Keramet Ömer Seyfettin Konusu Özeti Tam Metni

01.11.2019

Keramet  Ömer Seyfettin Konusu Özeti Tam Metni

 

ÖMER SEYFETTİN'İN  ÖYKÜLERİ VE ÖYKÜCÜLÜĞÜ

Ömer Seyfettin  İlk öykülerini çoğunlukla tarih ve kahramanlık konularını işlemiş olan Ömer Seyfettin, 1918 yılından sonraki öykülerinde Türkçü, Turancı ve Milliyetçilik misyonundan bir nebze kurtularak Efruz Bey , Yüksek Ökçeler  , Teselli , Terakki  gibi öykülerinde daha serbest konulara doğru yönelmiş, sosyal ve toplumsal konularda, aşk ve diğer konularda da öyküler yazmıştır. Buna rağmen her dönemde yazdığı öykülerde vaka hikâyecisi olmayı da terk etmemiştir.

Keramet  (Ömer Seyfettin)

Keramet, adlı öykü   Ömer Seyfettin'in ilk kez  17 Temmuz 1919’da Yeni Dünya ‘da yayımlanmış olan bir öyküsüdür. 

Ömer Seyfettin kısacık hayatı boyunca 126 öykü yazmış öykülerinde tarih, kahramanlık, vatan ve millet sevgisini işleyen öykülerin yanında,  çocukluk günleri sosyal hayat,  batıl itikatlara inanmanın saçmalığı gibi sosyal konularda da öyküler yazmıştır. Diyet Kütük Efruz Bey Forsa Başını Vermeyen Şehit Yalnız Efe Ferman  Fon Sadriştayn’ın Oğlu, Kurumuş Ağaçlar, Vire, Büyücü , Teselli  Perili Köşk, Bahar ve Kelebekler ,Kesik Bıyık, Aşk Dalgası,  Balkon, Aşk ve Ayak Parmakları,  Fon Sadriştayn’ın Karısı, Havyar ,   Niçin Zengin Olmamış gibi öyküleri çok meşhurdur.

KERAMET ADLI ÖYKÜSÜ HAKKINDA

Ömer Seyfettin bu öyküsünde halkın batıl itikatlarına ve boş inançlarına işaret etmiş,  yazar bu öyküsünde keramet zannedilen olayların altında bir hinlik olduğunu vurgulayan bir konuya değinmiştir.

Keramet adlı öykü Ömer Seyfettin’in Perili Köşk adlı hikâyesindeki gibi batıl itikatlara inanmanın saçmalığı konusunu işleyen bir öyküdür.  Öykünün ana fikri ise  “ Şeyh Uçmaz müridi uçurur” veya “  Ölülerden medet ummak saçma bir düşüncedir “ tezini işlemektedir.

Tarih ve kahramanlık konulu olan Osmanlı tarihinin parlak dönemlerini anlatan öykülerinde kahramanlarını ideal tipler olarak aktaran yazar diğer tür öykülerinde ise sıradan basit insanları da anlatmıştır.

Öykünün Konusu

Halkın batıl itikatlarından istifade eden Çiroz Ali yangında yanacak olan türbedeki eşyaları  alarak sandukanın altına saklanıp yürümeye başlar. Olayı gören ahali bu olayı  türbedeki Veli’nin  sandukasını alıp gittiği ve Türbedeki Veli’nin  kerameti olarak değerlendirir.

ÖYKÜNÜN ÖZETİ

Mahallede bir yangın çıkmış,  mahalle halkı yangını söndürmek için didişmeye başlamışlardı.  Yangından kaçanlar türbenin etrafına sığınmışlar yangının türbeye zarar veremeyeceğini hatta türbeye yaklaşınca türbedeki Veli’nin kerameti sayesinde söneceğine inanmışlardı.

Kuvvetli bir adam olan Çiroz Ahmet ise bu hayhuydan istifade edip türbedeki değerli eşyaları alıp gitmeye karar vermişti.  Türbenin kapısını deviren Çiroz Ahmet, türbenin içindeki şamdanları, mumları, kitapları kumaşları alarak sandukanın altına girdi.

Sonra kapıyı aralayıp sanduka üzerinde yürümeye başladı.  Yürüyen sandukayı görenler Türbedeki Veli’nin kerameti zannetmişti.

Keramet  Öyküsünün Tam Metni 

Yangın yarım saatten beri devam ediyordu. Fakat mahallenin ahalisi iki ev sonra söneceğine inanıyorlardı. Çünkü bir değerli kişinin türbesi vardı. Mümkün değil, o tutuşmazdı! Şiddetli bir kıble rüzgârı esiyor, alevleri, kıvılcımları saçan tahta parçalarını, türbenin üzerine altındaki evlerin çatılarına fırlatıyordu. İtfaiye bölüğü, tulumbalar son gayretlerini sarf ediyorlardı. Polisler etrafı ablukaya almışlar, kaçırılan eşyanın yağmasına meydan vermiyorlardı. Çiroz Ahmet etrafına bir göz gezdirdi. Bu kaşarlanmış bir külhanbeyi idi. Onca yangın demek vurgun demekti. Ama mahalle çok fakirdi. Biliyordu ki, şu yanan zavallı kulübeciklerin içinde yatak yorgandan başka bir şey yoktu. Hâlbuki vurgunda adet “yükte hafif, pahada ağır şeyleri bulmaktı. Allah belasını versin! Faydasız yangın! Diye başını salladı. Ahali türbenin önüne toplanmıştı.

-Buraya gelince söner! Diyorlardı.

Çiroz Ahmet, yeşil boyalı türbenin penceresine sokuldu. Kör bir kandilin hafifçe aydınlattığı sandukaya baktı. Başı ucunda iki büyük şamdan duruyordu. Sandukanın iki tarafında iki seccade yayılı idi. Açık rahlelerde büyük Kuranı Kerimler yan gelmiş yatıyorlardı. Çiroz Ahmet kelepir karşısında parlayan bir Yahudi gözüyle bunlara baktı. Askeri bir hesap yaptı. İçinden “şamdanlar onar liradan yirmi… Seccadeler on beşerden otuz… Kitaplardan mutlaka yazmadır. Yirmi de onlara de! Etti yetmiş…” dedi. Yeşil boyalı kapıya gitti. Çiroz, kemikli omuzlarıyla kapının kuvvetini yokladı. Sonra kilidine baktı. Yavaş yavaş dayanmaya başladı.

Halk yangınla meşguldü. Çiroz Ahmet son derece kuvvetli idi; hani o yalnız külhanbeylerine mahsus, bahusus, idmansız, sporsuz, gizli, harikulade kuvvet… Dayandıkça kapı çatırdamaya başladı. Nihayet küt etti açıldı. Çirozun içeriye girince ilk işi kör kandili üflemek oldu. Fakat alacağı şeyler her ne kadar pahada ağır ise de yükte öyle pek hafif değildi. Zihni hemen bir vurgun planı tertibine başladı. Plan zihninde teşekkül ettikçe, Çiroz “neticeyi” beklemiyor, ayrıntısını uyguluyordu. Şamdanların mumlarını yere attı. Rahlelerdeki kitapları alıp belinden çıkardığı Trablus kuşağına sardı. Sonra biraz durdu. Burnunu kaşıdı. Yavaşçacık seccadeleri topladı; bunları beygirin üzerine çul vurur gibi, sandukanın üzerine örttü. Şimdi kapıdan çıkmak lazım geliyordu. Ama dışarısı dolu idi. Sandukaya dayandı. Biraz düşündü. Kavukta bırakılacak bir şey değildi. Üzerinde sırmalı bir çevre vardı. Sanduka birden bire kaydı. Çiroz Ahmet düşmemek için toplantı. Acaba evliya diriliyor muydu? Durdu, baktı, gülümsedi. “Vay canına, yere mıhlı değilmiş be!” dedi. Eğildi, altına bakmak için sandukayı kaldırdı. Bu gayet hafifti. İnce tahtadan yapılmış, üstüne yeşil çuha kaplanmıştı. Zihnideki çıkış planı tamamlandı. Kitaplarla şamdanları kucakladı, sandukanın altına girdi. Yavaş yavaş yürüdü. Durdu. Sandukanın altından elini çıkarıp yavaşça kapıyı açtı. Sol taraf caddeye çıkıyordu. Yakalanmak ihtimali vardı. Sağ taraftaki sokak tenha idi. Viranelikler çoktu, ama yangın o tarafta idi. Herkes o tarafta birikmişti.

Çiroz Ahmet, sandukanın altında uzun müddet düşünmedi. Paldır küldür kapıdan çıktı. Gürültüye başını çeviren halk şaşırdı. Herkes olduğu yerde kaldı. İşte evliya kalkmış yürüyordu. Tulumbalar durdu, şiddetle esen rüzgâr birden bire durdu. İtfaiye askerleri korkularından ellerindeki baltaları, kancaları, hortumları düşürdüler. Sanduka yangına doğru yürüyordu. İki tarafa açılıp yol veren ahali korkudan titriyordu. Sanduka, korkunç manevi bir heybetle sallana sallana aralarından geçti, karanlıkta kayboldu.

Türbeden evvelki iki evde ateşten kurtulmuştu. Yanmayıp evliyasız kalan türbe, yine mahalledeki kutsiyetini korudu. Yalnız, okuyanlar eskisi gibi yüzlerini boş binaya çevirmiyorlar, kıbleye bakıyorlar, “iki gözüm, yangın gecesi bu tarafa gitti.” diyorlardı.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar