Mezarda Tekkede Türbede Kandil Yakma
Mezarda tekkede türbede kandil yakma eski devrilerde çok yaygın bir adet iken hatta kimi yerlerde günümüzde dahi devam eden bir adettir.
Oysaki İslamiyet’in ilk yıllarında Hz. Peygamber kabir ziyaretini yasaklamıştı. Çünkü Câhiliye dönemi Arapları “büyük ve kalabalık bir kabile olduklarını birbirlerine ispat etmek için mezardaki ölülerin sayısıyla övünürler, ölülerin kahramanlıklarını anarlar, göğüslerini yırtarak ve bağırıp çağırarak onlar için ağlarlardı.” Bu nedenle Hz. Peygamber bu âdetlerin çirkin ve manasız olduğunu ifade ederek kabir ziyaretini yasaklamış lakin Cahiliye devrinin hükmü geçtikten sonra bu yasak kaldırılmıştı.
Buna mukabil ölülerden yardım talep etmek, onlardan dilek ve isteklerde bulunmak, Allah'tan başkasına sığınmak, İslamiyet’in ruhuna aykırı olduğu halde kabirdekilerden medet ummakla birlikte kabir ziyaretleri ile ilgili çok eski devrilerden kalan adetler, hurafeler ve alışkanlıklar toplum hayatında devam etmeyi sürdürmüştü.
Mezarlara çaput bağlamak, kabristanın eşiğini, kapısını, duvarlarını öpmek; kurban kesmek, adak kesmek, adağın kanını alına yüze sürmek; bu sayede dileklerin yerine geleceğini ummak; tekke, türbe ve ermiş kabul edilen kimselerin mezarlarında kandil yakmak da bu tip hurafelerden bir kaçıdır.
Tüm bunların altında ermiş olduğu kişiden dileklerinin kabul edilip dileklerinin olacağını ummak düşüncesi vardır.
Kabirlerde mum, yakmak, tütsü yakmak kandil yakmak, mum adamak hurafelerinin de amacı bunlar olmuştur. Eski metinlerden anlaşıldığına göre bu adetlerden fayda sağlayan kişilerin olduğu, bu tip kişilerin dilek yerine gelsin diye türbelere para attırdıkları, adanan mumları veya kandilleri alıp sattıkları, türbeleri bekleyen türbedarların, gelen gidene koyun satıp işi ticarete de döktükleri, hatta bazı kimselerin hanelerindeki mezarları ulu kabirleri gibi gösterip halkı kandırdıkları da vakidir.[1]
Mezarlarda mum kandil vb yakmak, ölülerin yakıldığı antik çağlardan beri devam eden bir adettir. Nitekim Mecusilerin, Fenike, Yunan ve Romalıların kabristanlarda meşale yaktıkları bu antik adetlerin Hristiyanlara da geçtiği, mum ve tütsü yakmak adetlerinin Hristiyan ayinlerinde halen de geçerli olduğu bilinmektedir.
Kiliselerdeki İsa, Meryem ve Azizlerin resimleri önünde mumlar yakılı bırakılır. Meryem Ana kandili ise sürekli yanar vaziyette bırakılır.
İslamiyet’in menfi duruşuna rağmen, türbe, tekke ve kutsal kabul edilen mezarlarda mum yakma, kandil yakma âdeti bizler de devam etmiş bir adettir.
Mezarda yatırda, türbede kandil veya mum yakmak çeşitli vesileler ile divan edebiyatı , divan ve halk şiirinde de karşımıza çıkan mevzular arasındadır.
Bed- hâh tîre dilde bulunmaz fürug-u sıdk
Tâbende olsa ahter-i şem’-i mezar olur. Naili
Kandil yakmak eski devrilerde cami medrese, şifahane, tekke, zaviye, saray, konak ve hanlarda sürekli olarak yapılan bir işlemdi. Elektriğin olmadığı devrilerde mum ve kandil yapımı önemli bir meslekti. Ayrıca anılan bu yerlerde kandilleri yakmak ve söndürmekle görevli kimseler de vardı. Kandil yerine meşale ve cerağlar da yakılır, cerağ kelimesi kandil kelimesinin eş anlamlısı olarak da kullanılırdı. ( bkz Çerağ Beyitlerde Mum Kandil Fitil Çıra )
Kandil yakmak ve söndürmekle görevli kimselere ise çerağcı veya sıraç denirdi. [2] Örneğin Baki’ ve Seyrani’nin küçüklüklerinde sıraçlık yapmış şairler olduğu bilinmektedir. Tekkelerde bir dervişin yaktığı mumdan diğer tüm mumları yakmak bir adet olmuştu. Bu adet şiirlerimize de girmiştir.
Şule-i ahım şeb –i firkatte şem’imdir benim
Himmet eylen dostlar Mecnun çerağın ben yakam Dervişi
Ahımın ateşleri ayrılık gecelerinde benim mumumdur. Ey dostlar izin verin de Mecnun’un kandilini ben yakayım
Kandil, mum, çerağ, Divan şiirine mum, kandil, fitil, yanmak, yandırmak gibi gerçek ve mecaz manalarda kullanılmış; bu kavramlar çerağ uyarmak: yakmak, çerağ dinlendirmek, çerağ söndürmek, Çerağ gülünü almak: Fitilin yanan kısmını makasla kesmek[3] gibi pek çok tabir ile şiirlerimize ve edebiyat dünyamıza girmiştir.
Kandil ve Nur tasavvufi ve tekke edebiyatında özel ve sembolik manalar da taşır.
Nûr-ı kandîl-i mu’allâdır Huseyn-i Kerbelâ
Revnak-efzâ-yı musallâdır Huseyn-i Kerbelâ HİLMİ DEDEBAB
Harim-i Hak çeragı saltanat şem-i şebistanı
Riyaz-ı ‘adl servi evc-i rahmet mah-ı tabanı Fuzuli
[ Senin saltanatın, adâlet bahçesinde bir selvi ağacı gibidir. Rahmetinin yüceliği Allah’ın kutsal saydığı evi gece ibadeti için aydınlatan mumu parlak aya çevirmiştir.][4]
Baglayup kandilveş gönlüm saçun kullâbına
Câmi`-i hüsnünde revnakdur kaşun mihrabına Şeyhülislam Yahya
Hakk'ın kandilinde ben bir sır idim
Anamın rahmine indirdin felek
Ak mürekkep idim kızıl kan ettin
İnsan sıfatına döndürdün felek Dadaloğlu
Yüksek minarede kandiller yanar
Kandilin şevkine bülbüller konar
İnsan sevdiğine böyle mi yanar
Bülbülün gül ile har davası var
Ellerin benimle ne davası var Elazığ Türküleri
Beyler de bahçesinde kandiller yanar (aman)
Kandilin şavkına (validem) bülbüller konar
Herkes de sevdiğine böyle mi yanar (aman) Sinop Türküleri
Kudret kandilinde parlayup duran
Muhammed Ali’nin nûrudur vallah
Zuhûra gelüp de küffârı kıran
Elinde Zülfikar Ali’dir billâh Şah İsmail Hatai
Kızılelma Nedir Muncuk ve Şem-çerağ Taşları
KAYNAKÇA
[1] A. T. Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, MEB, 1996, s. 353
[2] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/cerag-beyitlerde-mum-kandil-fitil-cira/85431
[3] Halil ÇELTİK, DİVAN ŞİİRİNDE OCAK, TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELÎ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2012 / 63 321
[4] Yard. Doç. Dr. Bekir ÇINAR, DîVÂN ŞİİRİNDE ADÂLET, TÜBİAR-X-/2001/