Antiseptik Hikayesinin Konusu Özeti Metni ve Ömer Seyfettin'in Hikayeciliği İçindeki Yeri

30.11.2019

 
Ömer Seyfettin'in Hikayeleri ve Antiseptik Hikayesi 
 
Antiseptik,  adlı öykü   Ömer Seyfettin'in ilk  kez ’ 23 Ocak 1919’ de Diken Dergisinde   yayımlanmış olan bir öyküsüdür.
 
Ömer Seyfettin 1918 sonrasında Türkçü Turancı Milliyetçi amaçlar ile yazdığı öykülerden farklı öykülerde yazmaya başlamış , soyal konulara da yönelik öyküler de kaleme almıştı.  Efruz Bey Diyet Kütük Topuz ForsaFerman , Başını Vermeyen Şehit Vire gibi öyküleri nde bu tip konuları işlemişti.
 
1918  den sonra yazdığı pek çok öyküsünde,, gündelik, yaşam, sosyal sorunlar, Keramet , Kurbağa Duası, Perili Köşk  adlı öykülerinde olduğu gibi,  batıl itikatlara inanan halkın başına gelenler,   Ant İlk Cinayet  Kaşağı  ve gibi öykülerinde çocukluk anılarını hatta Aşk Dalgası   ve  Antiseptik adlı hikayelerinde aşk ve evlilik konularına değinmen öyküler de yazmıştı.
 
Tos adlı öyküsünde de olduğu gibi kimi öykülerin de mizahi konulara da değinen Ömer Seyfettin Yüksek Ökçeler , Bahar ve Kelebekler  adlı öykülerinde de gündelik hayat, aşk, evlilik gibi çeşitli konulara yönelen öyküler de yazmıştı.
 
Yazar antiseptik adlı öyküde para, mevki, sınıf atlamak için evlik yapılması konusunu işlemiş Yüksek Ökçeler  adlı eserinde böyle bir evliliğin sonucu, Antiseptik adlı bu hikâyesinde ise genç bir sevgilisi olduğu halde ailesinin baskısı nedeni ile sadece büyük elçi olduğu için kendisinden çok yaşlı bir adamla evlenmek hazırlığı içinde olan bir genç kızın böylesi bir yanlış evlilikten son anda antiseptik sayesinde kurtulması anlatılmaktadır.
 
 
ÖYKÜNÜN KONUSU
 
Bedia çok genç ve güzel bir kızdır. Üstelik genç bir sevgilisi de vardır. Bedia’nın annesi ve babası Bedia’yı bir büyükelçi ile evlendirmek istemektedir. Bedia’nın ailesi kızını bu yaşlı adama vermek istemekte, bu büyükelçi sayesinde ise ülke ülke gezip dolaşmak sınıf atlamış olmak amacındadır.
Bedia , kendisinden çok yaşlı olduğu için o adamla evlenmek istemez ama annesi daha 38 yaşında diyerek ikna eder.  Üstelik o adamın çok gür ve abanoz renkli güzel bıyıkları da vardır.
 
Bedia’nın sevgilisi, Bedia’yı uyararak o adamın çok yaşlı olup olmadığını anlaması için Bedia’ya bir antiseptik verir.  Bedia evleneceği o adamın bıyıklarına hile ile antiseptiği sürer. Adamın bıyıklarının abanoz değil bembeyaz olduğunu gören Bedia o adam ile evlenmekten kurtulur.
 
ÖZETİ
 
 
Mini mini, güzel, şeytan Bedia’yı ailesi büyük bir adama vermek istiyordu. Hâlbuki o iki senedir, tıbbiye talebesinden olan kuzeni Namık’la işi pişirmişti. Kendini almayı arzu eden bu büyük adam tek gözlüklü, şık bir büyükelçiydi. “Kırkında var, yok…” diyorlardı. Bedia daha on yedisine girmemişti. Annesinin, babasının, hanımninesinin ısrarlarına biraz karşı geldi. Ağladı, sızladı, amma sonunda mağlup oldu.
— Ben koca herifi ne yapayım? Elli sene Avrupa’da balolarda sürtmüş! Dedikçe,
— Halt etmişsin! Otuz sekiz yaşında! Koca dediğin böyle olur. Fenerbahçe kulübünde top oynayan oğlanlara mı varacaksın?
Cevabını alıyordu.
Nişan günü köşke bütün aile efradı çağrılacaktı. Fakat bir gün evvel kuzen geldi. Bedia ile yalnız kaldılar. Evvela dargın dargın bakıştılar. Sonra Namık,
— Yazık sana Bedia! Dedi. Büyükbaban yerinde bir adama varıyorsun.
— Amma mübalağa ha…
— Mübalağa değil! Bir asır yaşında, boyalı bir ihtiyar işte!
— Ne yapayım! Annemin, babamın büyüklük merakı var. Damatları büyükelçi olacak! Hem annem, kırk yaşında bile olmadığına yemin ediyor.
— Allah belasını versin! Bir asır yaşında diyorum. Senin miden nasıl alıyor.
— Ben o kadar ihtiyar görmüyorum. Abanoz gibi siyah düzgün bıyıklar! Tepesi çıplak ama bu da zekâya delalet eder.
Namık güldü,
— Anlaşıldı, dedi, sen abanoz bıyıklara vurulmuşsun! Bu bıyıklar abanoz olmayıp fildişi gibi beyaz olsa yine varır mıydın?
— Varmazdım. Hatta beyaz bıyıklı değil, kır bıyıklı olsa bile varmazdım.
Namık biraz düşündü. Büyükelçi karısı olmak, yabancı başkentlerden saygı, medeniyet görmek hülyasıyla şimdiden kabına sığmayan Bedia fıkırdayıp duruyordu. Namık dedi ki:
— Bende tılsımlı bir su var; onunla nişanlının bıyıklarını yıkatabilirsen, bir asır yaşında olduğunu sana söyleyecek. O vakit de varacak mısın?
— Gevezeliği bırak. Nasıl su o?
— Bir antiseptik…
— Nasıl yıkatayım?
— Gayet kolay! Yarın daha nişan merasimi yapılmazdan evvel onunla yalnız kal.
Bedia bir kahkaha attı:
— Ey?
— Herifi azdır. Seni öpmeye kalkışsın.
— Sonra?
— De ki: “Ben meraklıyım. Evvela dudaklarınızı şu antiseptikle yıkayınız. Sonra istediğiniz kadar müstakbel eşinizi öpünüz.”
— Aman, şu antiseptiği getir, dedi, ona ilk defa tam bir Fransız kadını gibi çok eksantrik gözükmek isterim!
Nişan olacağı gün köşke bütün davetliler gelmişti. Namık, Bedia’ya zarif bir şişe verdi. “İşte antiseptik! Haydi, gayret!” dedi. Bedia, bu cesaretlendirmeden şuh bir heyecan duydu. Eksantrik görünmek en birinci düşüncesiydi. Ne yaptı yaptı, sefirle salonun yanındaki küçük odada yalnız kaldı. Zavallı diplomatın elini tuttu. Saçlarını okşadı. Dizine süründü. Aşktan, maşktan bahsetti. Zavallıyı iyice azdırdı. Diplomat, gül yağına kondurmak için abanoz bıyıklarını uzatırken,
— Rica ederim, dedi, uslu durunuz.
— Ah…
— Ben meraklıyım. Dudaklarınızı yıkayınız. İstediğiniz kadar öpünüz. Ben artık sizin değil miyim?
— ………
Cevap beklemeden koştu. Dışarı çıktı. Namık’ın verdiği şişeyi getirdi.
— Şurada, pencerenin önünde, dedi.
İştahı kabarmış olan diplomat, bu şuh emre hemen itaat etti. Bedia’nın eline döktüğü su ile güle güle ağzını, bıyıklarını yıkadı. Sonra cebinden çıkardığı ipek mendille kuruladı. Bedia birdenbire,
— A!… diye haykırdı.
— Ne var ruhum?
— Hiç!
Öpmek için yaklaştı. Bedia, sinir darbesine uğramış gibi katılırcasına gülüyordu. Kahkahalarının çirkinliği içinde, minimini parmağıyla,
— Buradan, buradan, diye parlak alnını gösterdi.
Diplomat, bu pembe alnı koklayarak öptü. Bedia, azıcık sükûnet bulunca,
— Siz benim pederimsiniz, dedi.
— Ne demek sevgilim!
Şu aynaya bakınız. Hayaliniz size cevap verecek…. Avrupa’da kadınların eksantrikliğine çok alışkın olan diplomat hiç şaşırmadı. Döndü aynaya baktı. Kendini tanıyamadı. Abanoz bıyıkları fildişi gibi bembeyaz olmuştu. Sarardı, morardı, sonra hâlâ pencerenin yanında gülen Bedia’ya feci bir nazarla baktı:
— Hain! Dedi.
Burnu kanıyormuş gibi mendilini ağzına tutarak salonun ortasından hızla geçti. Portmantodan fesini kaptı. Tek gözlüğünü düşürdü. Bastonunu alamadı. Kendini bahçeye attı. Deli gibi köşkten uzaklaştı.
Müstakbel damatlarının böyle, nişandan evvel, birdenbire kaçışına hiçbir mana veremeyen aile halkı pencerenin dibinde gülen Bedia’nın başına toplandılar.
— Ne yaptın, ne oldu?
Diyorlardı. Bedia,
— Hiçbir şey yapmadım. Şu şişedeki su kaçırdı. Benim kabahatim yok…
Cevabını verdi. Annesi hiddetinden titriyordu.
— O su ne? Çılgın!
Bu sefer Namık cevap verdi:
— Yengeciğim, hiç beyazı olmayan güzel, kumral saçlarınıza siz de biraz sürünüz. Ne olduğunu anlarsınız, dedi…
 
 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar