Zehra Hakkında Özet ve İnceleme , Nabizade Nazım

15.11.2016

Zehra Hakkında Özet ve İnceleme , Nabizade Nazım

 

ZEHRA  ROMANIN ANALİZİ ESER VE YAZAR HAKKINDA

Zehra adlı romanNabizade Nazım ’ın KARABİBİK  adlı romanından altı yıl sonra yayımladığı Türk edebiyatının ilk psikolojik roman denemesi  olarak kabul edilen, bazı eleştirmenler tarafından romandan ziyade uzun hikâye olarak da tanımladığı bir eseridir. "Eser bir psikolojik roman olarak kabul edilemese bile Türk edebiyatında psikoloji öğelerinin kullanıldığı ilk roman olarak kabul edilir".

 Nabizade Nazım  ,Zehra alı romanını sağlığında yayımlatma imkanı bulamamış bu eser yazarın ölümünden sonra ve 1894 yılında Servet-i Fünun dergisinde bölüm bölüm  tefrika edilmiş daha sonra 1896 yılında eski yazı ile kitap halinde basılmıştır.  Eser harf inkılâbından sonra yeni harflerle de basılmış, günümüze kadar birçok yayıncı tarafından birçok kez yayınlanmıştır.

Zehra Nabizade Nazım ‘ın ikinci romanıdır. Bu romanı Nabizade Nazım’ın ilk romanı olan ve edebiyatımızda ilk köy romanı olarak  kabul edilen “KARABİBİK  “ adlı romanından  altı yıl sonra yayınlanır. Yazar   “Zehra”  adlı romanında kıskançlık, hırs ve intikam konularını ele almış, vakadan çok bu duyguları öne çıkaran bu roman işte bu yönü ile de edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman denemesi olarak kabul edilmiştir.

Edebiyatımızın realizm natüralizm akımlarındaki ilk temsilcisi olarak kabul edilen Nabizade Nazım, her iki romanında da Realist ( ve Natüralist bir yaklaşım sergilemeye çalışmıştır.  O yıllarda moda olan Namık Kemal in etkisi ile popüler olan romantizminden uzaklaşan yazar, eserlerini gerçekçi bir anlayışla yazmıştır.

Roman o yıllardaki Türk aile yaşamını, gündelik hayatını, İstanbul ve Beyoğlu ‘nu gerçekçi bir şekilde kaleme almış," Şehzadebaşı tiyatroları tulumbacı kahveleri, kadın kavgaları , Suphi’nin serüvenlerini ve  Zehra'nın kıskançlık duyguları ile intikamı realist bir gözlemle aktarılmıştır. Tanzimat sonrası dönemde İstanbul’da geçen bir aile faciasının anlatıldığı romanda kıskançlık konusu natüralist bir anlayışla ele alınır.

Romanın Mekânları:

Romandaki olaylar İstanbul ve Beyoğlu’nda geçer

Zaman

 19 yy ortalarında tipik bir Türk ailesi ve Suphi’nin yaşamı o yılların sosyal ve toplumsal dekarlarına uygun olarak aktarılmıştır.

KONUSU

Tanzimat sonrası İstanbul’da yaşayan bir ailenin kızı olan Zehra, babasının kâtibi Suphi ile evlenir.  Fakat Suphi’nin annesi eve, Sırrıcemal adlı bir cariye getirince Zehra’nın kıskançlığa başlar.  Suphi,; Zehra’nın kıskançlıklarından bıkarak  Sırrıcemal ile nikah kıyıp ona ayrı bir ev açar. Öç almak isteyen Zehra, Ürani adlı bir Rum kadınını Suphi’yi baştan çıkarmakla görevlendirir. Rum kadın görevin başarınca Suphi, artık evine ve işyerine de uğramaz. Kocasının durumuna üzülen Sırrıcemal çocuğunu düşürür ve intihar eder.

Kişiler


Zehra: Güzel, beyaz tenli, kıskanç, bir kızdır

Suphi: Oldukça nazik büyütülmüş genç ve yakışıklı bir erkek

Sırrı Cemal: Vücudu oldukça iri, uzun boylu, beyaz tenli, kirpikleri, saçları siyah, ağzı küçük, gamzeleri olan bir kız… Eve alının hizmetçi…

Münire: Suphi’nin annesi eski kafalı bir kadın

Habibe Molla: kulağı delik, gözü açık biriydi.

Muhsin: Suphi’nin yanında çalışan elaman, daha sonra Zehra ile evleniyor.

Urani: Suphi’yi baştan çıkaran kız. Güzel alımlı biri.

Nazikter: Suphi ile Zehra’nın evinde çalışan hizmetli

Şevki: Zehra’nın babası, zengin bir tüccardır, çok iyi ince düşünen iyi eğitimli bir adam.

Bedri: Zehra’nın kardeşi kendinden iki yıl sonra doğmuştur.

Geniş özet: 

Suphi, oldukça nazik büyümüş, genç ve yakışıklı bir delikanlıdır. Babası birkaç yıl önce ölmüş fakat annesi Münire Hanım hala hayattadır.

  Asil bir ailenin kızıdır Münire. Kadri, bir akrabasıyla evlenmek isteyince genç kadın hiç düşünmeden temiz ve saf kalbini nişanlısına vermiştir. Suphi ise bu mutlu evliliğin tek meyvesi 
olarak kalmıştır. Suphi’nin eğitimine çok önem verilmiştir. İlk bilgilerini babasından alan Suphi, harfleri okumayı öğrendikten sonra mahalle mekteplerinden birine verilmiştir. Babası 
sağken delikanlıyı Asmaaltı’nda namuslu, zengin bir tüccarın yanına kâtip olarak yerleştirmiş ve daha sonra içi rahat bir şekilde dünyadan ayrılmıştır. Bu tüccar Şevket Efendi’dir. 
Şevket Efendi de aynı Suphi gibi yetişmiş, çalışkan, daha otuz beş yaşında bir adamdı. Şevket Efendi, yirmi yaşındayken genç bir kız ile evlenmiş ve bu evlilikten Zehra’yı 
meydana getirmişlerdir.

   Zehra çocukluk zamanından beri oldukça kıskançtı. Özellikle, kendisinden iki yıl sonra doğan Bedri’yi öylesine kıskanırdı ki birkaç kez neredeyse çocuğu boğmak, kafasını ezmek 
gibi sapıklıklara kadar ileri gitmiştir.

   Kızının bu doğası, Şevket Efendi’yi oldukça düşündürmekteydi. Belki zamanın geçişi kızın bu vahşi kişiliğini düzeltir umuduyla bir süre bekledi. Yaşı ilerledikçe Zehra’nın kıskançlığı 
da artmaktaydı. Şevket Efendi, sırlarını paylaşacak derecede, yakınlık kurduğu Suphi’ye bu durumdan kaynaklanan üzüntüsünü anlattıkça, Suphi bu saygıdeğer koruyucusunun 
kederinden üzüntü duyardı. Suphi bu kıza kalben acırdı. Suphi’nin felsefesine göre sevimli bir kardeş olamayan kız, hoşnut bir eş de olamazdı. Suphi daha yüzünü bile görmediği 
derin hisler besliyordu. Zehra ile ilgili hayaller kuruyordu. Bu mücadelenin sonu ya bir meydan savaşı ya da bir rahatlıktır.

  O, sığ hayalinin düşüncesine olan etkisinin bütünüyle acımadan kaynaklandığını düşünüyordu. Zehra’nın hayalinde sönmesi mümkün olmayan tatlı bir ışığa sonsuz bir güneş fikrini bağlamıştı. Zamanın geçişi Suphi için Zehra’yı düşünmeye bolca vakit bırakmaktaydı. Kurtulmaya çalıştığı bu hayallerin tatlı etkisi altında neşeleniyordu. Son zamanlarda Suphi’nin 
vaziyetinde meydana gelen bu değişim, Şevket Efendi’nin dikkatinden kaçmadı. Şevket Efendi bu durumun ancak sevdadan kaynaklanacağını anlamışsa da o sevdanın sahibini bir türlü bulamamıştı. Bu merakın üstesinden bir tesadüfle eldi. O zamana kadar Suphi, Şevket Efendi’nin evine ayak basmamıştı. Kaydedilmesi gereken bazı hesapları yapmak için bir cuma günü gitmeye mecbur kaldı. Hesapların Şevket Efendi’nin gözü önünde yapılması gerektiği gibi bu gün mağaza kapalı olacağı için orada çalışamayacaktı. Muhasebeci Efendi, selamlıkta bir küçük odada işe koyuldu. Abdest bozmak için akşama doğru kendisine gösterilen yere çıkarken yolu bir koridora tesadüf etti ki bu koridorun penceresinden büyük bir bahçe görünmekteydi. İşten sıkılmıştı, şurada bir iki dakikacık olsun dinlenme ihtiyacı hissederek pencereye dayanarak genişçe nefes almaya başladı. Gözüne güzel bir çehre göründü. Bu çehrenin ne olduğunu fark etmeden başını çekti. Utanıp yürümeye başladı. Fakat bu beklenmedik görünme hayallerini uyandırmış ve gözünün önüne Zehra’nın belirsiz hayali gelmişti.

   Bir gizli melek “adam sen de! … Bir kere daha gör” diye bağırmakta ise de ahlak vicdanı bu aldanmış sesi, boğmaktaydı. Adeta oda kapısına yaklaşmıştı. Fakat merakını bir türlü yenemedi. Geri döndü. Pencerenin yanına geldi. Sebebini bilmediği halde kendisini bir çarpıntı almıştı. Bahçede gördüğü bir vücut bir gülfidanının sararmış yapraklarını koparmakla uğraşmaktaydı.

   Kızla kendisini ayıran mesafe on, on beş metreden ibaret olduğu için yüzünü detaylı olarak inceleyebildi. Daima çatık duran kaşlarıyla dolaşan tavır ve vaziyetinden kıskanç kızın ta kendisi olduğunu anladı. Düşüncesinde yanılmamıştı.

  Bahçede işlerini yaparken Zehra’nın gözleri pencereye tesadüf ediverdi. Bir süre gözlerini ayırmadan baktı, sonra telaşa kapılıp gözden kayboldu. Suphi gülerek döndü.  Karşısında Şevket’i görünce put gibi dondu kaldı. Bir dakika kadar bu nöbet hali devam etti. Hevesine tamamen sahip olsaydı Suphi karşısında ki çehre üzerinde dolaşan merhametli tebessümü fark edebilirdi. Şu can ezici sessizliği bozan Şevket oldu. Cesaret okşar bir sesle:

-Artık işten sıkıldınız, size izin verdim oğlum!

  Suphi kendini toparlayıp efendisinden izin alarak kendisini sokağa attı. Hem yürüyor hem şu garip tesadüfün neticelerini tahmin etmeye çalışıyordu. Ertesi gün Suphi mağazaya doğru hareket etti. Fakat her adımda cesaretinin bir adım azaldığını hissetmekteydi. Ümit ve korku arasında işinin başına geçti. Şevket pişkin bir adamdı. Gönül halini bildiği için Suphi’nin tavırlarında oluşan tuhaflığın özelliğinde yanılmamıştı. Şevket her şeyi anlamıştı. Bugünden sonra babaca tavırlarını daha da arttırdı. Bir gün cebinden kâğıtlarını çıkartırken yere mukavva parçası düşürdü. Suphi hemen bunu yerden kaldırıp verirken göz gezdirince beti benzi soldu. Bu mukavva üzerinde Zehra’ya benzer küçük bir kız resmi gördü. Şu fırsattan istifade için ehemmiyetsizce bir eda ile dedi ki:

   Kızın küçüklük resmi… Cebime nerden girmiş?

   Suphi fotoğrafı uzattığı sırada kendiliğinden:

   Allah bağışlasın, pek güzel deyivermişti. Zaten Şevket bu sözü beklemekteydi.

   Güzel ama huysuz!

   Suphi elinde olmayarak:

   Huysuz olsun! Deyiverdi.

   Şevket şu hararetli beyninde ne mühim bir karışıklığın sürmekte olduğunu takdir etmekteydi. Bir süre sonra dedi ki:

   Zavallı kız çok sıkıntılı… Kendisini nasıl mutlu etmeli, bilemiyorum ki!

    Böylelikle şu rastlantıdan yararlanmak için kendisinde bir hak, bir cesaret bulmaya başladı. Bu kuvvetle deminki soruya cevap olması için: Evlendirseniz…

    Şevket anlamlı bir tavırla: korkarım ki kocasını da mutsuz eder. Suphi bu söze sakince karşılık verir. Kızınızı mutlu etmekle mutlu olacak birisini bulmak mümkün değil mi?

   Kimi bulayım bilmem ki! Şevket birden bire kızımı sana teklif etsem? Dedi.

   Ne yaptığını bilmediği halde Şevket’in ayaklarına kapandı. Şu halden etkilenen adamcağız bir eliyle çocuğun saçlarını okşuyor, bir taraftan da kalk oğlum kalk inşallah ikinizde mutlu olursunuz diyordu.

   Zehra henüz on altı on yedi yaşında idi. İki sene önce annesi vefat etmişti. Bir süre bu hüzün ahlakının şiddetini düzeltmiş gibi görünse de ne yazık! … Zehra da Suphi’ye âşık oluyordu. Şevket yemek sırasında kızını inceleyen bakışlar altında tutmaktaydı. Kızının garip aklında bazı değişiklikler olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Zehra Suphi ile evlendi. Artık bundan sonra birbirleri için, birbirinin aşklarıyla, birbirinin umuduyla yaşamaya başlamışlardı. Nikâhtan sonra iki genç birbirlerine fotoğraflarına verdiler. Nikâhlıların birbirlerini görmesi, İstanbul’da adet olmadığı için düğüne kadar birbirlerini göremeyeceklerdi. Zehra davranışlarını tamamen değiştirmişti. Herkes bu durumdan memnundu. Tam bir hevesle düğün hazırlıkları devam ediyordu. Zehra, bu zamanı becerikli bir ustadan piyano ve kanun dersleri alarak geçiriyordu. Şevket damadına kızının alışılmış kişiliğini değiştirir umuduyla işten çekilip sadece tam bir rahatlıkla yaşayacak kadar ödenekle beraber Bulgurluda da güzel bir köşk hazırlıyordu. Düğün günü geldi çattı. Gösterişli bir düğün, hasret çeken iki sevgiliyi birleştirmiş oldu. Gelin ve damat yalnız kalınca ikisini de bir sessizlik aldı. Bir süre hareketsiz kaldılar. Bu güzel sessizliği Suphi bozdu. Karısına yaklaşıp duvağını kaldırdı ve dedi ki:

   Ne eziyetler çektim senin için…

   Zehra da hayran bir bakışla dedi ki:

   Senin için ne eziyetler çektim!

    Evliliklerinin ilk yazını Bulgurluk da geçirdiler. Libade çevresinde bir köşk tutulmuş ve aile halkı oraya taşınmıştı. Nisan başından kasım ortalarına kadar yedi buçuk ay bu zevk dolu dünya içinde gerçekten özendiren bir ömür sürdüler. Güneşin doğuşundan bir saat önce kalkarlar, köşkün önündeki bahçede kahvaltılarını ederlerdi. Bir saat doğanın güzellikleri izledikten sonra yine yatarlardı. Birde veya ikide kalkıp günlük tuvaletlerini yaparlardı. Bu tuvalet her zaman soğuksu banyosu yapmak, tıraş olma, kendilerine çeki düzen vermekten ve bir hafif elbise giymekten ibaretti. Tuvaletten sonra her ikisi de işlerine koyulurlardı. Öğle yemeğinden sonra bir saat kadar hafif bir uyku çekilirdi. Bu uykudan sonra yine herkes işinin başına geçerdi. Saat sekizden dokuza kadar ya piyano ve kanun çalmak veya birlikte resim yapmakla uğraşırlardı. Saat dokuzda hafif bir ikindi öğününden sonra kadınlar istedikleri tarafa gezintiye çıkarken Suphi de ya hayvanına biner ya da yaya gezerdi. Saat yarım sularında yine köşkte toplanırlar, bire doğru akşam yemeği yenirdi. Ondan sonra ev halkı ya büyük sofra da birleşip kitap ve gazete okurlardı ya da konuya komşuya giderlerdi.

   Suphi’nin annesi Münire Hanım eski kafalı bir kadındır. Oğlunun ve gelininin rahatlığı uğrunda düşünmediği çare yoktur. Bu sırada da o hizmette Nazikter’e yardım etmekte için Sırrı Cemal namında bir cariye aldı. Sırrı Cemal bir güzellik sembolüydü. Vücudu oldukça iri olup kadın denildiği zaman hatıra ne mana gelirse o mananın tamamen cisimleşmiş şekliydi.

   Zavallı Münire! Sevgili çocuğuyla gelini arasına böyle bir güzeli koymaktan doğabilecek felaketi hatırına, hayaline bile getirdiği yok. Daha Sırrı Cemal görülmek üzere yalıya geldiği gün Zehra’nın yüreği hoplamıştı. Bu günden itibaren Zehra tamamen değişti. Zehra Sırrı Cemal’e yapmadığını bırakmadı. Kıskançlığı artık Suphi’yi de sıkmaktaydı. Bu sıkıntılar Suphi’yi Sırrı Cemal’e yöneldi. Sırrı Cemal sakin güzel alımlı hoş bir kadındı. Zehra’dan çok çok iyiydi. Bir gün geldi ki Suphi gönlünde Sırrı Cemal için şiddetli bir eğilim bulmaya başladı. Sırrı Cemal de Suphi’ye boş değildi. Aradan birkaç ay geçti Suphi Sırrı Cemal’e ayrı ev tuttu Sırı Cemal ile birlikte o evde yaşıyorlardı. Zehra’nın babası öldükten sonra da Suphi Zehra’yı boşadı. Zehra bu duruma çok sinirlendi kıskançlığı fesatlığı gün geçtikçe artmaya başladı. Zehra’nın intikamı zihninden çıkardığı yoktu. Amacına ulaşmasına bir yardımcı aramaktaydı. Sonunda buldu Habibe Molla. Habibe Molla kulağı delik, gözü açık şeytana külahını ters giydirir, yolcuyu yolunda bırakır bir konvoydu. Habibe Mola bir iş adamıydı. Bu gibi işlerin üstesinden gelirdi. Sen merak etme kızım tavşan olsa yuvasından çıkarırım. Habibe Molla aradığı izleri bir türlü bulamıyordu. Hele çok şükür Suphi’nin izini buldu. Zehra’nın yanına geldi bir bir anlattı. Mağazada işler çok yoğundu. Uşaklardan bir iki kokonanın beyefendiyi görmek istediğini söyledi. Suphi şunları savmasını söyledi. Uşak ikinci defa gelince gelsinler gelsinler dedi. Kapı açılınca içeri biri yaşlı diğeri genç gayet güzel iki kadın girdi. Yaşlı olan kadın:

 

 Suphi Bey efendim! Size çok yalvarırım bizim bir işimiz var. Ne emredeceksiniz? Dedi. Çok rica ederim efendim benim kocam Kasyota’da oturuyor. Şu mektup var ona gönderecek. Mektubu şimdi veriniz. Emaneti de yarın getirirsiniz. Sonra ki gün Ürani ile Marika geldiler. Bugün Ürani’nin ismi imiş de Suphi’yi davete gelmişler. Ürani, eline şu kartviziti tutuşturdu. M’lle üranıc -15 rauederviche. 

 

    Akşam saat yarım da Suphi, Ürani’nin odasını bulmuştu. Evde başka kimse yoktu. Suphi o gece orda kaldı. Sabah olduğunda dışarı çıkıp gezdiler. Suphi Zehra’yı da Sırrı Cemal’i de unutmuştu. Suphi dükkâna da gitmemeye başlamıştı. Ürani’den bir dakika ayrılmaya dayanamıyordu. Zehra olayların akışından gayet memnundu. Zehra Muhsin’le evlenip dükkânı da ele geçirdi. Sıkı bir yürüyüşten sonra tekrar eve geldi kapıyı çaldı. Ama açan olmadı. Gitti. Gece tekrar geldi kapıyı hizmetçi açtı. Yatak odasına gitti Suphi. Ürani biraz daha Suphi’nin parasını yiyip başından atacaktı. Suphi’nin elinde avucunda bir şey kalmamıştı. Birkaç defa Suphi biraz sokağa çıkıp da döndüğü zaman kapıyı açtırmak konusunda çok zorluk çıkarmıştı. Hizmetçi kapıyı açıp içeri giremeyeceğini söylemişti ve o günden sonra Suphi evsiz yurtsuz kalmıştı. Ürani kendine yeni bir dost bulmuştu. Suphi Ürani’ye mektup yazıp gönderdi. Verilecek cevabı çok merak ediyordu. Ama cevap Osmanlıca geldi. Mektuptan ümidi kesti. Bir tulumbacıda işe başladı. Bir gün Suphi’nin yanından bir fayton geçti. Faytonun içinde Ürani ve yanında bir adam vardı. Ürani’yi öldürmeyi planladı Suphi.

    Ürani’nin sokağında köşe başına gizlendi. Saat üçe doğru kapı açıldı. Dışarıya bir erkek bir kadın çıktı. Suphi kamayı sıyırdı bekliyordu. Gelenler tam kendi hizasına gelince bir kere canavar gibi haykırarak üzerlerine saldırdı. Beş darbede ikisinin işini bitirdi. Polis cinayetin faillerini aramaya başladı. Kısa süre sonra Suphi içeri alındı. Suphi Trablusgarb’a sürgün edildi. Zehra bu olayı öğrendi. Suphi’nin vaziyetinin sonu kendi isteğine hiç uygun olmamıştı. Muhsin’den erkek bir çocuğu oldu. Bu çocuk iki hafta ancak yaşayabildi. Bir iki ay sonra da Muhsin gürledi gitti. Zehra buna sevindi. Bir gün ufak tefek şeyler almak için çarşıya çıktı. Bir kalabalık gördü. Zehra şöyle sokularak kadının birisine meselenin neden ibaret olduğunu sordu. Bir fakir ihtiyar kadın şuraya düşüp ölüvermiş. Birden aklına Münire geldi. Bir iki polis, bir teskere getirmişlerdi. Ölüyü bunun üzerine koyup götürmeye başladılar. Zehra bu kadının Münire olduğunu anladı. Bağıra bağıra koştu teskere üzerine atıldı. Polisler ayırmaya uğraştıkları sırada Zehra hüngür hüngür ağlamakta ve ölünün yanaklarını öpmekteydi. Zehra, bu düşünceyle yatağa düştü. Uzun bir müddet doktor çağırmayarak hastalığını azdırdı. Hastalığı arttığı ve özellikle o kalp sıkıntıları hafiflediği zaman aklı başına gelerek hayatın kıymetini anladıysa da iş işten geçmiş, hastalığı ilerlemişti. Yatağa düşmesinin otuz beşinci günü güneş doğmak üzereyken zayıf kalmış olan hayat ışıltısı şiddetli bir nöbet fırtınasıyla söndü gitti.

Nabizade Nazım Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri

Zehra Hakkında Özet ve İnceleme , Nabizade Nazım

KARABİBİK HAKKINDA ÖZETİ NABİZADE NAZIM

0

1

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar