Rıza Tevfik Bölükbaşı Hayatı ve Edebi Kişiliği

13.11.2013



Rıza Tevfik Bölükbaşı

Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869, Mustafapaşa -31.12.1949, İstanbul) Türk şair, filozof, siyasetçi ve devlet adamı.

Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869, Mustafapaşa -31.12.1949, İstanbul) Türk şair, filozof, siyasetçi ve devlet adamı.

DOĞUMU AİLESİ

1869’da bu gün için Bulgaristan sınırları içinde kalmış olan Svilengrad’ın Cisr-Mustafa paşa kazasında doğdu. Cisri kazası o yıllarda ise Edirne vilayetine bağlıydı. Babası Arnavutluk’tan Debre-i Bâlâlı, Mülkiye kaymakamlarından Hoca Mehmet Tevfik, annesi Kafkasya’dan kaçırılmış bir Çerkez kızı olan Münire Hanım’dır.[1]

HAYATI

Rıza Tevfik,  ilkokula babasının İstanbul' da hocalık yaptığı Dağhamamı’ndaki Sion Musevî okulunda başladı. Bu okulda ilköğrenim yıllarından itibaren İspanyolca ve Fransızca öğrendi.  Bir süre babasının görev yaptığı Beylerbeyi ve Davutpaşa rüştiyelerine devam etti. Babası İzmit’e tayin olunca tahsili yarım kalmış, annesi bir sıtma salgınında İzmit’te vefat edince, çocukluk ve ilk gençlik yılları ailenin göç ettiği Gelibolu’da geçmişti.

 

Fakat rüştiyeyi babasının kaymakamlık yaptığı Gelibolu’da bitirdi.  1884 yılında Galatasaray Lisesi’ne girerek devam etti. Fakat bu liseyi bitiremedi. [2] Kaynaklardan bazıları onun Galatasaray Sultanisini bitiremediğini buna rağmen babasının dostu bir paşa tarafından Mülkiye mektebine kaydedildiğinden söz etmektedir. [3]  Nitekim 1887’de Mekteb-i Mülkiye’ye kaydolmuş ama bir talebe hareketine katıldığı için bu okuldan da atılmıştı.  (1890)[4]

Galatasaray Lisesini bitiremeyince babasının bir dostu olan bir Paşa tarafından Mülkiye Mektebine alınan Rıza Tevfik, Mülkiyeden atıldıktan sonra 1890’da Tıbbiyeye girdi. [5] Tıp eğitimi sırasında da birkaç defa hapse girdi çıktı; hapiste de mahkûmları isyana teşvik etti.  Hareketli ve çatışmacı mizacı yüzünden yaşadığı sorunlardan kurtulması hayatının bir düzene girmesi için 1895’te Dârülmuallimât müdîresi Ayşe Sıdıka Hanım’la evlendirildi. Tıbbiye’de son sınıfında iken II. Abdülhamid’in emriyle 1897’deki Türk-Yunan Muharebesi’nde yaralı askerleri Manastır’dan İstanbul’a nakleden seyyar bir hastaneye ve Fahri Paşa’nın yanına gönderilmişti. Fakat her türlü menfi olaylara rağmen dokuz yıl süren öğrenim müddetinden sonra 1899’da Tıbbiyeyi bitirip doktor olmayı başardı.

Tıbbiyeden mezun olduktan sonra 1890 yılında Cenab Şahabeddin’in yardımıyla Karantina idaresinde doktor olarak çalışmaya başlamıştı. Tıbbiye yıllarında tanıştığı Ayşe Sıdıka Hanım’dan üç çocuğu dünyaya geldi. Ancak eşini 1903 yılında çocuklarını ise 3, 4 ve 7 yaşlarında iken kaybetti. [6]

Bu olay bir şiirine şu şekilde yansımıştır.

Bir akşamdı, evimizde ecel kanat germişti,
Anneni - bir cellad gibi - vurup yere sermişti.
Ölüm ile pençeleşen bir hayatın güreşi,
Sekiz yıldan sonra dinmiş; nihayete ermişti.
Adalar’ın denizinde batan akşam güneşi
Sönük, ölgün ışığını çamlıklara dökmüştü…

1903 yılında ikinci eşi olan Nazlı Hanımla evlendi. 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetine girdi. 1908 yılına kadar doktorluk görevinde kalmış. 1908 den sonra politikaya atılmıştı. Bir yıl sonra  Edirne mebusu olarak Osmanlı parlamentosuna girdi. 1908'de ilân edilen II. Meşrutiyet sonrasında Selim Sırrı Bey (Tancan) ile birlikte İstanbul'un asayişinden sorumlu oldu. Delişmen mizacı ve devasa cüssesi ile Meşrutiyet yıllarında atlı polis teşkilatının ve İstanbul asayişinin sorumlusu olarak bir hayli sivrilmişti. [7]

I.Meşrutiyet’in ilân edilince Selim Sırrı (Tarcan) ile İstanbul sokaklarında at üstünde hürriyet ve meşrutiyet nutukları atmıştı. O yıl Edirne mebusu seçilip Meclis-i Mebusan’a girmişti. Fakat bir süre huysuz mizacı yüzünden de olsa gerek İttihat ve Terakki Cemiyeti ile anlaşmazlığa düştü. Disiplinsiz ve her şeye muhalif mizacı ve düşüncelerindeki değişkenlikleri yüzünden İkinci mebus seçiminde parlamento dışında kaldı. Bu nedenle 1911’de kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkasına geçmişti.

 

Hürriyet ve İhtilaf fırkasına geçerek ittihatçılara karşı cephe aldı. Balkan Harbi’nin İttihatçılar yüzünden çıktığına inanıyor, devletin Birinci Dünya Savaşı’na girmesine karşı çıkıyordu. [8] İttihatçılarla mücadele için 1912’de Hürriyet ve İtilaf Fırkasına girdi. 1912’de, Büyükada’da yaptığı bir konuşma nedeniyle ve bir ay süre ile hapsedildi. Hapisten çıkınca seçim konuşması için gittiği Gümülcine’de İttihatçılar tarafından dövüldü.[9] Bu olay onu biraz sendeletmiş, siyasetten uzaklaşmasını sağlamış 1913-1918 yılları arasında Rehber-i İttihad-ı Osmanî Mektebi’nde dersler verip Istılahat-ı İlmiye Encümeni’nde çalışmasını ve nispeten sakin bir süreç yaşamasına neden olmuştu.

 Bu sırada Sultan II. Abdülhamit’ten özür dileyen bir şiir de yazdı. Tevfik Paşa Kabinesinde Maarif Nazırı oldu. Tevfik Paşa kabinesi düşünce bu defa Şura’yı Devlet Reisi olarak meclis başkanı da oldu. [10]

1918’de son Osmanlı kabinesinde Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı) olarak bulundu. Aynı yıl Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nın büyük üstadı oldu. [11] Belki de bu sayede 1919’da Şura-yı Devlet (Danıştay) Reisliği görevine getirildi. [12]

Bu yıllar arasında(1908-1918)  Darülfünun’da felsefe dersleri de veriyordu. Felsefenin eğitim sisteminde yer alması için gayret gösteriyordu. Halkın önünde konuşmak ve nutuklar çekmekten de hoşlanıyor iri cüssesi ile etkili oluyordu. Bu yıllarda gerek yaptığı konuşmalar, gerek Darülfünûn'da felsefe hocalığı yapması nedeniyle "Feylesof Rıza Tevfik" diye anılmaya başlamıştı. 23 Temmuz 1908 tarihinde başlayan II. Meşrutiyet Dönemi (1908-1918) boyunca Tiyatro  salonları ve kıraathanelerde halka açık verdiği konferanslar ile tanındı. [13]Maarif Nazırlığı süresinde Felsefe derslerini liselerin müfredatına koydu. [14]

1919 ‘da Sevr Antlaşmasına Osmanlı delegesi olarak katıldı. Osmanlı Devleti adına Sevr Antlaşması'nı (10 Ağustos 1920) imzaladı. Bu anlaşmaya imza koyması nedeniyle ve Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’e karşı bir konumda bulunması yüzünden adı “Yüzellilikler listesinde “ yer aldı. Sevr Antlaşması’nı imzalayan heyette yer alması ve Millî Mücadele’ye karşı bir tutum sergilemesi nedeniyle Dârülfünun’daki görevinden istifa etmek zorunda kaldı (8 Nisan 1922).

1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesinden sonra yakın dostu Ali Kemal’in İzmit’te linç edilmesi üzerine, aynı âkıbete uğramamak için Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. 8 Kasım 1922. Ürdün kralı Emîr Abdullah’ın daveti üzerine Amman’da kralın divan tercümanı oldu. Ayrıca Amman’da Âsâr-ı Atîka Müzesi müdürü oldu. 1934’te buradan emekliye ayrılarak Lübnan sahilinde Cündiye kasabasına yerleşti.

 Sürgün yıllarında Hicaz, Amerika, Ürdün ve Lübnan'da yaşadı. Sürgün yıllarının pek çoğunu Lübnan’ın Cündiye kasabasında geçirmişti. [15] Ürdün Krallığının gözetiminde ve Cündiye kasabasında Rıza Tevfik’in sürgün yılları yirmi yıla yakın sürmüştü.

Politikadaki tutarsızlıkları ve ateşli kişilik yapısı nedeniyle olaylarla dolu bir ömür süren Rıza Tevfik Lübnan ‘da yaşarken bir ara Amerika’ya da gidip geldi. 1936 yılında eşiyle birlikte çıktığı Avrupa seyahatinde bir yıl kadar Fransa ve İngiltere'de, bir süre de Amerika’da kalmıştı.

 Sevr Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı delegelerinden birisi olduğu için “Yüz ellilikler “ arasına girmiş ve bu listedekiler vatandaşlıktan çıkarılmışlardı. Bu yıllarda duyduğu memleket özlemi şiirlerine yansıdı.  Sürgünde iken yazdığı "Uçun Kuşlar" isimli şiirinde yer alan;

Uçun kuşlar uçun! Burda vefa yok!
Öyle akarsular, öyle hava yok!
Feryadıma karşı aks-i sedâ yok!
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır." kıt ‘ası, o zamanki sıla özlemini ve yurduna duyduğu derin sevgiyi dile getirmektedir.

1939 yılında çıkan Af Kanunu’ndan faydalanarak af kanunundan dört yıl sonra 1943’te kendi ifadesiyle "hesaplaşmak için değil, vedalaşmak için" yurda döndü. Soyadı kanunundan sonra ve yurda döndüğünde “Bölükbaşı “  soyadını aldı. [16]

31 Aralık 1949’da, felç tedavisi için yattığı İstanbul Vakıf Gurebâ Hastanesi’nde zatürreeden öldü. Mezarı, Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

1908 yılından başlayarak ölümüne yakın günlere kadarki yaşadıklarını “Biraz da Ben Konuşayım “ adını verdiği hatırat kitabında topladı. Bu eser başta Sevr olmak üzere II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde içinde yaşadığı, doğrudan ya da dolaylı olarak karıştığı siyasi nitelikli olayları birinci dereceden anlatan en değerli belge ve kaynaklardan birisi olmaktadır. Rıza Tevfik (Bölükbaşı)’ın  “Biraz da Ben Konuşayım” adlı hatırat eseri İletişim Yayınevi tarafından basılmıştır.

Güntekin Yıldız'ın ifadesine göre “ hiç bir düşünce ve fikir, önderine sonuna kadar bağımlı kalamamıştır. Çünkü onun mizacında değişkenlik, hırçınlık ve delişmenlik vardır.  Onun karakterinde sonuna kadar bir düşünce içinde kalabilmek yapısı yoktur. Rıza Tevfik’in biyografisine bakılınca bu tespit doğru görülür. Sürekli fikir ve taraf değiştiren bir uçtan diğerine gidebilen mizacı yüzünden hareketli ve meşakkatli bir ömür yaşamıştır.

Tutarsız davranışlar ve aşırı tepkiler göstermekle dikkat çeken Rıza Tevfik, ders kitaplarından adının çıkartıldığını duyunca aşırı üzülmüş hatta Türklükten istifa edip mektuplarını ve yazılarını Fransızca kaleme almıştır.  Çok sevdiği ülkesine ve Türklüğe bu denli tepki gösterebilmesi bile onun mizacını anlamamıza yetmektedir.

EDEBİ HAYATI VE KİŞİLİĞİ 

Rıza Tevfik Bölükbaşı, bütün şiirlerini tek kitabı olan Serâb-ı Ömrüm adlı kitabında bir araya getirmiştir. Bu kitap, 1934’te Lefkoşa’da basıldı.

Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerle tanınan Tevfik Rıza Bölükbaşı, felsefeye merakı nedeniyle Filozof Rıza olarak anıldı. İlk şiirlerinde aldığı eğitim ve devrin şartların gereği aruz ölçüsünü kullandı. Servetİ Fünu tesirinde yazdığı ilk şiirleri ile fazla ses getiremedi. Biraz da hareketli süren yaşantısı nedeniyle şiire eğilememişti. 1914 yıllarından sonra zaman zaman yazdığı şiirlerinde hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Hamid, Ekrem veTevfik Fikret  etkisinde şiire başlayan şair, asıl ününü Hece Ölçüsü ile yazdığı şiirleri ile kazandı.   Heceye dönüşünde Mehmet Emin izleğinden gitti. Tekke ve Bektaşi şairleri ile şiirlerine meyletti. Şiirlerinde saz şairlerinin dil, konu üslup söylem ve biçimlerine yöneldi.  Rıza Tevfik’in aruzdan heceye yönelişi Abdullah Uçman tarafından şu şekilde ifade bulmuştur.  “2.meşrutiyet'i takip eden yıllarda yayınladığı divan, Koşma ve nefeslerle daha önce Mehmet Emin Yurdakulun başlattığı hece vezni şiiri asıl vadisine oturtmuş, folklor, halk ve tekke edebiyatı hakkında yazdığı dikkate değer makalelerle de Türkçülük hareketine değişik bir yön vermiştir. Türk milletinin hafızasında saklı duran folklor malzemesi ile halk âşıkları Bektaşi dervişlerinin dilindeki şiir örneklerinin Türk milletinin karakterini ifade eden şiirler yazmıştır.” [17]

Tekke şairlerinin nefeslerinin etkisinde yazdığı şiirlerinde tasavvufi konulara da değindi. Nefes, kalenderi, devriye türlerinde yazdığı şiirleri ile tekke şairlerinin izinden gitti. Saz şairlerinin sevdiği ve seçtiği konularda başarılı, lirik şiirler yazdı. Hicran sılaya özlem, memleket hasreti sürgün yıllarında yazdığı şiirlerin başlıca temaları olmuştu. Yurdundan ayrı kalmasının da sebebi ile sürgün yıllarında yazdığı şiirleri ile dikkat çekti. Lirizm değeri yüksek, dokunaklı, ahenkli, türkü tadında sevda ve sıla şiirleri yazdı.

Anonim Halk Edebiyatı'nın tanıtılması ile ilgili çalışmalar da yapan Bölükbaşı’nın Ömer Hayyam çevirileri, Tevfik Fikret hakkında incelemesi ve Darülfünun'da vermiş olduğu felsefe derslerinin ders notları kitaplaştırılarak Felsefe Dersleri adıyla yayınlanmış olup felsefî açıdan Türk fikir hayatında önemli bir yere sahiptir. Bu eserin transkripsiyonu 2001 yılında Dr. Münir Dedeoğlu tarafından günümüz Türkçesiyle yeniden yayınlanmıştır.

Felsefeye meraklı olan ve bu konuda bazı makaleler de yazan şairin dağınık halde bulunan yazıları  "Abdülhak Hamid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi" adlı eserini Abdullah Uçman tarafından toparlanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları'ndan çıkarmıştır. Felsefe sözlüğü adlı çalışması ise yarım kalmıştır. [18]

Bazı Hatıraları, (İletişim Yayınları) tarafından "Biraz da Ben Konuşayım" adı altında yayınlanmıştır.

Rıza Tevfik'in Sevr Antlaşmasını imzalamak üzere Paris Barış Konferansına giden Osmanlı heyetinin diğer üyeleriyle birlikte İtilaf Devletlerine ait bir savaş gemisinin güvertesinde çekilmiş bir fotoğrafı vardır. Bu fotoğrafta Rıza Tevfik resimde fes takmış Damat Ferit Paşa'nın sağında yer alır. Solunda ise Maârif Nâzırı Bağdatlı Hâdi Paşa ve Bern sefiri Reşat Halis bulunur. Bu dört kişi, diğer 150'liklerle birlikte Türk vatandaşlığından çıkarılmışlardı.

KAYNAKÇA 

 

[1] Yücebaş, Hilmi (1950), Bütün Cepheleriyle Rıza Tevfik, İstanbul.

[2] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler, Elips Yayınları, Ank. 2005, shf125

[3] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler, Elips Yayınları, Ank. 2005, shf125

[4] PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/bolukbasi-riza-tevfik

[5] Yücebaş, Hilmi (1950), Bütün Cepheleriyle Rıza Tevfik, İstanbul.

[6] Kandemir (1943), Kendi Ağzından Rıza Tevfik, İstanbul.

[7] Canlı Tarihler (İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1944) serisi 4. cildinde Selim Sırrı Tarcan bölümü

[8] Y. Doğan Çetinkaya, 1908 Osmanlı Boykotu: Bir Toplumsal Hareketin Analizi, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2004).

[9] PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/bolukbasi-riza-tevfik

[10] Filozof Rıza Tevfik, Hayatı - Hatıraları - Şiirleri, Hilmi Yücebaş, İstanbul 1978.

[11] https://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3

[12] PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/bolukbasi-riza-tevfik

[13]https://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C

[14] Filozof Rıza Tevfik, Hayatı - Hatıraları - Şiirleri, Hilmi Yücebaş, İstanbul 1978.

[15] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler, Elips Yayınları, Ank. 2005, shf125

[16] Filozof Rıza Tevfik, Hayatı - Hatıraları - Şiirleri, Hilmi Yücebaş, İstanbul 1978.

[17] Abdullah Uçman, Abdülhak Hamid ve Mülâhazât-ı Felsefiyesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları'

[18] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler, Elips Yayınları, Ank. 2005, shf125

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar