Şeyh Galip Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserleri

04.09.2013
Şeyh Galip Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserleri

 


Şeyh Galip (1757 İstanbul - 3 Ocak 1799) Türk divan edebiyatının en önemli şairlerinden birisi ve önemli mutasavvufudur.Şeyh Galip, İstanbul’da Yenikapı Mevlevîhânesi’ne yakın bir evde doğmuştur.[1]  Babası devrin şairlerinden ve âlimlerinden birisi olan Mevlevi Mustafa Reşîd Efendi'dir.  

Şeyh Galip, tarafından bizzat düşürülen bir tarih manzume sinden annesinin adının ise ( Amine) Emîne olduğu ve annesi Emine Hanım’ın 1209/1794’te öldüğünü anlaşılmış olmaktadır. [2]Kaynaklardan edinilen bilgilere göre Şeyh Galip, çocukluk yıllarında düzenli bir eğitim alamamış ancak Mevlevi bir aileden geldiği ve  Mevlevilerin olduğu bir çevrede yetiştiği için aile muhiti ve Mevlevî tekkesinde İslâmî klâsik eserleri lâyıkıyla tahsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Ş. Galip, ilk eğitimi babasından aldığını bir beytinde belirtmiştir. 

Şeyh Galip, bir gazelinde, babasının yolunu tuttuğunu hamdu sena ederek dile getirir. Buna rağmen asıl mürşidinin, 1194/1790’da Galata Mevlevîhânesi Şeyhi olan Aşcıbaşı Hüseyin Dede olduğu ortaya çıkmaktadır.[3]

 Galip, dini tasavvufi bilgileri Hüseyin Dede’den öğrenirken, şiir bilgisini ise devrinin en ünlü şairlerinden biri olan Hoca Neşet ’ten almıştır.[4]  Hoca Neşet ’in gözetiminde mesnevi okumuş, şiir bilgisini geliştirmiş, bir müddet sonra da büyük bir hevesle şiirler  yazmağa başlamıştır. Ş. Galip'e mahlasını veren kişi de Hoca Neşet olmaktadır. Hoca Neş’et ona Es’ad mahlasını vermiş ve Ş. Galip’in artık bir şair olduğunu bu şekilde tasdik etmiş olmaktadır. Nitekim Şeyh Galip, Hoca Neşet’e duyduğu vefa duygusunu 37 beyitlik bir kaside sunarak ona teşekkür etmiş olur.

 

Hoca Neşet’ten aldığı eğitim çabuk sonuç vermiş, Galip çok erken yaşlarda şiir yazmaya başlamış, 24 yaşında iken divan tertip [5]edecek kadar şiir yolunda çok atak davranmıştır. Bu nedenle divan şiirinde bu yaşlarda divan tertip eden pek az şairden biri olmayı başarmıştır.  Ş. Galip’in ilk işi Dîvân-ı Hümâyûn’un Beylikci Odasında memur olarak çalışmak işi olmuştur. Bu işinde çalışırken  dîvânını  tertip edebilmesi onun şiire ne kadar meraklı ve şairlik yolunda ne kadar yetenekli olduğunu ortaya koymaktadır. 

 Mevlevi bir aileden gelmesi  ve Mevlevi  çevrede yetişmiş olmasının da büyük etkisiyle Mevlana  Celâleddîn Rûmî ve Mevlevîlerin eserlerini okuyup sindirmeye devam eder.  Mevlânâ’nın Mesnevîsi’nin onun düşünce hayatında önemli çığırlar açmıştır. Beylikçi odasında memur iken yazdığı şiirlerinde Es’ad mahlasını kullanır. Fakat  Es’ad mahlaslı diğer şairlerle isminin karışmaması için Galip mahlasını da kullanmaya başlamıştır. 

1780 yıllarında divanını tertip ettikten sonra, hem Es’ad hem de Galip mahlaslarını kullanmayı sürdürür. Genç yaşta divan tertip edebilmesi ve çevresinden bu nedenle gördüğü takdirler kendine olan güvenini arttırmıştır. Bu sayede edebiyat cemiyetlerine de  katılabilen genç bir şair olarak dikkat çeker.  Kendine olan bu güveni ile yine çok genç yaşta iken en meşhur eseri  Hüsn ü Aşk'ı yazmasına vesile olacaktır.

 

Hüsn-ü Aşk  ‘ın yazılmasına sebep olarak şu hadise gösterilir.  Gâlib, divânnı tamamladıktan iki sene sonra bir mecliste Nabi  ’nin   Hayrabad Mesnevisinin  haddinden fazla medhedilmesine tahammül gösteremez ve    "Bir hırsızın kemâlini irâd" etmekten ibaret olan bu mesneviden daha mükemmel manzum bir hikâye kaleme alabileceğini”  cemiyet karşısında iddia eder. Bu iddia ve çıkışın altında ise kendi yaşında divan tertip edebilen pek az şairin olması yatmaktadır. Bunun üzerine meclistekiler onunla alay ederek, böyle bir şeyi başarabilmesinin mümkün olamadığını ima etmiş olurlar. Bu durum Ş. Galip’in onurunu zedelemiş, bir iddia yüzünden yazmaya başladığı Hüsn-ü Aşk’ı altı ayda bitirmiştir. 1197/1782 [6]

1198/1783’te Mevlevi tarikatına girer. Mevlevilik hakkında yeterince bilgi edinmek, çilesini de Özellikle Konya’da tamamlamak için de Konya’ya gitmeye karar vermiştir. O sıralarda Yenikapı ve İstanbul’daki Mevlevilerin Şeyhi Seyyid Ebû Bekir Çelebi'dir. Çilesini Konya’ya giderek tamamlamak fikrini belki de çok yakın arkadaşı olan Yunus Bey’in oraya gitmek istemesi olmuştur. “Mevlevi tarikatının âsitânesindeki lüzumlu ayinleri icra etmek için genç arkadaşı İbrâhîm Hân-zâde Yûnus Bey’le birlikte Konya’ya gitti. “ [7] Fakat onun Mevlâna Dergâhı'na  ve Konya’ya giderek  çileye girmesini babası ve annesi hiç de istememiştir. Bu nedenle ailesinin ve Mevlevi Şeyhlerin baskısı nedeniyle  Konya’da başladığı çilesini tamamlayamadan Konya'dan ayrılmak zorunda kalır. Böylece İstanbul’a geri dönmek zorunda bırakılmış,  Konya'da başladığı çilesini de bu nedenle geri dönmek zorunda bırakıldığı  İstanbul' da   tamamlamıştır. “ Yenikapı Mevlevîhânesi meşihatında bulunan Ali Nutkî Dede’nin zamanında çilesini üç sene zarfında, Esrar Dede’ye göre de, Mevlevî  tabiriyle "Bin bir gün" de tamamladı.  Çilesini bitirdikten sonra "Dede" ve "Hücre-nişîn" olmuş, daha sonra ise Şeyhi  Ali Nutkî Dede Efendi’den hilâfeti almıştır. “ [8]

Şeyhinden hilafet almış olması onun hayatında bir dönüm noktası olmuş olur. Mevleviler arasında çok önem verilen bir Mevlevi Şeyhi adayı olmasının yanı sıra genç yaşta  yazmış olduğu ve Hüsn ü Aşk adlı eseri sayesinde artık çok  önemli bir şair ve postnişin adayı bir Mevlevi haline geliverir. 

Ş. Galip çilesi sırasında şiirle hiç uğraşamaz.  Fakat çilesi biter bitmez hemen şiire dönmüş, dini tasavvufi eserlere göz atmaya hatta bu konuda eserler de yazamaya başlamıştır. Çilesini bitirdikten sonra Sütlücedeki evi artık onun için önemli  çalışma ortamı haline gelir. Bu yıllarda Sütlücedeki evinde Tarabzonlu Kösec Ahmed Dede’nin "Es-Sohbetü’s-Sâfiye"sine bir haşiye yazmıştır. Daha sonra da Mevlevî dervişi ve şâiri Yusuf Sineçâk’ın Cezîre-Mesnevî’sine bir şerh yazmayı da ihmal etmez. 

Bu sıralarda  Mevlevilik hayranı olan III. Selim tahta çıkar. Bu hadise ile Şeyh Galip’in ikbal yıldızları daha da bir parlamaya başlamış olur. III. Selim, hem artık ünlü ve büyük bir  şair olduğunu kanıtlamış olan, hem de Mevleviliğin hilafet adayı olan  Şeyh Galip’e çok değer vermektedir. Mevlevilere, şiire, musikiye büyük bir alâka gösteren üçüncü Selim’in (1203/1789) tahta çıkması ile  Şeyh Galip'in ikbalinin en  için mühim dönüm noktası olmuştur. Galip, böylece artık  III. Selim’in ikram ve teveccühünü görmeye başlamış ve III. Selim'i himayesinde çok büyük bir hürmet görmeye başlamıştır. Bu sıralarda onun hayatını derinden etkileyecek başka bir hadise daha olmuş, Galata Mevlevîhânesi post-nişîni Halil Nûmân Dede Şeyhlikten azledilmiş, yerine gönderilen Abdullah Dede vazifesi başına giderken Kütahya’da vefat etmiştir. Bu olaylardan sonra Konya Mevlevî âsitânesi Şeyhi HacI Mehmet Emin Çelebi, Şeyh Galip’i, Galata Mevlevîhanesi Şeyhliğine tayin eder. Şeyh Galip, artık Galata Mevlevihanesi Şeyhi, devrin Sultanı III. Selim'i de en çok saygı duyduğu şairi ve alimi dir. 

Bu hadise Şeyh Galip için hayatının üçüncü önemli dönüm noktası olmuştur. Şeyh olduktan sonra III. Selim’in ona olan yakınlığını daha da bir artmıştır. Temayüllerin aksine sultan III. Selim sarayından çıkıp onu ziyaret etmek için Galata Mevlehinasine kadar gelip   Şeyh Galip’i ziyaret etmektedir. Belki de sultanlardan böylesi bir taltif gören ilk şair ve Şeyh dahi Şeyh Galip olmaktadır. Bu hadise, Şeyh Galip ile  padışahın arasındaki çok özel dostluğun  ve muhabbetin düzeyini göstermeye yetmektedir. 

III.  Selim, bir dostluk nişanesi olarak 3000 lira sarfederek Şeyh Galip’in divanını tezhip ettirmiş, Şeyh Galip ise bu hadiseden oldukça duygulanmıştır. Bu nedenle Ş. Galip, III. Selime defalarca kaside yazarak ona teşekkür etmiş olur. Bu kasidelerinde onu yüceltmeye gayret etmiş. [9 kendi usulünce şükranlarını bu şekilde dile getirmiş olmuştur. 

Prof. Dr. Naci Okçu, III. Selim ile Ş. Galip’in dostluklarının derecesini ifade etmek amacıyla adı geçen eserinde şu rivayete de yer verir. “Eski Mevleviler arasında ağızdan ağıza dolaşan rivayetlere göre, beyaz bir cilde sahip olan Şeyh Gâlib’i Sultan Selim, “Pamuk Şeyhim" diye sever, hatta sohbet sonrasında  istirahat lüzumunu duyunca onun dizine yatarmış." diye bir söylenceyi not düşürür. Yine Naci Okçu'ya göre Şey Galib, III.Selim’in kızkardeşi Beyhan Sultan’a âşık olmuş ama  bu aşkını çok değer verdiği  Sultan'ı incitme ihtimalini düşünerek sultana   bildirememiştir. " [10] 

İşte bu iki rivayet dahi   III. Selim ile Şeyh Galip'in hakkında oluşan dostluk sınırını göstermeye yetmektedir. Sultan Selim, Gâlib’in talebiyle Galatadaki  mevlevîhâneyi ve Mevlânâ’nın Konya’daki türbesini tamir ettirmiştir. Hatta III. Selim,  sandukaya örtülecek pûşîde üzerine yazılması için Şeyh Galip’ten bir beyit istemiş olduğu dahi bilinmektedir.

Şeyh Galip'in hayatındaki diğer bir büyük dostu ise Esrar Dede'dir. Onun Esrâr Dede ile dostluğu ancak ve ancak Şems-i Tebrizi ve Mevlana   arasındaki dostluk ile kıyas edilebeilecek kadar büyük bir dostluk örneği olmaktadır. 1794- 1795 yıllarında annesi Amine Hanım ile çok sevdiği  Esrar Dede'yi kaybetmesi hayatında yaşadığı en derin acılar olmuşlardır. Mevlevilik dergâhındaki ve tüm hayatı boyunca en önemli dostu olan  Esrar Dede’yi kaybetmesi üzerine çok kederli günler geçirmiş,  bu üzüntülerini dile getiren tarihler düşürmüştür. Esrar Dede için bir de mersiye yazmış, bu mersiye son dönemlerde yazılan en içli mersiyeleri miden de birisi olmuştur. 

Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın

Şeyh Galip bu yıllarda yeni yetişen genç şairler arasında devrin en önemli şairi olarak kabul edilen  şiirlerine nazireler yazılan bir şair olarak da çok büyük bir şöhrete nail olmuştur. 

Annesini ve en yakın dostu  Esrar Dede’yi kaybettikten sonra, o da çok uzun yaşayamaz. Belki de bu derin kederleri yüzünden henüz 42 yaşın­dayken ( 1799 yılında) aniden hastalanır. Söylentilere bakılırsa bu hastalığı veremdir. Fakat ölümüne sebep olan birçok olay daha rivayet edilmiş olması nedeni ile  ölüm nedeni çok da belli olmamıştır. 

Böylece şair 3 Ocak 1799'da, İstanbul'da ölmüştür.[11] Türbesi  Galata  mevlevihanesinin bahçesindedir.

 

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Şeyh Galip Hayatı Edebi Kişiliği ve Eserleri

Hüsn-ü Aşk Mesnevisi Şeyh Galip

Esrar Dede Hayatı ve Şeyh Galip'le Dostluğ

Şeyh Galip Seçkin Şiirleri Hayatı Hüsn ü Aşk'tan Örnekler

Şeyh Galip, Nedim’den sonra divan şirinin en son zirvesi ve divan şirininin son büyük şairi olarak kabul edilmektedir.  Ayrıca divan şiirinin en son şairlerinden de birisi olmaktadır. Nabi ve  Nedim’den sonra yetişen bu büyük şairimiz olan Şeyh Galip şiirde yeni anlam, hayal ve  mazmun üretme amacını taşıyan Sebk-i Hindi tarzını en iyi anlayarak bu tarzın verdiği ilhamla şiirde yeni mazmunlar, semboller, hayaller, söyleyişler ve buluşlar ortaya koymayı başarmış bir şairimizdir. 

Şeyh Galip, Sebk-i Hindi akımının en güçlü şairdir. Sembolizm benzeri olan Sebki Hindi Tarzı anlayışını kendince yorumlama kabiliyetine sahip bir şair olarak Türk şiirinde fark yaratabilmeyi başaran ender şairlerden biri olmuştur. Gâlib’in temel kaynağı mesnevî’dir. Şeyh Galip’in şiirleri, güçlü semboller çok çeşnili mazmunlar ve zaman zaman çözülmesi zor Sebki Hindi Tarzı ifadelerle doludur.

Gelişimci yenilikçi, özgün tutumuna rağmen divan şiiri geleneklerinden kopmamış oluşturduğu bu yenilikleri eski şiirin kuralları içinde yapmayı başarmıştır. Klâsik şiirin bildik mazmunlarını da kullanmakla birlikte, şiirlerinde kendine has yeni mazmunlar bulmayı amaç eden bir şairdir.

Şeyh Galip’in kendisi de bu özelliklerinin farkındadır. Daha doğrusu şiirlerini böyle bir bilinç ve maksatla yazmıştır. Şeyh Gâlib, Hüsn ü Aşk’ında "Eski şairlerin taze mazmun bırakmayarak hepsini tükettiklerini, zamane şâirlerinin eskilerini taklididen başka bir şey yapmadıklarını, bu eski üstadların hakiki vârisi olarak, yalnız kendisinin kaldığını”  iddia eder. Bununla kalmayan Şeyh Galip, Divan şiirinin mazmunlarının nerdeyse bütün mazmunlarını hem de deflarca kulanan , her şiiir adeta bir mazmun okulu olan bir şairimizdir. Divan şairleri arasında  ondan daha çok mazmun  kullanan ve ondan daha çok farklı hayaller bulan ve yeni mazmunlar da üreten başka bir şair yok gibidir.

Şeyh Galip’in şiirlerinde gösterdiği sembolizm ve betimlemeler batılı şairlerin dahi dikkatini çekmiş, beğenilerini kazanmıştır.  Şeyh Galip, şiirlerinde tasavvufu işleyen tasavvuf şiiri açısından önemli bir şairdir.   “Şeyh Gâlib, bu mânevî dönüşüm sürecini, temel esaslarını “Vahdet-i Vücûd” düşüncesi içerisinde Muhyiddîn İbni Arabî’nin ortaya koymuş olduğu “insan” anlayışı bağlamında Şiirlerinde kendine has bir üslupla, orijinal mazmunlar geliştirerek ve Sebki Hindi Tarzının da  etkisiyle ilk bakışta anlaşılması güç olan muğlâk ifadeler kullanmak suretiyle anlatır. [12] Bu yönüyle Gâlib, klâsik şiirin son sözcüsü olarak şiirlerinde, içerisinde yetiştiği tasavvuf çevresinin ve tasavvuf merkezli geleneksel Şiirin insan anlayışını, bu insanın tinsel gelişim sürecini ve neticede elde edilen kemâl durumunu sanatsal bir form içerisinde düzenleyerek okurunu aydınlatmaktadır.[13]

“Şeyh Galip’in şiirlerindeki Tasavvuf, Nailî ve diğer Sebki Hindi  şairlerinde de olduğu gibi derindedir.” [14] Şiirlerinde ıstırap teması önemli bir yer tutmaktadır.  Çok güçlü bir hayal gücüne sahip olan şairin şiirleri oldukça kuvvetli, renkli ve özgün hayallerle doludur. Soyut kavramları oldukça somut benzetmelerle somutlaştırmak hususunda divan şiirinin en başarılı şairlerindendir.

 

Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü
Dayanır mı Şişedir bu reh-i sengi sare düştü

( Yine derunumun kayıkları kırılıp kenare düştü ( Tıpkı) Dayanır mı şişedir bu,  taşlı yollara düştü)

Beyitlerindeki gibi imgeleri anlamları ve duygularını somutlaştırarak anlatmakta çok ustadır. Ahenkten çok mânâya önem ver­diği halde şiirlerinin birçoğu ahenk inşasının zarif örnekleridir.

Gele bir devr ki bu Galibi yâd eyleyeler
Fırsat- ı sohbeti ahbab ganimet bilsin

Şiirlerini zengin ve renkli hayaller, ince duygu ve düşünceler ve bunları en iyi yansıtacak ince anlamlı mana mühendisliğine çok özen göstermiştir. Şiirlerinde teşbih, istiare, mecaz, kinaye, telmih gibi sanatlarına ve anlam oyunlarına sık sık başvurmuştur.

GÂLİBİN ESERLERİ

1.      DÎVÂN

Tek matbu nüshas9 1252 / 1836 tarihlidir Mısır Bulak matbaasında bastrılımıştır. 380 sahife olan divanının, 124 sahifesi kasideleri, 164 sahifesi gazelleri, 92 sahifesi de Hüsn ü Aşk mesnevîsini meydana getirir.

Dîvânda 30 Kasîde, 71 Tarih, 13 Terci-ibend, 1 Sâkinâme, 8 Müseddes, 19 Tahmis, 2 Muhammes, 1 Tard u Rekb , 11 Rark9, 11 Mesnevî, 1 Bahr-9 Tavîl, 1 Tezkire, 371 Gazel, 1 Mersiye, 2 Lügaz, 43 K9t’a, 63 Rübâ, 70 Beyit, 4 mısra yer alır. [15]

2.      HÜSNÜ AŞK

Gâlib’in en şöhretli eseri olan Hüsnü Aşk mesnevi 2101 beyitten meydana gelmiştir.  Divanla beraber basıldığı gibi ayrıca da basılmıştır. Vasfi Mahir Kocatürk 1961 yılında Hüsn ü Aşk’ı nesre çevirmiştir. Hüsn ü Aşk, Prof, Dr. Hüseyin AYAN ve Prof. Dr. Orhan OKAY son olarak Prof. Dr. M. NURDOĞAN tarafından nesre çevrilmiştir. Şeyh Galip, bu eserinde Nabi’nin Hayrabad Mesnevisinden daha güzel bir eser yazmak amacıyla bu eseri bir iddia neticesinde yazdığını da belirtir.

“Sebk-i Hindi’nin yeni buluşlarıyla eski mazmunları işleyen, fakat gerçekten de hem tasavvuf, hem şiir bakımından tesiri altında kaldığı eserleri bile yapıcı bünyesinde eriten, bu suretle de tek kalan bir eserdir." Galib, bu eseriyle tarikatte visalin gayet çetin eziyetlere tahammüllerle mümkün olabileceğini, seyrin bir mürşit tarafından aydınlatılmayı gerektirdiğini, visden sonra da Hüsn’nün Aşk’tan başka bir şey olmadığını anlatır.

Eserde; Hüsn, Tanrı güzelliğini; Aşk, dervişi; Mekteb-i Edep, tekkeyi; Mollayı Cünun da doğru yolu temsil eden simgelerdir. Eser soyut ve sembolik özellikleri kendisinden önceki mesnevilerden farklı bir özellik taşır.

 

3.      ES- SOHBETÜ’S- SÂFİYYE

Köseç Ahmet Dede’nin, Er-risâletü’1-Behiyye Fi tarikati’l-mevleviyye adh risâlesine tahşiyedir. Eser Türkçe’ye de çevrilmiştir.

4.      ŞERH-CEZÎRE- MESNEVÎ

Yusuf Sîne-Çâk’ın Mesnevî’nin altı cildinden mevzu ve mana bakımından uygun yüzer beyit seçerek altı bölüm olmak üzere tertib ettiği Mesnevî “sinin şerhidir. Henüz basılmamıştır. (1789)

5.      MEVLEVİ ŞAİRLERE TEZKİRE

Kütüphanelerimizde birçok yazmaları bulunan bu eserde Gâlib, Mevlevi şâirlerinin hal tercümelerini kısaca yazmış ve bazı şiirlerinden seçmeler meydana getirmiştir.

Esrar Dede'ye Mersiye

Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Başdan başa bu cism-i siyehkârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın
Nâdîde bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedîp gerü gitdim dirîg u âh

Zât-ı şerîfi âleme bir yâdigâr idi
Fakr u fenâ vü aşk u hüner berkarâr idi
Her şeb misâl-i şem benim ile yanar idi
Sâve gibi yanımda enîs-i nehâr idi
Hakkâ tamâm âşık idi yâr-ı gâr idi
Bir kaç zaman muammer olaydı ne var idi
Allâh verdi aldı yine kurb-i Hazrete
Biz kaldık ile intizâr rûz-i kıyâmete

Âhir nefesde sohbeti oldu muhabbet âh
Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh
Gelmezdi hîç kalb-i fakîre bu sûret âh
Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh
Telh etdi kâmımı o zehrnâk şerbet âh
Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt
Esrâr’ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt

Meydân-ı Mevlevîde nişân âşikâr edip
Pervâz ederdi şevk ile Ankâ şikâr edip
Eylerdi nây u defle semâ âh u zâr edip
Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak’da karâr edip
Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip
Gitdi ne çâre Gâlib’i hasretli yâr edip
Olsun visâl-i Hazret-i pîrânla kâmyâb
Kıldı karîn-i kabri Fasîh-i felekcenâb

Yine Zevrak-ı Derunum Kırılıp Kenare Düştü

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü 
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü

O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda
Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü

Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü

Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il
Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü

Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû
Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü

Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân
Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü.


Gazel

Yokmuş bir aha ey gül- i rana tahammülün
Bağrın ne yaktın ateş- hasretle bülbülün

Yek-rengdir zeban-ı hakikatte hüsn ü aşk
Bang-i hezar şu'lesidir ateş-i gülün

Duzah-nişin-i ateş-i fakr olduğun kalur
Ey ahiret-harab tehidir tevekülün

Tekrarlarla şüpheleri daniş anlama
Gel arif ol ki ma'rifet olsun tecahülün

Merdanelik asaleti meydanda bellidir
Hayber günü babasını kim sordu Düldül'ün

Galib maarifin de sefası değer veli
Canan vasfıdır hele aslı tegazzülün

 

Şeyh Galip Tüm Şiirleri

Yine zevrak-ı derunum kırılıp kenare düştü
Gencinen olsam vîrân edersin
Yokmuş bir aha ey gül- i rana tahammülün
Hoş geldin eyâ berîd-i cânân ( Tardiyye)
Hüsn ü aşk' tan Örnekler
Yokluğunda kaybolmak istemiştim,
Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın ( Esrar Dede'ye Mersiye)
Kevser-i ateş- nihadın adı aşk ( Kıta)
Eğer desem ki hevalar açıldı geldi behar
Tedbirini terkeyle (Müseddes)
Müseddes Na'tı Şerif-i Nebevî
Müsemmen
Cenab-ı Han Selim-i ma'delet kar
Müfred ve Beyitler
Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni ( Şarkı)
Tercî'-i Bend
Gördüm ol sím-zenahdan dolaşur elden ele
Rubā’íler Ahreb
Dûzah behâr-ı hüsnüne bir gül-sitan senin
Gül âteş gülbün âteş gülşen âteş cûybâr âteş
Efendimsin cihanda i’tibârım varsa sendendür
Aşk âteş-i tecelî-i Mansûrdur bana
Şûh-I bed hûy-i kazâ zann etme nâz eyler bana
Çeşmimde gerçi sihr ü beyân söylerim sana
Sâgar- I habâb-I mevce-i mehtâbdIr bu şeb
Ol gamze-i gurûr ne âlemdir aceb
Aks eylese âyîneye hat çep görünür hep
Aşk-" bâlâ-rev ruh-" dildâra etmez iltifât
Gönül ders-i gamın çokdan unutdu hâtırın hoş tut
Husûl-ı akla teklîf olmasa dîvâne kalmaz hîç
Gencîne-i ma’muru vîrânede kalmıştır
Tâb-ı hüsnü çeşmimiz âteş-feşân olsun da gör
Dâg-ı dilim o şûh gül-endâm tâzeler
Çeleng-i perr-i hümâ sana iftihâr mıdır
Geçti zahm-ı tîr-i hicrin, tâ dil-i nâ-şâdıma,
Ey nihâl-i işve bir nevres fidânımsın benim
Hüsn ü Aşk “Fahriyye-i Şâirâne”
Esrar Dede'ye Mersiye : Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın
Müseddes-i mütekebbir Tedbirini terkeyle takdir hüda'nındır
Ŝad bāreke‟llāh oldı şeref-ríz sāl-i nev
Gördüm ol sím-zenaĥdān dolaşur elden ele
KIT’ALAR
Bu sūr-ı meserret ki šarab-sāz-ı ŝafādur
Tāríĥ Mesned-nişín-i tekye-i Meģmed Alí Dede
Geçti zahm-ı tîr-i hicrin, tâ dil-i nâ-şâdıma,
Zat-ı şerifi aleme bir yadigar idi
Ahir nefesde sohbeti oldu muhabbet idi
Düşdü âteşimdi bir ummâna kim çeşmimdir ol
Aşk âteş-i tecelî-i Mansûrdur bana
Kaside Mihr ü meh kim âlemi pür-nûr eder her rûz u şeb
DER-VASFI- ŞERÎF-HAZRET-İ EBUBEKİR S-SIDDÎK RAZIYÂLLAHU TEÂLÂ ANHÜ
Gönülde aşk-ı bî-pervâ mekân ister mi ister yâ
Cem ser-encâmını nakl etdi leb-i câm-bana
Hûh-ı bed hûy-i kazâ zann etme nâz eyler bana
Münâsibdir be-gâyet rûh-ı râha kâlıb-ı mînâ
Nigeh-i çeşm-i çü şehbâz nümûn oldu bana
Lutf-ıgörülmez âh olıcak sîneden cüdâ
Mâye-i renc ü hasâretle gınâ geldi bana
Ey çeşm-i mesti kûşe mihrâb-âşinâ
Cân olmak ister ey leb-i Şîrîn fedâ sana
Revgan-i gülle degil nûr-ı çerâğ-ı yâkût
Aşk-ı bâlâ-rev ruh-ı dildâra etmez iltifât
Hat gelmeye görsün leb-i cânân edemez bahs
Nigeh-i lutf- ısana ey dil-i vîrâne abes
Yâra bir katlimçün isbât-ı günâh etmek de güç
Husûl-i akla teklîf olmasa dîvâne kalmaz hîç
Olsa dilbeste-i gîsû-yı muanber kâgıd
Cânlar üzmüş zulmet-i hicrâna gîsû koymuş ad
O şeb ki vasl için ol şâha arz-ı hâl olunur
Bütân kim çeşmimiz hasretle pür-hûn eylemişlerdir
Hat-ı nev sebze-i mehtâb-ı Keşmîr
Gelince va’d-i visâle bahâneler söyler
Sihr o şûhun beste çeşm-i gamze-i câdûsudur
Dergâh-ı Mevlevî ki aceb aşk-hânedir
Sâ’id-i sîmînini kasd eyleyip kan gösterir
Sünbül-i hatları kim tarf-ı külehden görünür
Edvâr- ınevâ-yı gam pervânede kalmıştır
Efendimsin cihânda itibârım varsa sendedir
Zâhidler o la’l-i lebi kim nâr görürler
Herha-i sîne benim milk-i dile râhımdır
Kalb kim Îsi-i aşkı bula gerdûn gibidir
Çeşmim acı yaş ile aIularla kanupdur
Rûhul-Kudüsün târem-i manâ seferimdir
Cevâb-ı telh-i leb-i la’l-i yâri benden sor
Hat-ı rûyun ki dikkatlerle ta’zîm üzre yazmışlar
Ol kaddi ham ki bir güzel elde asâsı var
Hâl-i hümâ nümâsına zülfü kafeslenir
Gün olur ey meh-ı nâzım bu sabâhat da geçer
Şâirleriz alâka-i dildir kelâmımız
Fikr-i seyrân-I peri sûretde pürdür sînemiz
Cihânda nice sır var kimse bilmez
Müjde-i vuslat ile çeşm-i dil cân uyumaz
Bir âşıkız ki rûy-ı dil-i ârâya hasretiz
Gelirsen gelme bezme zâhidâ bir âfet-i cânsız
Hayâl-i yârdan dûr olsa bir dem cânım eglenmez
Kûşte-i gamze-i cellâd ki derler o biziz
Tîğ-i cellâd-ı felek ol mehe taklîd olmaz
Bezm-i nuhust-i cümleden âhir bulunmuşuz
Zülf-i siyâh kaydına düşmek cünûn imiş
Yine vâdî-i hışm ü çengi çeşm-i bî-amân tutmuş
Leb-i peymâneden dendânı dürr-i nâb göstermiş
Sahbâ-yı lebin çeşm-i füsûkâra mı mahsûs
Nâz etmek o dil-nüvâza mahsûs
Nutkumun her güher-i pâki çerâg- ıelfâz
Gâh ol gerdene geh zülf-i semen -sâsına bak
Âteş-i hüsnü gönüllere kodu cilve-i aşk
Her bâbda bir derde düşürür derbeder-i aşk
Derd ü mihnetdir belâdır aşk
Dil ü cânın enîs-i bezm-i irfân olduğun tuyduk
Ne çekdi murg-ı dili zülfü bend edinceye dek
Eyleyip teshîr mülk-i Çîni server perçemin

KAYNAKÇA 

 

·         [1] OKÇU, Naci (1993), Şeyh Galib I-II (Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî  Tahlîli ve Divânının Tenkidli Metni), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, shf. 3

·         [2] Süleyman TÜLÜCÜ, ŞEYH GALİB HAKKINDA BAZI BİBLİYOGRAFİK NOTLAR, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 36 ? Erzurum 2011,.turkishstudies.net/Makaleler/ son erişim, 12-08 2013

·         [3] Süleyman TÜLÜCÜ,agy.

·         [4] OKÇU, Naci , age,shf.4

·         [5] Süleyman TÜLÜCÜ,agy

·         [6] OKÇU, Naci , age,shf.4.

·         [7] Süleyman TÜLÜCÜ,agy

·         [8] OKÇU, Naci , age,shf.4

·         [9] OKÇU, Naci , age,shf.5) .

·         [10] OKÇU, Naci , age,shf.5) .

·         [11] DrAslan Tekin Edebiyatımızda İismler , Elips Yayınları, 2005

·         [12] Şahamettin Kuzucular, https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/sebki-hindi-tarzi-uslubu-ve-tum-ozellikleri/77324

·         [13] Fettah KUZU, ŞEYH GÂLİB’İN ŞİİRLERİNDE İNSANIN DÖNÜŞÜM SÜRECİ, Volume 7/3, Summer 2012, p. 1803-1812, ANKARA-TURKEY

·         [14] Fettah KUZU, ŞEYH GÂLİB’İN ŞİİRLERİNDE İNSANIN DÖNÜŞÜM SÜRECİ, Volume 7/3, Summer 2012, p. 1803-1812, ANKARA-TURKEY

·         [15] OKÇU, Naci , age,shf.7) .

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar