Niyazi ve Mansurnamesi

21.07.2015

 

 

MANSURNÂME

 

Yıldırım Beyazıd ve Çelebi mehmet Devri şairi Niyâzî’nin (XV. yüzyıl)  İranlı Şeyh Feridüdin  Attar’ın  Cevher’ül Zat adlı eserinden  faydalanarak yazdığı Hallâc-ı Mansûr’a dair manzum menâkıbnâmesidir.

 

Tur da doğmuş olan Hallac-ı  Mansûr'un büyük babası Mahamma adında bir zerdüştîdir. [1] Ana tarafından hazret-i Ebû Eyyûb'un neslinden geldiğini söyleyerek Ensârî de denilmiştir.   Abdullah-ı Tüsterî ‘nin sohbetinde bulunmuş, tasavvufa yönelmiştir. Basra'ya gelerek, Amr bin Osman-ı Mekkî'ye bağlanmış,  kendisini çok seven Ebû Yâkûb-ı Aktâ' kızı ile evlenerek Basra’da kalmış bir sufidir.  Daha sonra Basra'dan ayrılıp Bağdât'a Cüneyd-i Bağdâdî ‘ye intisap etmiş, ve tasavvufi görüşlerini değişik yerlerde yaymaya başlamış, Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaştı. Fars’ta halka vaazlar vermiştir. Fakat  Mansurnamalerde hayatı menkıbeleştiği çin pek çok yere    gerçekten de gittiği halde , Çin, Maçin,  Hint, Huzistan gibi büyük ihtimalle hiç gitmediği yerlere de götürülmüş olur.  Rivayete göre Şeyhi Cüneyd Bağdadi onun ruhsal ve düşünsel değişimini fark etmiş [2] ve sorularına cevap vermeyerek “ Ağaç dalını kırmızıya boyamana az kalmış “ diye uyarmıştır. Hallâc-ı Mansûr, “ Ene’l Hak” – Ben Tanrı’yım “ dediği için öldürülmesi,  Hallacı Mansur’un ve hayatının Hurufiler, tasavvufcular, bazı Melami ve Batini tarikatlar tarafından menkıbe haline getirilmesine ve destanlaşmasına yol açmıştı. Bu menkıbeler Attar tarafından müstakil bir kitap haline getirilmiştir.

 

Bu yüzden ilk önce Attar’ın Türk edebiyatında ise Niyazi’nin kaleme aldığı Mansurname, Hallac-ı Mansur’u menkıbevi hayatını, tasavvufî görüşlerini, kerametlerini ve öldürülüşünü anlatan bir eserdir.

 

Niyazi’nin  Mansurnâme adlı eseri  Ferîdüddin Attâr’a ait olan Farsça  yazılmış sekiz bin beyitlik Cevherü’z- zat ile (Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 234/2)  ve yine Attar’ın  Tezkiretü’l-evliyâ adlı eserindeki Hallâc’a dair bölümün çevirisi niteliğinde yazılmış bir  eserdir. [3]

 

Niyâzî mahlaslı bir şairin yazdığı bu eser önceleri Niyazi Mısri’ye ve Ahmedi- Dai ye mal edilmiş fakat Vasfi Mahir Kocatürk [4]ve Agâh Sırrı Levend’in şüphelendikleri gibi bu eserin Niyazi Mısri ve Ahmedi Dai’ye ait olmadığı, dil hususiyetleri ve diğer nedenlerden dolayı ortaya çıkmıştır.  Bu eseri Yıdıırm Bayezıd ve Çelebi Mehmet devirlerinde yaşayan Niyazi adlı başka bir müellifin yazdığı anlaşılmıştır.

 

“Bu tahminlere göre Mansurnâme müellifinin, şuarâ tezkirelerinde geçen Niyâzî mahlaslı on şairden Yıldırım Bayezid devrinde yaşamış, Derviş Niyâzî veya Niyâzî-i Kadîm adıyla anılan şair olduğu söylenebilir. Derviş Niyâzî, Âlî Mustafa Efendi ve Riyâzî’ye göre Gelibolu’da; Latîfî, Sehî Bey, Mecdî ve Ali Enver’e göre Bursa’da; Kınalızâde Hasan Çelebi’ye göre Serez’de doğmuştur. Sehî, Riyâzî ve İsmâil Belîğ’in, adını İlyâs b. İlyâs Şücâüddin olarak kaydettikleri Niyâzî devrin tanınmış şairlerinden Molla Vildân’ın kardeşidir. Mecdî, Dimatoka’da kadılık yaparken tasavvufa yönelen Niyâzî’nin Hacı Halîfe’ye, Sehî ise Emîr Sultan’a intisap ettiğini söyler. Şairin ölüm tarihi olarak Riyâzî ve Mecdî’nin verdiği 914 (1508) yılı oldukça geç bir tarihtir. Mecdî kabrinin Bursa’da olduğunu kaydeder.”[5]

 

Niyazi’nin yazdığı bu eserden sonra Türk edebiyatında pek çok Mansurname daha yazılmıştır. Mansurnamelerde  “ Büyük bir mutassavuf, ermiş ve keramet sahibi”  olarak kabul edilen Hallac-ı Mansur, “ İlahi aşkın şehidi kurbanı olarak kabul edilip”   Hakim Senai,  Hz Hasan , Hz Hüseyin,  Yusuf- u Hamedani, A. Yesevi gibi zatların mertebesinde gösterilmiştir.

 

Niyazi’nin yazdığı bu eser Anadolu sahasındaki ilk ve en önemli Mansurnamedir. V. Mahir ‘e göre Niyazi “oldukça başarılı, lirik, ve Nesimi’nin nazmına yaklaşan, kelime terkip tamlama olarak da divan şiirin en yakın yazan önemli bir şairdir”.  Yine V. Mahir’e göre “Türk edebiyatında en önemli,  en olgun, en güzel,  en düzgün ve en canlı Mansurnamesi de Niyazi’nin yazmış olduğu Mansur namedir. “[6]

Niyazi’nin  Farsça’ dan eser tercüme edecek kadar  Farsça’yı iyi bildiği , Aruzu iyi kullanabilecek kadar usta bir şair olduğu ortaya çıkar. Bu tespitlere göre de Niyazi adlı şairin iyi bir eğitim görmüş olduğu anlaşılmaktadır.

 

Mansurnâme’nin en eski yazmaları 936 (1530) ve 997 (1589) tarihli olmasına rağmen Niyazi’nin bu eserini Yıldırım Beyazıt veya Fetret devri yıllarında yazmış olduğu genel kabul görmektedir. Eserde  yer alan “ yol varan, kendözine, kıyagan, görkli , esridi, ayıddı, “ gibi kelimeler Eski Anadolu ve 14 yy Türkçesini ifade etmektedir.  Bu dil verileri de eserin 14 yy da yazıldığını  dolayısı ile eserin özgün nüshasının kaybolduğunu gösterir. Ele geçen nüshalar sonraki zamanlarda yazılmış kopya  nüshalardır.  M. Tatçı’nın incelediği en eski üç yazmaya göre Mansurnâme 1066 beyitten meydana gelmiş(M. Tatçı,  Mansûrnâme, ngirişi, s. 82-83). [7]“fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan  bir mesnevidir.  “Mansurnâme vezin yönüyle devrine göre oldukça başarılıdır. Beyitlerde bazı tekrarlar olmakla birlikte yer yer sanatkârane söyleyişlere de rastlanmaktadır. Konunun mahiyeti, şairin dilinin sade, üslûbunun akıcı olması ve orijinal ifade kalıpları kullanması sebebiyle söz konusu tekrarlar hissedilmemektedir.”[8]

 

Eser tevhid ve na‘t  ile klasik mesnevi tertibinde başlar. Asıl bölümde  “Mansûr’un Cenâb-ı Hakk’a aşkı, fenâ câmından aşk şarabı içmesi, aşk hallerinin zuhur etmeye başlaması, çeşitli kerametler göstermesi, sihirbazlıkla suçlanması, zindana atılışı, devlet ricâlinin fitneye sebebiyet verdiği gerekçesiyle Hallâc’ı ikna etmesi için Cüneyd-i Bağdâdî’den ricada bulunması, Hallâc’ın enelhak davasından vazgeçmemesi ve bunun üzerine öldürülmesi için fetva çıkarılması, asılması, yakılıp küllerinin Dicle’ye savrulması, nihayet öldürüldükten sonra gösterdiği kerametler anlatılır.  sonraki beyitlerde şair, Allah’a akılla değil aşkla varılabileceği görüşünü akıl ve aşk arasındaki diyaloglarla işlemiştir. Eser dua ve Hz. Peygamber’e salât ü selâmla sona erer.” [9]

 

Eserin  (İstanbul 1261), (İstanbul 1288) tarihli taş basmaları vardır.  Eser, Mustafa Tatcı tarafından nüshaları karşılaştırılarak incelenmiş ve yayımlanmıştır.[10]

 

KAYNAKÇA 

 

  • [1] Süleyman Uludağ HALLÂC-ı MANSÛR cilt: 15; sayfa: 379
  • [2] Süleyman Uludağ HALLÂC-ı MANSÛR cilt: 15; sayfa: 379
  • [3] Mustafa Tatcı, MANSURNÂME, cilt: 28; sayfa: 18
  • [4] Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi,  Ank, 1970 shf 165
  • [5] Mustafa Tatcı, MANSURNÂME, cilt: 28; sayfa: 18
  • [6] Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi,  Ank, 1970 shf 165
  • [7] Mustafa Tatcı , Niyâzî, Mansûrnâme , İstanbul 1994
  • [8] Mustafa Tatcı , Niyâzî, Mansûrnâme , İstanbul 1994
  • [9] Mustafa Tatcı , Niyâzî, Mansûrnâme , İstanbul 1994
  • [10] Mustafa Tatcı , Niyâzî, Mansûrnâme , İstanbul 1994

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar