Kara Fazlı ve Gül ile Bülbül Mesnevisi

18.06.2011

 

 

Kara Fazlî

(öl. 971/1564)

 
Kanûnî Sultan Süleyman  döneminin Divan Şairi ve mesnevi yazarlarındandır. Doğum yeri ve tarihi hakkında kaynaklardan edinilmiş sağlam bilgiler bulunmamaktadır. İstanbul'da doğduğu. Asıl adının Mehmed, olduğu bazı kaynaklara göre de asıl adının Ali olması gerektiği gibi İstanbullu bir saracın oğlu olduğuna dair bilgiler vardır. Fazlî. Mahlasını esmer oluşundan dolayı Kara mahlasını aldığı söylenmektedir. Babasının saraç olmasından dolayı Sarçazade[1] şeklinde hitap edildiği de söylenmektedir.
 
İlköğreniminden sonra medreseye gitmiş, devrinin ilimlerini, tasavuffu, Arapça ve Farsçayı hocası olan müderris Üsküplü Riyâ-zî'den öğrenmiştir.
 
İstanbul'da bulunduğu Zati'nin yakın çevresi içerisinde bulunduğu, Zati 'in remilci dükkânında çok vakit geçirdiği ve Zati'nin dikkatini çekmeyi ve dostluğunu kazanmayı başararak saraya ve Kanuni’ye dek ulaşabildiği anlaşılmaktadır.  Fazlı'nın şairlik yeteneğinin gelişmesinde Zati’nin önemli bir yardımı olmuştur. Üstelik Zati onun elinden tutmak istemiş ve devrinde şair olarak anılmasında ve tanınmasında Fazlı'ya çok katkıda bulunmuştur.
Zati, Kara Fazlı’nın Kanûnî Sultan Süleyma’nin oğlu Şehzade Ahmet'in sünnet törenine katılmasını sağlamış, Kara Fazlı da bu sünnet düğününü anlatan bir kasideyi kaleme almıştır. Fazlı'nın önünü açan hadise de bu kaside olmuş, bu kasidenin kanuniye sunulması ile Kara Fazlı'nın ikbal günleri başlamıştır. Zati,  Kara Fazlı’yı Kanûnî'nin huzuruna çıkarır. Fazlı’nın Kanun’in oğlu Şehzade Ahmet'in sünnet töreni için yazdığı kasideyi Kanuniye okunmasını sağlamış, Kara Fazlı okuduğu bu kaside ile Kanuni’nin dikkatini çekmeyi başarmıştır.( 1530 ) Bu olaydan sonra saraya yakın Divan Şairlerinden biri olan Kara Fazlı Şehzade Mehmet'in Manisa’daki beyliği sırasında Şehzade Mehmet'e divan kâtibi olmuştur.  [2] Bu görevini Şehzade Mustafa’nın idam tarihi olan 1552 yılına kadar sürdürmüştür.
 
Kara Fazlî hocası Üsküplü Riyazî’nin de etkisiyle tasavvufa meylederek Halvetî tarikatı Şeyhi Hasan Zarifi Efendi'ye intisap eder. Hocası Üsküplü Riyazî’nin ve Halveti Şeyhi Hasan Zarifi Efendi' nin dergâhından geçen derviş mizaçlı bir zattır.[3] Bu hocalarından aldığı Tasavvufi terbiyeler ve öğretiler, Zati'den aldığı dersler ve ilhamlar ona Türk edebiyatının belki de Dünya edebiyatının en güzel Gül ile Bülbül mesnevisini yazmasına vesile olmuştur. Somut bir âlemde yaşanmış bir şark hikayesi gibi yazılan bu eserde ilahi ve Tasavvufi aşkı dile getirmiştir. Bu görüşlerin içinde Halveti Şeyhinden, diğer hocalarından aldığı feyzin ve ilhamın farkında olmak gerekecektir.
 
Şehzade Mustafa için de bir mersiye kaleme almıştır. Şehzade Mehmet'in ölümünden sonra Şehzade Mustafa ve Şehzade Selim'in divan kâtipliğini sürdürmüştür. Son yıllarında, Şehzade Selim’in divan kâtibi oldu. Daha sonra 60. 000 akçe zeametle Reis’ül Küttab oldu.[4]   Kara Fazlı, II. Selim ile Bayezid arasındaki anlaşmazlıkta Bayezid İran'a sığınınca onun İran'dan talep edilmesiyle alâkalı yazışmaları yürütmüştür.
 
Kara Fazlı, 1563 yılında Kütahya’da hayatını kaybetmiştir. Kınalızâde Hasan Çelebi, Fazlî'nin 970 Ramazanında (Mayıs 1563)[5] öldüğünü kaydederken diğer kaynaklar 971 Ramazanında (Mayıs 1564) vefat ettiğini bildirmektedir.
Tezkirecilerimiz  onun bir divan tertip ettiğinden söz ederler. Fakat Latifi’ni de tezkiresinde sözünü ettiği bu divan elimize ulaşamamıştır. Kara Fazlı bu sebepten edebiyat tarihimizde mesnevileri ile tanınmış, mesnevi şairlerimizden biri olarak anılmıştır.
 
Mesnevi eserleri Gül ü Bülbül, Hüma vü Hümayun, Luccet'ül Esrar’dır. Bu mesneviler arasında en tanınmış olan Gül ü Bülbül mesnevisidir. Alegorik - temsili istiareye dayalı bu eserde gül ile bülbül arasında geçen aşk macerasını anlatır. Birer sembol olarak gül ve bülbülün şahsında ve aralarında geçen aşk ile ilahi aşkı dile getirmeye çalışan şair, eserlerindeki gül, bülbül, yel, rüzgar ve diğer çiçeklerin birer sembol olduğunu, mecazi olarak anlatılan bu  aşk ile gülde tecelli eden ilahi güzellik ile, bülbülde tecelli eden ilahi aşkın güzelliğini aktarmaya çalışmıştır. Bülbül ile gül arasındaki aşk  ile İlah aşka ulaşmayı anlatmaya çalışır.
 
GÜL İLE BÜLBÜL MESNEVİSİ
 
Gül ü Bülbül Kara Fazlı tarafından 960/1553’te yazılmış, 2444 beyitten oluşan Kanûnî'nin oğlu Şehzade Mustafa'ya sunulmuş Feilâtün/ mefâilün/ feilün vezninde bir mesnevidir. Alegorik ( temsili istiare ile yazılmış eserin 390 beyitlik kısmı giriş kısmını oluşturur. Fazlı'nın bu eseri aynı konuyu işleyen divan edebiyatındaki eserler arasında en sevileni ve en hacimli olanıdır.[6]
 
Gül ile bülbül hikayesi İran Edebiyatında ortaya Çıkmış İran Edebiyatından Arap Edebiyatına geçmiş, Araplar tarafından da Endülüs Devleti kanalı ile Avrupa'ya da taşınmıştır. Bu hikâyenin bizim edebiyatımız İran Edebiyatından girdiğine kuşku yoktur. Fazlı'nın bu eserinin bu konuda yazılmış en eğerli eser olduğunda pek çok araştırmacının hem fikir olduğu görülmektedir. Fazlı'nın bu eserinin özgün olduğu kuşkusuzdur. Herhangi bir eserden tercüme edildiğine veya esinlenildiğine dair herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. 
 
Nezahat Öztekin ve Gencay Zavotçu bunlar ve diğer bazı gül-bülbül konulu eserler ile Fazlî'nin eserini karşılaştırmışlar ve sonuçta bunlar ile Gül ü Bülbül arasında benzer noktalar bulmuşlardır. Ancak araştırmacılar bu noktaların çok fazla olmadığı, bunların birbirinden oldukça farklı eserler olduğu görüşündedirler. [7]Araştırmacılar bu eserin edebiyatımızdaki gül ve bülbül konulu yapıtların en başarılısı olduğunu söylerler, mesneviyi oldukça orijinal bulurlar. "Hatta Gül ü Bülbül'ün, Doğu'nun gül, bülbül, bahar, çiçekler ve sofiyane aşkla ilgili bütün tasavvurlarını içinde topladığı için emsalsiz ve Şeyh Gâlib'in Hüsn ü Aşk'ı gibi orijinal bir eser olduğu dile getirilmiştir."[8]
 
Gül ü Bülbül, farklı anlam katmanlarını içeren tasavvufî alegorik bir mesnevidir. Şair ilk bakışta Bülbül ve Gül adlı âşık ve maşukun mecazî aşk hikâyesini anlatıyor gibi görünse de eserin sonunda bu ikisi ve mesnevideki diğer unsurların temsil ettikleri tasavvufî kavramlar hakkında okuyucuya bilgi verir.[9]
 
Gül ü Bülbül ilk bakışta Bülbül’ün Gül’e duyduğu aşkı, özlemi dile getiren beşerî bir aşk hikâyesidir. Buna göre Gül şehri’nin valisi Gül’ün güzelliğini duyarak ona âşık olan Bülbül, yollara düşerek sevgilisini aramaya koyulur. Bu yolculukta her aşk hikâyesinde olduğu gibi âşık Bülbül’ün yardımcıları (Cûy, Servi...) ve düşmanları (Sümbül, Har...) bulunmaktadır. Okuyucu, Gül’ün babasının bir hükümdar olması hasebiyle eserin üst katmanında padişahlar arası savaşlara da tanık olur. [10]
Kara Fazlı'nın Gül ü Bülbül Mennevisi hakkında bir inceleme yapan, Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Arş. Gör. Dr.H. Gamze DEMİREL, bu mesnevinin konusu ve şahıs kadrosunun tassavufi temaları üzerinde yaptığı adı geçen çalışmasında şu tespitlerde bulunmuştur: “Gül ile Bülbül” arasında geçen aşk, tasavvufî açıdan ele alınmaktadır. Mesnevideki kahramanların her biri tabiat unsurları arasından seçilmiştir. Gül ile onun etrafında şekillenen aşklar ve bu aşkların hangi boyutlarda (yüceltici, aşağılatıcı gibi) yaşandığının gözler önüne serildiği hikâyede Gül, benlik kaygısının ön plana çıktığı bir kişiliği temsil etmektedir. Gül ile Bülbül arasında geçen aşkın tasavvufî açıdan ele alındığı ve “seyr ü sülûk (manevi yolculuk)” un meşakkatlerinin anlatıldığı mesnevide kahramanların her biri tabiat unsurları arasından seçilmiş, kâinatın yaratılışındaki gayeyi anlatan simge değerler olarak karşımıza çıkarlar. Çünkü şahısların hemen tümünde yaratılışın sırlarına vakıf olma, iç bene yönelme ve gerçek öze ulaşma arzusu hissedilmektedir.[11]
 
Gül temsili istiare yoluyla kadın güzelliğinin divan şiiri anlayışına uygun olarak idealize edilmiş bir sembolüdür. Eserin yaklaşık 100 beyti Gül'ün güzelliğini tasvir etmek için yazılmıştır. " Eserde Gül'ün, sırasıyla zülfü, kameti, alnı, kaşları, gözleri, gamzesi, müjgânı, burnu, yanakları, beni, kulakları, dudakları, ağzı, dili, dişleri, gabgabı, çene çukuru, gerdeni, pazuları, saidi (dirsek ile bilek arası), elleri, yüzü, tırnakları, sinesi, beli, göbeği, baldırı ve nihayet ayakları anlatılır." (Dr. Betül SİNAN NİZAM, a.g.y.) Teşhis ve intak sanatıyla kişileşen gül eserde anlatılan tasavvufi manadaki aşkın ana şahıslarından biridir.
 
Mesnevide Yunan Mitolojisinde erkek güzelliğini temsil eden Nergis'in suda kendi hayalini görüp kendi güzelliğine âşık olması ile ilgili olarak ortaya çıkan Narsizim kavramını sembolize eden gül aynada gördüğü kendi güzelliğine hayran olarak kendisine çok yakın olan ilahi güzelliği de görememektedir. Bu narsistçe körlüğe kapılan ve başlangıçta bülbülün sevdasına karşılık vermeyen Gül'ün bu tutumu bülbülü sevdasına kavuşmaya iten bir sufi haline getirmiştir." Gül sadece kendini dış görüntüsüyle değerlendirmiş ve görünene âşık olmuştur. Kendinin hiç olduğunu, sonlu olduğunu, yaratıcı karşısındaki aczini ve küçüklüğünü fark edemez bile; kendi güzelliği ile gururlanır, büyüklük taslar. Bülbül ise ilahi hakikatin farkındadır ve bu farkındalık onu aşkı aramaya sevk etmiştir. Bülbül “tam bilgelik” i temsil etmektedir. O, zihninde elest meclisinden bu tarafa var olan bilgilerini, bu idrak gücüyle gönlünde zuhur ettirmiş ve gönlü temsil etme yolunu seçmiştir. “". ( H. Gamze DEMİREL, agy.)
Mesnevide Bülbül, Gül’ü görmeden güle âşık olan ve gönlünde ilahi aşkın tecellisini bulan ve taşıyan bir derviştir. Görmeden aşık olma motifi 16 yy dan sonra oluşan Asıl Aşk hikayelerimizin vazgeçilmez bir unsuru olacaktır. “Görmeden aşık olma” motifi aşık olunandan çok, aşka verilen önemi anlatmaktadır. Tasavvufî mânâda yorumlandığında, Bülbül’ün maddeye ya da görünene değil görünenin ardında gizli olan güzele, güzelliklere aşık olduğu fark edilecektir." ( H. Gamze DEMİREL, a.g.y.)
 
Halk hikâyelerimizde Pir elinden bade içmek motifiyle şekillenen görmeden âşık olmak veya rüyada görülen sevgiliye âşık olma motifinin tasavvufi konulu bu tip mesnevilerden halk hikâyelerine geçtiği söylenebilir. Gül ve bülbülün aşkı halk şiirimizde ve geleneğimizde de oldukça sık rastlanılan bir motif olduğu unutulmamalıdır.
 
Gül, benlik kaygısının ön plana çıktığı bir kişiliği temsil etmektedir. Bülbül’ün Gül’e olan aşkı ile bunun neticesindeki ruh haleti ise olayların esas yönünü belirler: Gül (Ruh), yaşadığı her hadiseden sonra sürekli bir yükselişle ilâhî olana biraz daha yaklaşmaktadır. Onun peşinde gidenler (başta Bülbül olmak üzere) de ilahî olana lâyık tipler olarak seçilmişlerdir. Bu tiplerin her biri, Ruh (Gül) un da yardımıyla his dünyasını tanımaya başlayacaktır. Bülbül, Allah’ın dilemesi ile maşuk olarak Gül’ü seçmiştir ve o andan itibaren sevilen varlıkla kendisini bir etmiş, nefsini bütün arzulardan arındırmıştır. Sevgilinin arzuladığı her şeyi o da arzulamış, kendi iradesini sevgilinin iradesinde eritmiştir. Artık sevgilisinden başka bir şey düşünememekte, baktığı her şeyde ve her yerde onu görmektedir. İlk başlarda Bülbül’e karşı merhametsizce davranan Gül, Bülbül’ün aşkının büyüklüğü karşısında teskin olarak, tam bir ruhî olgunluğa erişecek ve yaptıklarından pişmanlık duyarak Bülbül’e karşı daha yumuşak davranmaya başlayacaktır." ( H. Gamze DEMİREL, a.g.y.)
 
Mesnevide Irmak, mürşit kimliğindeyken, bülbül sevgiye ulaşmak yolundaki acemi bir sufiyi temsil eder. Nesnelerin her biri tasavvufun öğretilerini izah edebilecek eylemler ve fikirlere sürüklenmektedirler. Her bir nesne yaşadıklarıyla ulaştıkları neticeler açısından tasavvufi bir öğretinin belirlenmiş fikirlerine ulaşır. "Mutlak yaratıcının varlığı Gül’e, ayna (su-ırmak) daki aksi kadar yakındır ama sudaki aksi onu adeta körleştirmiş, kendi güzelliğinden başkasını göremez olmuştur. İlahi nuru ve kâinatın sunduğu işaretleri görebilmek ancak kalp gözünün açık olması ile mümkündür." ( H. Gamze DEMİREL, a.g.y.) Mesnevideki karakterler kadrosunda adları geçen kahramanlar isimlerinin çağrıştırdığı ve o isimlerin divan edebiyatındaki klişe haline gelmiş tasavvurlarına uygun davranışlarla hareket edeler. " Mesnevide tüm bu varlıklar doğal özellikleri ile anlatılır. Örneğin Menekşe'nin boynu büküktür, Jale etrafa gülsuyu serper, Lale kadeh kadeh şarap dağıtır, dikenli bir bitki olan Sûsen mesnevide kılıç taşıyan bir yiğittir, bahçeyi korur. Bir padişah olan Bahar Şah da hep bahara özgü niteliklerle anlatılır." (Dr. Betül SİNAN NİZAM, a.g.y.) 
 
Kış, Şah, Nevruz, Şah, Bahar şah, Hazan Şah gibi Şahların Gül Bahçesini ele geçirmek için yaptığı savaşların anlatıldığı uzun bölümde Gül ile Bülbülden söz edilmez. Nevruz Şah Kış Şahı yenince Gül bahçesine şenlik gelir. Gül bahçesinin mukimleri yemeye, içmeye, işrete başlar." çiçeklerin ney, çeng, saz, ud, def, musikar, kopuz gibi müzik aletlerini çaldığı, Serv'inin rakkas Bülbül'ün ise hanende olduğu bir bezmden bahseder" ( Dr. Betül SİNAN NİZAM, a.g.y.)
 
Bülbülün derdi gülün bulunduğu gül şehrine ulaşmaktır. Irmak ona yol gösterici olmuş( mürşit) ve onu serviye emanet ederek ilahi aşka kavuşmayı temsil eden denize kavuşma ve denize karışma ( Varlığındaki birliğe ulaşma gayesi) eylemine devam etmiştir. Hedefine ulaşma yolundaki güçlüklerden ve engellerden bunalan bülbül ümitsizliğe kapılır ve kaygılara düşer. " Bülbül, vatan (Gül Şehri) ına ulaşmanın özlemi ile yanmaktadır. Bu özlem yüzünden kaygı (anksiyete) hastalığına yakalanan Bülbül bir yerde karar edememekte, sürekli ağlayıp inlemekte ve feryat etmektedir. Bülbül; Gül Şehri’ne, Irmak; deryaya kavuşma arzusundadır. Onlar bezm-i elest’ten kopup bu dünyaya bırakıldıktan sonra tekrar asıl vatana dönme arzusuyla yanmaktadırlar." (H. Gamze DEMİREL, a.g.y.) Bülbülün bu yolculuğu, yolculuğu esnasında gördüğü yardımlar, sevgiliye ulaşmak yolunda çektiği sıkıntılar, gördüğü yardımlar ve engeller, içine düştüğü, karamsarlıklar ve kaygılar asıl aşk hikâyelerimizdeki kahramanın sevgiliyi bulma yolundaki mücadelelerini oluşturan motif ve epizotların kaynağı gibi bir benzerlik taşımaktadır. 
 
Mesnevide gül ile bülbül'ün yanı sıra, su, ayna, akıl, bahar, temmuz, hazan, diğer mevsimler, rüzgâr, ırmak ve diğer nesneler ilahi aşka ulaşmak yolundaki bu macerada her biri temsili olarak bir insanı, insana ait bir yönü ve tasavvufa ait bir kavramı sembolize ederler. " Mesnevideki “su ve ateş” unsuru, temsili şahsiyetler olarak dikkati çeken Bahar Şah ve Temmuz Şah’ın bünyesinde, Allah’ın “Celâl” ve “Cemal” sıfatlarının farklı görünüşlerdeki tezahürleri olarak karşımıza çıkarlar." ( H. Gamze DEMİREL, a.g.y.) Birbirlerinin zıddı olan kavramları ve karakterleri temsi eden bu varlıkların arasındaki zıtlıklar ortadan kalktıkça, bu nesneler ve temsil ettikleri kavramlar gerçeğe ulaşmak yolundaki mesafeyi aşmaktadırlar. "Mesnevimizin konusu da zıtlıklar (sevgi-düşmanlık, hoşgörü-kahır gibi) ın etkileşimiyle genişlemekte ve her bir şahıs birbirine zıt olan özelliklerin çatışmasıyla boyut kazanmaktadır. Gül ile Bülbül her ne kadar iki zıt karakteri canlandırsalar da hikâyenin sonunda ortak bir paydada birleşerek zıtlıklardan kurtulup Mutlak Gerçeğe ulaşmışlar ve böylece kurtuluşa ermişlerdir." ( H. Gamze DEMİREL, a.g.y.)
 
Öykü hazin bir sonla biter. Gülün yaprakları rüzgârda dağılır. Bülbül ise toprağa düşerek yok olur. Eser her şeyin bir başlangıcının ve sonunun oluğuna vurgu yaparak mevsimlerin, çiçeklerin , canlılar ve nebat aleminin, mevsimlerin ve dünyanın gelip geçici olduğunu vurgulayan beyitlerle kendisinin de sonucuna ulaşır.
 
Kanı İskender ü kanı Dârâ
K'oldılar her biri cihân-ârâ (b.2350)
 
Ya Süleymân kanı ki etrâfa
Saytı irmişti Kâf'dan Kâf'a (b.2352)
Kimse bu evde kalmadı bâkî
Meger ol Hayy ü Kâdir ü Bâkî
Bu cihân iki kapulu evdür
Birinün emri â biri revdür
Bir kapudan giren olup hâzır
Bir kapudan gerü çıkar âhır
Kimseye olsa ger bu evde karâr
Rıhlet itmezdi Ahmed-i Muhtâr
Olmadı çün müyesser ana bekâ
Var kıyâs it olur mı sana bana
Fazliyâ bir rıbâtdur „âlem
Konanun kârı göçmedür her dem
itimâd itme yok bekâsı anun
Biledür „âkıbet fenâsı anun
İttikâ itme üstüvâr degül
İtimâd itme pâyidâr degül [12]
 
SONUÇ
 
Fazlı'nın bu mesnevisi alegorik olarak mevsimler, çiçekler ve bülbülün temsil ettiği karakterlerin şahsında dünyanın zevklerinin gelip geçiciliği, her şeyin bir sonu olduğu, gerçek ve değerli olan ilahi aşka ulaşmanın zorluğu ve kıymeti vurgulanır. Mesnevide anlatılan olayların halk hikâyelerimizin üzerindeki tesirleri de gözden kaçmamaktadır. Gül ile Bülbül mesnevisinin Asıl Aşk hikâyelerimiz üzerindeki tesirinin, Arap asıllı Leyla ile Mecnun, Yusuf u Züleyha Hüsrevi Şirin hikâyelerinin yarattığı tesir kadar önemli olduğu sezilmektedir. Bu mesnevideki birçok bölümün Halk hikâyelerimizdeki birçok epizotun ortaya çıkışına kaynaklık ettiği muhakkaktır.( Bu konu üzerinde ayrıca detaylı bir inceleme yapılması gerekir. 
 
Dr. Betül Nizam, Gül ile Bülbül mesnevisinin alegorik anlatımındaki tasavvufi, beşeri ve içsel unsurlara ilgili mesajlarına dayanarak eserin temel mesajlarının üç noktadan verildiğini belirtir: " Tasavvufî-alegorik bir yapıya sahip olan Gül ü Bülbül mesnevisinde üç anlam katmanı olduğu görülmektedir:
1. Beşerî aşk hikâyesi
2. Mevsimlerin geçiciliği/dünyanın geçiciliği
3. İnsanın iç tekâmülü"
Mesnevideki şahıslar isimlerinin çağrıştırdığı anlamlara uygun eylem ve düşünceler içinde betimlenmiştir. Somut varlıkları temsil eden, gül, bülbül, susen, kış, nevruz, gibi varlıkların hepsinin soyut bir karşılığı vardır. Buna göre gül, ruhu, bülbül gönlü, gülşen teni, nergis sağ duyuyu, meletem ( rüzgar, yel ) nefsi, servi doğruluğu, ırmak saflığı vb temsil ederler. Her nesne zıddı ile vurgulanmış hayattaki ilahi nizama uygun olarak yaşam ve içsel olgunluk süreçlerinden geçmişlerdir. Her bir karakter kendi yaşam ve içsel mücadelesinin sonunda ilahi sona ulaşmışlardır. Dünyadaki her nesne için çizilen bu başlangıç ve bitiş gerçeğinde her şey yalan ve gelip geçicidir. Her şey aslına dönecektir.
 
FAYDALANILAN KAYNAKLAR
 
[1] Mustafa Özkan, Kara Fazlı ve Gül ü Bülbülü, İlmi Araştırmalar dergisi,., S. 3, İstn. 1996,shf- 80 81
[2] Mustafa Özkan, “Kara Fazlî'nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânı ”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 2005, s. 12-21
[3] Mustafa Özkan, “Kara Fazlî'nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânı ”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 2005, s. 12-21
[4] Mustafa Özkan, “Kara Fazlî'nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânı ”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 2005, s. 12-21
[5] Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara, 1970, shf,349
[6] Mustafa Özkan, Gül ü Bülbül, İslam Ans., C.14, Shf, 222, 223
[7] Dr. Betül SİNAN NİZAM,DİVAN ŞİİRİNİN ALEGORİK ÂŞIK VE MAŞUKLARINDAN GÜL Ü BÜLBÜL,https://turkishstudies.net/Makale
[8]  AYVAZOĞLU, Beşir, Güller Kitabı, 5. bs, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999.)
[9] Dr. Betül SİNAN NİZAM,DİVAN ŞİİRİNİN ALEGORİK ÂŞIK VE MAŞUKLARINDAN GÜL Ü BÜLBÜL,https://turkishstudies.net/Makale
[10] Dr. Betül SİNAN NİZAM,agy.
[11] H. Gamze DEMİREL, 16. yy Fazlî’nin “Gül ü Bülbül Mesnevisi” ndeki Şahıs Kadrosunun Tasavufî Açıdan Değerlendirilmesi, TÜRKİYAT ARASTIRMALARI DERGİSİ, S. 89)
[12] ÖZTEKİN, Nezahat, Fazlî, Gül ü Bülbül, Akademi Kitabevi, İzmir 2002 - b. 2359-2366)
 

 

  • Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

     BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com

     

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar