Panco'nun Rüyası adlı öykü Sait Faik Abasıyanık’ın Alemdağ'da Var Bir Yılan adlı öykü kitabındaki 18 öyküden biridir. Panco'nun Rüyası adlı öyküsü daha önceden herhangi bir dergide yayımlanmamış, yazar tarafından doğrudan kitaba alınmıştır.
Panco'nun Rüyası adlı öyküsü 21 yaşlarında olan bir gencin annesi babası ve kardeşi ile yaşadığı gündelik ayrıntıların dile geldiği bir hikâyedir. Belli bir vaka olgusuna dayanamayan öykü anlatıcının gündelik hayatının geniş zamanında yaşanan rutin davranışlarını, anne ve babasının bu rutin işler içindeki yerlerini aktarmaktadır.
“Ben yirmi bir yaşındayım. Babam kırk. Kardeş gibiyizdir. Bazı benden genç bile gösterir. Babam dülgerdir. Ben elektrikçiyim. Beyoğlu'nun çamurlu bir sokağında otururuz. Akşamüstleri işi bitirir bitirmez cadde üstünde bir kahveye koşar, kumar oynarım. Babam bilir, aldırmaz.”
Kendisini Panço olarak tanıtan anlatıcının bir de kardeşi vardır. “Eve döndüğüm zaman sönmüş mangallardan, babamın ve anamın ve küçük kardeşimin nefesinden doğmuş havaya girdim mi dünya benimdir.”
Panço ismi yazarın birkaç öyküsünde karşımıza çıkmaktadır. Alemdağ'da Var Bir Yılan , Yalnızlığın Yarattığı İnsan ve Öyle Bir Hikayeadlı öykülerindeki Panço yazarın kendisi değildir. Yazarın bu öyküsündeki Panço ise yazarın öteki beni olarak karşımıza çıkmaktadır.” Geçen hafta bir rüya gördüm. İki kişi bir yolda gidiyorlardı. Birini sana benzettim. Yanındaki kim acaba, diye koşup baktım. Ne tuhaf yanındaki ben değil miydim?— Yahu nereye gidiyorsunuz? Dedim gözümle. Sen cevap vermedin. Ben benden ayrı bir ben olabileceğini, bunun da ancak rüyada mümkün olabileceğini düşündüm”
Siroz hastalığının iyice şiddetini arttırdığı günlerde yazılan Alemdağ'da Var Bir Yılan adlı öykü kitabındaki üç beş öyküsünde adı geçen Panço’nun hayali bir karakter olmakla birlikte yazarın hayalinde yarattığı öteki benliğinin olduğu böylece anlaşılır. Diğer öykülerinde adı geçen Panço kimi zaman yazarı görmezlikten gelen, kimi zaman anlatıcının, sinemada, tiyatro da buluşma istediği hayali bir varlıktır. Anlatıcı kimi öykülerinde Panço ile buluşup evlerine gider.
Yazarın ömrünün son demlerinde yazılmış öykülerinden birisi olan bu öyküsü yazarın son zamanlarda iyice artan yalnızlık duygularının derin tesirleri altında yazılmıştır. Sait Faik, “Bir Nokta “adlı öyküsü ile kentli insanların ve bireyin iç dünyasına yönelen öyküler de yazmaya başlamış, kendi hayatı kendi iç dünyası ve kendi iç sıkıntılarını da dile getiren ben merkezli hikâyelere de yönelmişti. 1948 yılında siroz hastalığına yakalanan Sait Faik bu tarihten sonra da kendi iç sıkıntılarını betimleyen hikâyeler yazmaya başlamıştı.
Sait Faik vefatı sonrasında tüm malvarlığının Darüşşafaka'ya verilmesini vasiyet etmiş Annesi Makbule Hanım da eserlerinin telif haklarını Cemiyette bırakmış, Burgazada'daki köşkün Sait Fail Müzesi olarak kalmasını Sait Faik adına da her yıl bir hikâye armağanı verilmesini şart koşmuştu
Sait Faik ve annesinin bu vasiyeti, 1964 yılında Darüşşafaka Cemiyetine intikal etmiş Sait Faik’in köşkü müze haline getirilmiş o yıldan bu yana da "Sait Faik Hikâye Armağanı” verilmeye başlanmıştır.
Panco'nun Rüyası
Evin içinde garip şeyler dönüyordu. Görünüşte her zamanki gibi idi sesler, çağırışlar, yemek zamanları, hatta yüzler. Keşke bütün eşyalar yer değiştirmiş, sesler kısılmış, yemek zamanları değişmiş olsaydı da bu her şeyin her zamanki yerindeliğine bile karşı gelen hava olmasaydı. İnsan beklerdi o zaman masaların, bardakların, iskemlelerin yerlerinde yer etmesini. Hayır, her şey yerli yerinde idi. Küçük kardeşim sabahleyin aynı saatte uyanıyor. Çay aynı dakikada kaynıyor, küçüğün sefertasına konacak ekmeğin kokusu yatakta burnuna geliyordu. Sobanın başına çöken küçük, kendi halinde, mütevazı ve sevimli sabahımız aynı idi. Babam:
— Yavaş yavaş kalkıp giyinmeli, diyordu.
Konsolun üstündeki saat sekiz buçuğu dört geçerken annem bana sesleniyordu.
— Hadi bakalım Panco, baban hazırlanıyor.
Ben her zamanki gibi homurdanıyor, sağdan sola dönüyorum. Gözlerim açık şunu bunu, bir arkadaşımı, öğle paydosunu, akşama gideceğim sinemayı düşünüyorum.
Bu sefer babam çıkışıyordu:
— Panco, eşek Panco! Tembel Panco! Geç kalacağız.
Eşek ve tembel kelimelerindeki dostluğu her zaman hatırlayacağım.
Ben yirmi bir yaşındayım. Babam kırk. Kardeş gibiyizdir.
Bazı benden genç bile gösterir. Babam dülgerdir. Ben elektrikçiyim. Beyoğlu'nun çamurlu bir sokağında otururuz. Akşamüstleri işi bitirir bitirmez cadde üstünde bir kahveye koşar, kumar oynarım. Babam bilir, aldırmaz. Bütün haftalığımı bir günde verdiğim olur. Sonra ateş gibi çalışırım. Yalnız sabahları işte böyle bir türlü uyanamam.
Bir zaman işsiz kalırız. Bu aylarca sürer. İşte o zaman imdadıma sen yetişirsin. Küçüğün defterini kitabını sen aldın. Bileğimdeki saat senin. Şu gömleğimi de sana borçluyum.
Verdiğin üç beş kuruş, kumarda üç beş lira olur. Ben de yukarda saydıklarımı gider alırım. Babam tanıdığı bir iki dükkânda beş on kuruş karşılığında işler görür. Ben saat ona doğru kalkarım. Doğru kahveye. Babam bunu bilir. Ama ses etmez. Bu garip, çalışırkenkinden daha başka türlü refah havasına kaşının arasında derin bir çizgi ile katlanır. Ama bir gün bile o çok sevdiğim şarkıyı söylemez.
Pando mazi, Ta vri stomaste Pando mazi.
Evin havası böyle günlerde mi değişir sanırsınız. Hayır, belki eve hafif bir sessizlik oturur, oturur ama
ben oldukça şen ve mesut olduğum için ev halkının durgunluğunu gideririm. Geceleri geç dönerim.
Seninle tiyatrolara filan gideriz. Ben prafanın başında gecikirim. Ama saat kaç olursa olsun eve döndüğüm zaman sönmüş mangallardan, babamın ve anamın ve küçük kardeşimin nefesinden doğmuş havaya girdim mi dünya benimdir. Uyuyuveririm. Uyumadan evvel bir ara seni düşünürüm. İyisindir, hoşsundur ama kafamı kızdıran bir şey de vardır sende. Ne olduğunu ben de bilmem. Geçen hafta bir rüya gördüm. İki kişi bir yolda gidiyorlardı. Birini sana benzettim. Yanındaki kim acaba, diye koşup baktım. Ne tuhaf yanındaki ben değil miydim?
— Yahu nereye gidiyorsunuz? Dedim gözümle.
Sen cevap vermedin. Ben benden ayrı bir ben olabileceğini, bunun da ancak rüyada mümkün olabileceğini düşündüm. Bir şeyler söylemek istedim. Ama seninle beraber olan ben:
— Sana ne, dedi, nereye gidiyorsak gidiyoruz.
Cevap vermek istedim. Benden ayrı olan ben konuşabildiği halde ben konuşamıyordum. Rüyamın içinde rüyada olduğumu anladım. Kendimi zorladım. Nihayet bağırabilmişim. Küçük kardeşim:
— Ne oldun ağabey, dedi.
Acaba ne diye bağırmıştım. Merak içinde idim.
— Ne dedim ben, ne dedim ben Kalyopi? dedim.
— Anlaşılmıyordu ağabey, dedi.
İşte o günün sabahı evin içinde her şey yerli yerinde olduğu halde, sesler, konuşmalar hep aynı olduğu halde bir şey değişti. Birdenbire her şeyi daha çok seviverdim. Birdenbire içimden bir büyük korku ve baskı kalktı. Odadaki karmakarışık eşyayı, her şeyimi topladım. Sekize çeyrek kala sobanın başında idim. Babam daha kalkmadı. Annemle küçük kardeşim beni görünce erken kalkışıma sevindiler.
— İş mi buldun Panco? dediler.
— Yok, dedim.
— Neden erken kalktın öyle ise. Darılmış gibi yaptım.
— İsterseniz yeniden gidip yatayım, dedim.
Yırtık pijamamın sarkan paçalarına sarıldılar. Zorla oturttular. Elime çay bardağını verdiler. Bir dilim
kızarmış ekmeğin üstüne beyaz peynir koyup tutuşturdular elime.
Kardeşim:
— Dün gece ağabeyim bağırdı, dedi, anneme. Annem:
— Bağırdı mı dedi. Ne diye bağırdı?
— Anlamadım, dedi küçük kardeşim, ama çok bağırdı. Babam içeri girdi. Ne iyi adamdı. Ne tatlı adamdı. Ne dost, ne arkadaş adamdı babam.
— Oo! Panco, dedi, bugün erkencisin. Ceplerini aradı.
— Paketi yukarda bırakmışım, getiriversene, dedi.
Bir koşu gittim. Kendi cebimden senin bana verdiğin o güzel cıgaralardan artanını getirdim.
— Oo! Bu cıgaraları nerede buldun? Dedi.
— Bir arkadaşım verdi, dedim.
— Ha, dedi, bugün benimle geleceksin. Bir bodrum merdiveni tamir edeceğim. Sen de odunlukların elektrikleri bozulmuş, onları yaparsın.
Beraberce evden çıktık. Yolda sana rastladık. Erken erken nereye gidiyordun öyle. Öyle tuhaf tuhaf baktın ki, sen uzaklaştıktan sonra çok güldüm.
— Ne gülüyorsun? dedi babam.
— Hiç, dedim.
Hâlbuki seni düşünüyordum. Tıpkı dün akşam rüyamdaki ben gibi idin. Yalnız bir fark vardı. Koşup
bana gözlerinle:
— Nereye gidiyorsunuz, beni de alın, diyememiştin. İşten çıkınca bir kahveye koşup prafaya oturduğum zaman yine aklıma geldin. Yine güldüm.
O akşam erkenden eve döndüm. Balık kızartmıştı annem. Yedi uskumru yedim. Babam bir şişe bira
almıştı. Bir bardak bira içtim. Patates haşlamışlar gündüzden. Buz gibi soğumuştu. Onları da yedim.
Sobanın başına kıvrıldım. Elime küçük kardeşimin kitabı geçti. Bir şey anlamadan okumaya daldım.
Mesuttum. Bu saadeti bana sen vermiştin. Her şeyi iki üç misli daha çok seviyordum. Buna sebep sendin. Sendin ama, yine bu işte en talihsiz de sendin. Sana güveniyor, senin arkadaşlığından hoşlanıyor, ama sana durmamacasına gülüyordum. Ne sobanın başındaki uykumda, ne de sonra yatağımda rüya görmedim.
Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımda idin. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin?
Hikâyelerinden Özetler
Sait Faik Abasıyanık Hayatı Edebi Kişiliği Eserler
Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni
Sait Faik’in Havuz Başı Öyküsü Konusu Metni ve Kitabı
Projektörcü Öyüküsü ve Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik'in Hancının Karısı Adlı Öyküsü Hakkında ve Metni
Sait Faik'in Meserret Oteli İnceleme Özeti ve Metni
Semaver Kitabı ve Öyküsü Hakkında Özeti Metni Sait Faik Abasıyanık
Mahalle Kahvesi Hakkında Özeti Tam Metni Sait Faik Hakkında
Sait Faik 'in Lüzumsuz Adam Kitabı - İnceleme ve Öykünün Metni
Sarnıç Öyküsü Metni ve Kitabı İle Sait Fai
Sait Faik Abasıyanık Sinagrit Baba İncelemesi ve Tam Metni
Zemberek Öyküsü Hakkında Metni ve Sait Faik Abasıyanık
Yalnızlığın Yarattığı İnsan Öyküsü Konusu Metni ve Sait
Şehri Unutan Adam Konusu Özeti Metni ve Sait Faik
Şahmerdan Kitabı ve Sait Faik Abasıyanık Hakkında