Pastoral Senfoni Özeti ve Hakkında Bilgiler Andre Gide

07.07.2013

 

 

Yazıda “Pastoral Senfoni : Andre Gidé “  romanı hakkında bilgiler, romanının özeti,  romanın konusu, ana fikri,  romanın kahramanları, romanın olay örgüsü,  romanın yazarı,  Pastoral Senfoni  romanın şahıs kadrosu  yazarın diğer romanları, Andre Gidé hayatı, Pastoral Senfoni :  adlı eserden alıntılar yer alır.  Eser hakkında yorumlar,  romanın anlatım tekniği, yazarın bakış açısı, romanın tekniği, romanın türü, çevrildiği diller, eserin basım yılı, basım hikâyesi, yazar ve eseri arasındaki, eserle yazarın biyografisi arasındaki alakalar incelenmiştir.

 

  1. ESERİN BİÇİMİ İLE İLGİLİ BİLGİLER:
    Pastoral Senfoni : Andre Gidé , çev. Leylâ GÜRSEL, Cem Yayınları, Nobel Dizisi, Kasım - 1993,


Bireyin özgürlük ve kendini geliştirme gereksinimini ortaya çıkaran ürünler veren Andre Gide, bir hukuk profesörünün oğlu olarak 22 Kasım 1869'da Paris'te doğdu. Babasının ölümünden sonra annesi tarafından katı Püriten bir zihniyetle büyütüldü. Sık sık hastalanması ve ruhsal bunalımlar geçirmesi nedeniyle eğitimi iki aşamalı gerçekleşti. Kimi zaman okula gidiyor kimi zaman da kendisi için tutulan özel öğretmenlerden dersler alıyordu. Henüz lise öğrencisiyken yaşamını sanatsal faaliyetlere adamaya karar verdi. 

Büyük bir mirasın varisi olarak bu amacını gerçekleştirebilecek yeterli maddi güce sahip olması önündeki birçok engeli de yok edebiliyordu. Andre Gide, otobiyografik bir kitap olan "Andre Walter'in Günlükleri" adlı ilk yapıtında Püriten bir eğitim aracılığıyla ruhla bedenin birbirinden ayrılışını konu aldı. Cinsel zevkten nefret ve bu zevkin uyandırdığı suçluluk kompleksleri Gide'yi gençlik yıllarının başından beri rahatsız ediyordu. Bu duygulardan kurtuluş yolunu da mistik aşkı yakalamakta görüyordu. 

Kendisi gibi fikirlere sahip olan "Salon des fin de siecle" adlı edebiyat çevresinde Stephane Mallarme ve sonradan çok yoğun bir biçimde mektuplaşacağı Paul Valery ile tanıştı. 1893'te tüberkülozunu tedavi ettirmek amacıyla gittiği Cezayir ve Tunus'ta homoseksüel eğilimli olduğunu fark eden Gide, bu eğiliminin kendisi için kurtuluşun başlangıcı olduğunu anladı. Ancak cinsel tercihlerini bir kenara bırakarak çocukluğundan beri platonik bir aşkla bağlandığı kuzeni Madeleine ile annesinin ölümünden sonra, 1895 yılında evlendi. İki yıl sonra "Dünya Nimetleri" adlı eserini yayınladı. 

Bu romanında hayatın bütün olanaklarından yararlanma beklentisini açığa çıkartırken özgürlüğün, bundan böyle tek ve seçilmiş biri olarak dünyaya geldiğine inanmak olduğunu ifade etti.

1900'lerin ilk yıllarında kendi kendisiyle alay ettiği "Zincire Gevşek Vurulmuş Prometüs" ile "Ahlaksız"ı yayınladı. "Ahlaksız"ın kahramanı yabancı mercilerin hareketlerini kısıtlamalarını reddederek şansını tek başına yakalamayı amaçlıyordu. 

Dini huzursuzlukların ve gerçeği arayışların damgasını vurduğu bundan sonraki uzun buhran döneminde yaşadıkları "Yitik Oğulun Dönüşü" adlı yapıtında ifadesini bulur.1907'den sonraki yapıtlarında stil açısından eski yazılarındaki yapaylıktan sıyrılıp kolay anlaşılan bir dil tutturmaya başlayan Andre Gide, 1908'de Fransız edebiyatının gelişiminde büyük etkisi bulunan  "Nouvelle Revue Française"  adlı derginin kurucuları arasında yer aldı.

Gide'ın "Dar Kapı" adlı eseri, Tanrı'ya olan sevgisiyle nişanlısına beslediği duygular arasında kalan genç bir kadının mahrumiyet içinde yaşama yolunu seçmesini anlatır. "Vatikan Zindanları" isimli satirik romanı ise düşünülmeden kabul edilmiş inançları ve idealleri sorgular. 

Bu yapıtıyla toplumun ikiyüzlülüğüne karşı savaşını başlatan yazar, "Pastoral Senfoni"de bir papazın bakımını üstlendiği çocuğa karşı beslediği aşk duygularını şeytana uyma olarak nitelendirir ve bu arzuya karşı koyma duygusunu dile getirir. Karısıyla arası bozulan Andre Gide, 55 yaşına geldiği 1924'te eşcinselliği açıkça kabul ettiği "Corydon" adlı denemesini yayınlar. Aynı yıl "Si le grain ne meurt" isimli otobiyografisi de çıkar.

Afrika'ya yaptığı çok sayıdaki yolculukların birinin ardından Kongo'daki sömürge idaresindeki haksızlıkları dile getiren bir rapor hazırladı. Yazarın kendisini eleştirerek 'ilk roman' olarak nitelendirdiği "Kalpazanlar"ı 1926'da çıktı. Deneysel özelliklere sahip bu roman epik türün yenilenmesine de katkıda bulundu.

Burada sürekli bir konuya yer vermeden bir romanın nasıl oluştuğunu tarif etti. "Odipus" adlı dramında bireyin kamu içinde taşıdığı sorumluluğu ön plana çıkaran yazar, beş yıl sonra da Sovyetler Birliği'ne yaptığı yolculuğun notlarını "Sovyet Rusya'dan Dönüş" adlı yapıtında topladı. Edebi vasiyeti olarak kabul edilen "Theseus", yayınlandıktan bir yıl sonra, 1947'de Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Andre Gide, 1951 yılında Paris'te öldü. 

Katolik Kilisesi 1952'de Gide'ın yapıtlarını Index'e, yani okunması Katolik Kilisesi'nce yasaklanan kitaplar listesine aldı.

Eserleri
Roman:  Andre Walter'in Günlükleri (Les cahiers d'Andre Walter, 1891), Dünya Nimetleri (Les nourritures terrestres, 1897), Zincire Gevşek Vurulmuş Prometüs (Le Promethee mal enchaine, 1899), Ahlaksız (L'immoraliste, 1902), Yitik Oğulun Dönüşü (Le retour de l'enfant prodigue, 1907), Dar Kapı (La porte etroite, 1909), Vatikan'ın Zindanları (Les caves du Vatican, 1914), Pastoral Senfoni (La symphonie pastorale, 1919), Kalpazanlar (Les faux-monnayeurs, 1926), Kadınlar Okulu (L'ecole des fammes, 1929), Odipus (1931), 
Denemeleri: Corydon (1924)   [1]

 

B.ESERİN İÇERİĞİ İLE İLGİLİ BİLGİLER: 

 

I.ROMANIN ÖZETİ

 

Romanımızın kahramanı Protestan bir rahiptir. Rahip ( yazar), esere tam iki yıl altı ay önce gelişmeye başlayan olayları günlüğüne yazarak başlar.

 

Rahip, bir gün ölmekte olan yaşlı bir kadının duası için yoksul bir kulübeye gider. Kadına yetişememiştir ama onun kör, yırtık pırtık kıyafetler içinde bir köşede duran 14 – 15 yaşlarındaki yeğenine acıyarak kıza yardımcı olmak ister ve onu alarak evine götürür. Karısı Amelié, bu durumdan hiç hoşlanmamıştır. Çünkü bir rahip maaşıyla zor geçinilen bu evde insanların yaşayabileceği bir alan da yok gibidir. Kızın bitlerinin temizlenmesi için kızı tıraş ederler, temizce giydirirler. Kıza Gertrude adını verirler, ( körler alfabesiyle) okuma yazma öğretir ve kızı dışarıya çıkarırlar. Görmeyen kıza dünyayı ve renkleri seslerle anlatmaya çalışırlar. Bu arada rahiple Gertrude arasında duygusal bir yakınlaşma başlar. Rahibin karısı Amelié; rahibi başta çocuklarına göstermediği ilgiyi Gertrude’e göstermekle suçlar, zamanla da bunun duygusal bir ilgi olduğunu anlar ve bundan mutsuz olur. Bu arada rahibin oğlu Jacques de Gertrude’ e aşıktır. Aslında Amelié, Jacques’in duygularının farkındadır ama kendine dönük yaşayan rahip bunu fark edememiştir bile. Onları kilise beraberce org çalarken gören rahip ikisini de kıskanır ve oğlunu Alpler’e gönderirken Gertrude’ü de Jacques’in rahatça göremeyeceği bir eve, Louise de la M… ‘nin evine gönderir. Kendisi de Gertrude’ü orada her gün ziyaret eder. Bu arada rahiple Gertrude birbirlerine duygularını açmıştır.

Aradan zaman geçer ve Gertrude’ ün gözleri bir ameliyatla açılır. Hastanedeyken yanına Jacques gitmiştir ve ikisi de pek çok konu hakkında sohbet etme fırsatını yakalamıştır. Jacques mezhep değiştirmiş, manastıra kapanmaya karar vermiştir. Bu arada da Gertrude, rahibi değil de rahibin oğlu Jacques’i sevdiğini anlamıştır.

Gören gözlerle eve dönen Gertrude, Amelié’ yi ne kadar mutsuz ettiğini aynı şekilde kendisinin de mutsuz olduğunu anlayarak kendisini ırmağa atar. Kurtarılır ve rahibe onu sevmediğini, oğluna aşık olduğunu, Amelié’ yi mutsuz etmekten duyduğu üzüntüyü  ve bunların sonucunda intihar etmek istediğini söyler. Irmaktayken fazlaca su yuttuğu ve ıslak elbiseleriyle uzun süre kaldığı için kurtarıldıktan sora fazla yaşayamayarak ölür. Rahibe göre oğlu mezhep değiştirerek Gertrude de ölerek yani her ikisi birden hayatından uzaklaşarak onu cezalandırmışlardır.

 

II. KİŞİLER: 

 Rahip: Orta yaşlı, merhametli, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan biri. Ancak eşi Amelié ile mutsuzdur. Eşinin tavırlarını sürekli eleştirir. Başlangıçta Gertrude’ e karşı duygularının farkında değildir, sonradan da Gertrude ‘ün kendisine ihtiyacı olduğunu düşünerek olayları çarpıtır. Eserin iskeletinin rahibin çatışmaları oluşturmaktadır.

Amelié: Rahibin karısı. Geçim sıkıntısının mutsuzlaştırdığı, içindeki yaşam sevincini söndürdüğü kadın. Bir yandan kocasını kıskanırken diğer yandan oğluyla kocasının aynı kıza aşık olmasını izlemek sorunda kalır. Kocasını iğnelemek, söylenmek, çocuklarıyla ilgilenmeye çalışmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur. Üstelik o kadar mutsuzdur ki büyük kızının mutsuzlukta onun bir benzeri olduğunun farkında bile değildir.


Gertrude: Yoksul kadının yoksul ve kör yeğeni. Eserin başında saçları birbirine karışmış, yüzü bile görünmeyen 14 - 15 yaşlarında zavallı bir kızken temizlenip giydirildikten, okuma yazma öğretildikten, insan içine karıştırıldıktan sonra aslında yaşının daha büyük olduğu anlaşılan çekici bir genç kıza dönüşmüştür. Duygusaldır, her kör gibi seslere duyarlıdır. Zekidir, algısı kuvvetlidir, yaşam doludur. Hayalleriyle gerçekler arasında sıkışıp kalır.

Jacques: Rahibin İlahiyat okuyan oğlu. Zeki, yakışıklı, duygusal bir gençtir. Gertrude ‘ e aşıktır. Babasının duygularının ve yaptıklarının farkında olan Jacques, babasının duygusal yönlendirmesi sonucu Gertrude’ ü bırakır ama sonradan mezhep değiştirip manastıra kapanma planlarıyla aslında babasını cezalandırır. 

 

III. ZAMAN:

Eserde iki ayrı zaman vardır. Birincisi, rahibin günlüğünü yazmaya başladığı zaman ve günlüğünü devam ettirdiği zamandır. İkinci zaman ise rahibin anlattığı olayların başladığı zamandır. Rahip olayları, anlatmaya başlamadan tam iki yıl altı ayda önce yaşamaya başlamıştır. O zaman yaşadıklarının ona hissettirdiği şeylerle yazarken hissettiği şeyler farklıdır yazarın, bize de bunu vurguluyor.

 


IV. MEKÂN: Fransa’ nın La Chaux- de- Fonds kasabasından yukarıdaki fakir bir kulübede başlar olaylar. Rahibin aynı adlı kasabadaki evinde, kilisede, ALPLER’in sınırındaki doğada, konser dinlemeye gittikleri Neuchhâtel’de ve Louise de la M… ‘nin evi romanda kullanılan mekânlardır. Olaylar, dış mekân ağırlıklıdır. Göremeyen bir kızın tabiatı ( pastoral bütünlüğü ) tabiatın sesleri ile anlama çalışması eserde yoğunluk kazandığı için doğanın seslerine ihtiyaç duyulan dış mekân eserde çoklukla kullanılmıştır.

YAZAR, ESERDE GÖRÜLEMEYEN MEKÂNI/ DOĞAYI / DIŞ DÜNYAYI / HAYATI KİŞİLERİN PSİKOLOJİLERİNİ BAŞARIYLA YANSITMAK İÇİN YARARLANMIŞ:

Eserdeki mekân betimleri, seslerin betimlenmesiyle verilerek doğadan adeta bir ezgi unsuru gibi yararlanılmış. Artık olmayan görme duyusunun yerini, doğayı tanımak için işitme duyusunun almasıyla adeta doğayı senfoni olarak algılama adına seslerin betimlenmesi yapılmış:

 “ Sonradan bana anlattığına bakılırsa kuş seslerini duyunca bunu, yanaklarını ve ellerini okşayan sıcaklık gibi, ışığın katkısız bir etkisi olarak tasarlarmış. Bu konu üzerinde pek açık seçik düşünememekle birlik­te, ateşte kaynayan suyun ses çıkarması gibi, sıcak hava­nın ötmesi pek doğal gelirmiş ona. Gerçek şu ki, benim kendisiyle ilgilenmeye başladığım güne dek hiçbir şeye dikkat etmiyor, hiçbir şeyden kaygılanmıyor, tam bir uyuşukluk içinde yaşıyormuş. Bu tatlı seslerin, tek gö­revleri doğanın dağınık sevincini duymak ve duyurmak olan birtakım canlı yaratıklardan çıktığını ona öğrettiğim zamanki bitmek tükenmek bilmeyen sevincini hatırlıyorum şimdi. (O günden sonra ‘bir kuş gibi sevinçliyim’ demek alışkanlığını edindi.) Bununla birlikte, bu ezgile­rin anlattığı görkemli evreni hiçbir zaman göremeyeceği düşüncesi onu hüzünlendirmeye başlamıştı. “ ( s. 28 )   [ 2 ] Hayatı boyunca evinden çıkmamış kör bir kızın evden çıkınca sevincini doğadaki bir varlıkla ifade etmesi, o güne kadar doğal saydığı seslerin farklılıklarını anlaması eserin ana noktalarından biridir.

 

Yine konserde BEETHOVEN’ in PASTORAL SENFONİ ’ sini dinledikten sonra Gertrude’ ün yaşama bakışı ve yaşamı tanıyışı seslerle görüntü kazanır:

“Bu sıralarda onu Neuchâtel'e götürüp bir konser dinletme olanağını buldum. Senfoninin çalmışında her bir müzik âletinin aldığı rol, bu renk konusuna dönebilmemi sağladı. Gertrude'e, yaylı çalgıların, nefesli bakır çalgı­ların, flütlerin her birinin çıkardığı sesleri ayırt ettirdim ve bunların her birinin kendine göre az ya da çok güçlü olarak en tizinden en peşine kadar bütün ses çeşitlerini verebildiklerini anlattım. Bunlara benzer biçimde, doğa­daki renkleri de gözünün önüne getirebileceğini söyledim. Örneğin, dedim, kırmızı ve turuncu renkler borulu çal­gılarla, mızıkaların seslerine, sarılarla yeşiller kemanla­rın, viyolonsellerin ve baslar m seslerine benzer; morlar­la maviler de flütlerin, ağız çalgılarının seslerini hatırla­tır. Kuşkularının yerini içinden gelen bir çeşit hayranlık alıverdi:

«Kimbilir ne güzel şeylerdir bunlar!» diye tekrarlı­yordu sonra birden.

«Ya beyaz? diye sordu, beyazın neye benzediğini dü­şünemiyorum ...»

O anda, kıyaslamalarım pek eğreti göründü bana, ge­ne de bir şeyler söylemeye çalıştım.

«Beyaz mı? dedim, beyaz, bütün tonların birbirine karıştığı en keskin uçtur; tıpkı karanın en karanlık uçta olması gibi.»

Ne var ki bu açıklama beni ondan daha fazla doyur­madı. Çok geçmeden, en tiz seslerle olduğu gibi en pes seslerde de nefesli bakır çalgıların, flütlerin ve keman­ların birbirinden ayırt edilebildiklerini söyleyerek bu kı­yaslamaya pek inanmadığını belli etti. Çoğu kez olduğu gibi, o anda da şaşırıp kaldım, söyleyecek söz bulamadım, hangi kıyaslamaya başvurabileceğimi aradım durdum.

«Pekâlâ, dedim, beyazı şöyle getir gözünün önüne: Hiçbir rengin bulunmadığı, sadece aydınlıktan ibaret tamamiyle arı bir şey olarak düşün; kara'ya gelince, tam tersi, o kadar çok renk yığılmış ki, kapkaranlık olmuş...»  ( s. 32 ) [2]

 
V. ANLATICI: 

Anlatıcı rahibin kendisidir. I. Tekil kişili anlatım esastır. Bu sebeple biz kahraman bakış açısının eserde hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Eserde anlatılanlar da rahibin olaylara kendi bakış açısını yansıttığı için özneldir. İnternetteki bazı sitelerde anlatıcının III. kişi olduğu yazılmış. Bu, doğru bilgi değildir.  

Yazar, olayları anlatırken diyaloglara yer vermiş, İncil’ den alıntılarla anlatımını süslemiştir.

 

VI. ROMAN YAZILIRKEN HANGİ ANLATIM TÜRLERİNDEN YARARLANILMIŞTIR?  

Günlük türünden yararlanılarak oluşturulmuş bir kısa romanla karşı karşıyayız.


VII. ROMAN HANGİ ROMAN ÇEŞİDİNE GİRMEKTEDİR? 

Bu romana, kişilerin psikolojik süreçlerini yansıttığı için tahlil/ psikolojik roman diyebiliriz.

VII. YAZARIN DİL VE ANLATIMI NASILDIR? 

 

Çeviri bir eser olmasına rağmen dili oldukça akıcı. Bazı yerlerde çevirmene ait anlatım bozukluklarına rastlıyoruz. Mesela romanın dahi ikinci cümlesindeki anlatım bozukluğu gözden kaçacak gibi değil:

“ On beş yıldan beri ayda iki kez dinsel törenlerini yapmayı adet edindiğim R.. ‘ ye gidemedim.” [ 2 ]  İnsan bu cümleyi okuyunca, yazarın R..’ ye on beş yıldır gitmediği sonucunu çıkarıyor. Oysa okumaya devam edince anlıyor ki R..’ de on beş yıldır dinsel tören yapan yazar, yoğun kar yağışı nedeniyle o gün evden çıkamamış.

Sözcüklerin yanlış yerlerde kullanılmasından kaynaklanan anlatım bozuklukları dışında kısa cümleler var kitapta. Diyaloglar konuyu belirginleştirip anlaşılır şekle koymak için düzenlenmiş. Yazarın yoğun bir anlatımı var. Az sözle çok şey söylenmiş. Anlatıma İncil’ den sözlerle devam edildiği için sözlerle olayların bağlantısı çok güzel kurulmuş. Bu kadar kısa bir romanda bu kadar yoğun şeyleri ifade edebilmek için gerçek bir anlatı ustası olmak gereklidir. Kitapta gereksiz tekrarlara ya da klişe cümlelere rastlayamazsınız. Olaylar da diyaloglar da birbirleriyle son derece tutarlı. Mekân betimlemelerinden kişilerin psikolojilerini yansıtmak için yararlanılmış, doğa betimlemeleri ile kişilerin doğayı algılamaları, birbirlerine ve hayata karşı duyguları son derece mükemmel verilmiş.  Ve tabi ki betimlemelerden çokça yararlanılmış; seslerin, renklerin ve bunların yardımıyla doğanın betimlenmesine…

 

 C.ESERİN OKUYUCU TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ:                                                                                                                               


a. TİP KARAKTER VE ŞAHSİYETİN BELİRLENMESİ:      

                                                                                  
Eserde tip yoktur. Çünkü eserin başından sonuna kadar kimse aynı davranışları abartılı bir şekilde göstermez. Olayların akışına, durumlara, isteklere ve beklentilere göre kişilerin tutumları ve tepkileri değişmektedir. Yaşanan her şey kişilerin olaylara bakış açısında etkili olmaktadır. Bu sebeple özellikle rahip, Amelié, Gertrude ve Jacques tutumlarında değişiklik gösterdikleri ve iç çatışmalarıyla betimlendikleri için karakter olma niteliklerine sahiptirler.

 

b. Eser, Fransız edebiyatına ait bir eserdir. 1919 yılında yazımı tamamlanmıştır. Andre Gide’ in Kalpazanları henüz yazmadığı ve dünya edebiyatının post – modernizmi tanımadığı yıllardır.

Eserde sosyal konular yerine bireysel konulara değinmek tercih edilmiştir.

 

c. Tezli bir eser midir ( Eserde yazarın savunduğu bir fikir var mıdır; kurgu, ispatlanmak istenen bir tezin üstüne mi oluşturulmuştur?):

 İncil’ den alınan “ Kör olsaydınız günahınız olmazdı.” ( s. 92 ) [3]sözü Gertrude’ in gözlerinin görünce Amelié’ yi ne kadar mutsuz ettiği ve günahlarını gördüğü temasıyla beraber yine Gertrude’ ün evli bir rahibe âşık olduktan sonra inancıyla duygularını sorgulaması:

“ Tanrı yasalarıyla sevgi yasalarının bir olduğunu söylerdiniz bana sık sık” ( s. 78)

diyerek rahiple konuşması ve sevgi yasalarının aslında Tanrı’ nın yasalarıyla uyuşmadığını belirtmesi.

 


d. Andre Gidé, Fransız ve dünya edebiyatında egzistansiyalizm akımının temsilcisidir. Kişilerin bireysel bunalımlarından, toplum içindeki yalnızlıklarından bireysel olarak var olmaya geçiş süreçlerini yansıtan eserler yazarlar varoluşçu/ egzistansiyalist akımının temsilcileri. Onun bu eserinde de kişilerin durumları ağırlık kazanmıştır.

Gertrude’ ün rahibin evine getirildiğinde hiçbir özelliği yoktur. Doğayı da insanları da tanımamaktadır ve kördür. Ona her şeyi rahip anlatır ve İncil’ den pasajlar okur. Dünyayı kendi anlattıklarıyla anlamasını sağlar. Burada Gertrude’ ün bir var oluş sürecini görüyoruz. Yönlendirme aşamasında da rahip, oğlu Jacques, karısı Amelié var. Bu masalsı dünya Gertrude’ün gözlerinin bir gün gerçekten görmesi ve var olduğunu sandığı dünyanın aslında olduğunu sandığı gibi olmadığını anlamasıyla ve intihara yönelmesiyle son bulur.

Gertrude’ ün kişisel gelişimini ve bunun insanlar/ insanların hayatları üzerindeki etkilerini de eserden takip edebiliyoruz. O halde burada evliliğinde mutsuz ve karamsar olan, mutluluğu yeni bir insanı şekillendirmede arayan rahibin yeni arayışlarıyla kör bir genç kız olan Gertrude’ ün görmediği bir dünyada var olma çabalarını görebiliyoruz. Eserde rahip de Gertrude de kendilerini sorgularlar. Getrude’ ün görmeye başladıktan sonraki gerçekleri romanın sonunu getirir. Neticede Gertrude, başkasının mutsuzluğuna sebep olduğunu anladığı noktada var oluşunu sonlandırır. Burada bunalımlı kişi, rahiptir. Hem duygularını kendine itiraf edemediği hem oğlunu Gertrude’ den uzak tutmaya çalıştığı hem eşine duyduğu sadakatle Tanrı’ nın emirleri ve bu emirlerin günahları çoğalttığı noktada çatışmalar yaşar.

“ Emirlerle günah, yeni güçler kazandı.” [ ( Romalılar VII, 13 ) s. 66 ] Tanrı’ nın emirleri gerçek sevgilerin günah olmasına sebep olacaktır. İşte rahip bu bunalımları yaşarken olaylara objektif bakamaz. Gertrude’ ün kendi sevgisine ihtiyacı olduğunu düşünür, çevresindekilerin duygu ve görüşlerini anlayamaz.

Toplumu yönlendiren bir din adamı olarak rahip görevleri, toplumsal misyonu ve istek/ ihtiyaçları arasında sıkışıp kalmıştır. Aynı şekilde görmediklerini hayal eden Gertrude de eserin sonunda gördükleriyle hayal ettikleri arasında sıkışıp kalır.

Yazarın bakış açısı toplumsal dayatmalar yerine bireyin içten olması, kendisini tanıması, bireysel özgürlüklerin yanında olmasıdır. Hümanist bir bakış açısı vardır Ander Gide’ in bu eserinde. Evli bir rahiple kızı yaşındaki kör bir kızın aşkını anlatırken aslında toplumsal kurallara karşı çıkış, bireyin mutlu olduğu yerde var olduğu gerçeğini de bize vurgular yazar. Kör bir kızın da toplum içinde var olabilmesi ve herkes gibi yaşayabilmesi de savunduğu diğer görüştür.


e. Eserin giriş, gelişme, sonuç bölümlerini belirtiniz.

Eserin giriş bölümü, rahibin, ölümüne dua için çağrıldığı yoksul bir kadının evinde ölen yaşlı kadının kör yeğenini görmesi, ona acıması ve onu evine götürmesiyle başlar. Eve giden kızın bitlerinin temizlenmesi, ona ad verilmesi, okuma yazma öğretilmesi, onun dış dünyayla iletişime girmesiyle giriş bölümü sona erer.

Rahibin Gertrude’ ü senfoni dinlemeye götürdüğü Neuchhâtel’den itibaren Gertrude artık dış dünyayı kavramaya başlamış, rahiple tartışma yapabilecek duruma gelmiştir. Rahibin kilisede Jacques’le Gertrude’ü görüp kıskandığını anlayamaması, karısının imalı sözleri, mutsuzluğuyla yüzleşmesi, Jacques’in Gertrude ile evlenmek istemesi ve her ikisinin de evden uzaklaştırılmaları eserin gelişme bölümüdür.

Sonuç bölümünde tema değişir. Olaylar artık Gertrude’ ün dünyayı görmesiyle başlayan bir sürece girmiştir. Gertrude’ ün ameliyat olması, körken yaşadığı dünyaya gören gözlerle bakması ve emir ve günahlarla yüzleşmesi, başkalarının mutsuzluklarına sebep olduğu gerçeğiyle beraber âşık olduğu kişinin minnet duyduğu kişi değil Jacques olduğu gerçeğiyle de yüzleşmesi ve bu gerçekle baş edemeyip hayatına son vermesi sonuç bölümüdür.


f. Eserdeki kişilikler son derece inandırıcıdır. Gerçekçi bir şekilde betimlenmiş, duygu ve olaylar açıkça söylemek yerine çoğu yerde okuyucuya sezdirilmiştir.  

 

h. Okuyucu olarak eserle ilgili fikirlerim:

Eserdeki yoğun anlatım dikkatimi çekti. Az kelimeyle çok şey söylenmesi, İncil’ in emirlerinin tartışılması, sevginin ahlaki boyutları ve bunların kişileri içine soktuğu çatışma durumları esere esas boyutlarını kazandırmış. Aslında eserde tartışılan konular var: babayla oğlun aynı kıza aşık olmaları ve İncil’ i farklı yönleriyle tartışmalarının yanında eserin başında rahibin İncil’ den alıntı yaparak söylediği “ Kör olsaydınız günahınız olmazdı.”  Sözünün sonunda görmeye başladığımızda ilk gördüğümüz şeylerin günahlarımız olması eserin dayandığı bir başka noktadır. Yine Tanrı’nın emirleriyle saf sevgi arasında kalan kişinin Emir ve günahlar konusundaki yaklaşımları da son derece ahlaki bir bakış açısı doğurmuş. Burada kimin ahlakını sorgulamalı? Gertrude ‘ün mü; Jacques’ ın mı, Amelié’ in mi yoksa rahibin mi? Bir şey, ona ne kadar inanmak istersek o kadar bizim gerçeğimiz olur. Bizim gerçeklerimiz, gün gelir ki en büyük yanılgılarımız olur. Rahibin bütün bu çatışmaların sonunda kendi yanılgılarıyla ve kendisiyle baş başa kalması oldukça ilginçtir. Oğlunun: “" Babacığım, sizi suçlamak haddim değil, ne var ki sizin düştüğünüz yanılgı, doğru yolu gösterdi bana.”  ( s. 94 ) Cümlesiyle Gertrude ‘ün ölmek üzereyken : “ Sizi görmeye katlanamıyorum.”  S. 93 )  cümleleri rahip kendi duygularıyla içinde şu şekilde hissettirir: “  Böylece sevdiğim iki varlık da aynı anda terk ediyordu beni; yaşantılarında benim yüzümden ayrıldıkları için, benden kaçmaya ve Tanrı’ nın huzurunda birleşmeye karar vermişlerdi sanki.” ( s. 94)  

Eserdeki diğer çarpıcı nokta da Beethoven’ in Pastoral Senfonisi’ ne gönderme yapılarak doğanın sesleriyle anlatılmasındaki başarıydı bence. İnsanı toplumun ahlaki değerleri, dinsel emirler/ inançlar ve bireysel istekleri arasındaki tutarsızlık üzerine düşündüren bir roman. Herkese, mümkünse daha iyi bir çeviriden okumayı tavsiye ederim.

SEÇKİN ROMAN İLGİLİ LİNKLERİMİZ

Monte Kristo Kontu ve Özeti A. Dumas

Üç Silahşörler İnceleme ve Özet Alexandre Dumas

Kamelyalı Kadın Romanı Hakkında A. Dumas

Siyah Lale Hakkında ve Özeti Alexsandre Dumas

Demir Maske Özeti ve Alexandre Dumas Hakkında

Martın Eden ve Özeti Jack London

Vahşetin Çağrısı ve Özeti Jack London

Demiryolu Serserileri Romanı Ve Özeti Jack London

Demir Ökçe Romanı Hakkında ve Özeti Jack London

Yüzbaşının Kızı Hakkında ve Özeti A. Puskin'in Hayatı

 

 kaynakça


[1] https://andre-gide-kimdir.cix1.com/

[2] ] Andre Gidé, Pastoral Senfoni, Cem yayınevi, Nobel Dizisi, Kasım - 1993

[3] Pastoral Senfoni : Andre Gidé , çev. Leylâ GÜRSEL, Cem Yayınları, Nobel Dizisi, Kasım - 1993,

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar