darı tanesi görebilirler mi?

Kar yağıyor. Kimi kürkü, kimi çizmesi, kimi lastiği, kimi çivili kundurası, kimi bastonu ile evine dönüyor.

Berbat şey şu kış! Kötü şey, kötü! Bakma şatafatına! Bakma manzarayı İsviçre’ye çevirişine

Kalktım. İnsan bekleyen sandalyeyi masanın altına sürdüm. Sonra mangalın üstünde el bekleyen talihsiz maşayı külden çıkardım; mangalın kenarına yatırdım. Kar da, rüzgâr da durmuştu. Köyün içinde ses seda yoktu. Gökyüzü kapkaranlıktı. Orada uzun, bitmez tükenmez bir kış gecesi durmuş dinleniyor, yeniden kar topluyordu. Önce pencereyi, sonra ağzımı açtım; kış gecesine sunturlu bir küfür, Kumkapılı bir Ermeni balıkçı küfürü salladım.

SAİT FAİK ABASIYANIK

Hikâyelerinden Özetler

Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı

Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni

Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni

Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık

Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında

Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni

Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai

Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni

Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık

Yani Usta Öyküsü ve Sait Faik

Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait

Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik

Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında

Satılık Dünya Öyküsü ve Metni ile Sait Faik

Sait Faik Haritada Bir Nokta Metni ve Değerlendirme

 

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da