Niyazi Mısri Hayatı Edebi Kişiliği

18.06.2011

  •  

 HAYATI- EĞİTİMİ VE SÜRGÜNLERİ

Asıl adı Mehmet olup, 12 Rebiülevvel 1027 / 8 Şubat 1618'de Malatya'nın şimdiki adı Soğanlı köyü olan İşpozi ( Aspuzu bu günki adıyla Yeşilyurt )kasabasında dünyaya gelmiştir.   [1] Babası, yöresinin önde gelenlerinden Nakşbendiyye tarikatı mensubu Soğancızâde Ali Çelebi'dir. Niyâzî ve Mısrî ise mahlaslarıdır. Mısrî mahlası tahsilini Mısır'da yaptığından dolayıdır. [2]

Çeşitli medreselerde eğitim görmüş ve farklı yerlerde   tasavvuf  bilgisini geliştirmiştir. Bilhassa tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf alanlarında eğitim almış, Diyarbakır ve Mardin de mantık ve kelam okumuştur. [3] 21 yaşında genç bir vaiz iken Halvetî Tarikatı şeyhi Malatyalı Hüseyin Efendi’ye intisap etmiş, Kadiri bir mutasavvıftan istifade etmiştir.[4]

Niyazi mahlasını alış sebebi ilginç bir şekilde anlatılmaktadır. Menkıbelere göre mahlasını da bir keramet sonucu almıştır. Müritlerinden Kavala Şeyhi Mustafa Efendi den nakledildiğine göre Mısrî, ömrünün miktarın (ne kadar yaşayacağını) keşfedince buna ebced hesabıyle denk düşen Niyâzî mahlasını almıştır. Arapça olan mülemma şu beyit bunu anlatmaktadır.

Yetmiş sekize erdi yaşım eyledik
İhteyere yehteyirü ihtiyâr. [5]

Henüz 25-26 yaşlarında bulundukları sırada hem Arapça lisanını ilerletmek, hem de tanınmış sofilerle görüşmek ve onların kemal ve zevklerine erişme yollarını araştırmak maksadıyla şeyhinin ve ailesinin müsaadelerini alarak gezisine Bağdad' tan başlayarak bütün Arap yarımadasını dolaşmıştır. O zamanlar hocası yalnız Mısır’da bulunan "Miftah-ı Ulumil Gayb"  (Gayb ilimleri anahtarı) ilmini öğrenmek üzere Mısır’a gidip Ezher Camii civarında kadiri bir şeyhe biat etmiştir. [6]

Mısır'da Dört yıla yakın bir süre devam eden tahsil devresinin sonunda bir gece rüyasında "Abdülkadir-i Geylani" hazretlerini görür. [7]Bu rüyasında Abdülkadir Geylani'nin Niyazı Mısrı'ye Anadolu'yu işaret etmesi üzerine Mısırdaki Şeyhinin halifelik teklifine rağmen Mısır'dan ayrılarak Anadolu ya gelir. Sokullu Mehmet Paşa Medresesi'nde bir hücrede irşada başlar (1646). İstanbul'dan Bursa'ya gelen Niyazi Mısri  gördüğü bir rüya üzerine  Ümmi Sina 'ın halifelerinden Halifelerinden Şeyh Mehmet’e intisabı eder.

 

Dost illerinin menzili key âlî göründü
Derd-i dile dermân olan Elmalı göründü

Şeklinde bir ilahisinde anlattığı gibi Elmalı'ya giderek Ümmi Sinan H  'ın yanında imamlık, hatiplik ve şeyhi Ümmi Sinan'ın oğluna öğretmenlik yapar. Elmalıda tarikatın bütün inceliklerini burada öğrenir ve siyasi otorite ile ilk kavgasını bu yıllarda yaşar. Devrin Osmanlı Sultanlarına karşı dik bir duruş sergilemeye başlar. Bu yıllarda Celali isyanları sebebi ile Anadolu’daki tarikatlar tarikat ehli üzerinde baskılar yoğunlaşmaya başlamıştır. Kırk yaşına ulaştığında Mısri,  Ümmi Sinan ’dan hilafetini alarak irşada başlar. İrşada başladıktan sonra Uşak, Çal ve Kütahya’ya gitmiş ve bir müddet Bursa'da kalmıştır.

Ümmi Sinan’ın ölümünden sonra  Bursa iline gelip yerleşen Niyazi Mısrî, dergâhını kurup irşada ve otoriteye karşı muhalefete başlar. Cifir ve Ebcet gibi zor ve derinliği olan ilimleri de iyi derecede bildiğinden önemli kehanetlerde bulunduğu bilinmektedir.

Nıyazi Mısrı’nin farklı görüşler taşıması ve bunu farklı şekillerde dile getirmiş olması hakkında birçok iddianın da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu yüzden hakkında Sabutaycı olduğu hatta Hıristiyan olduğunu iddia edenler de çıkmıştır. Hatta kimileri Osmanlı hanedanının değişmesini ve tahta Kırım Giraylarından birisinin çıkmasını istemiş olduğunu dahi iddia edebilmektedir. Yahudi Sabatay Sevi ile Niyazi Mısri’nin çağdaş oldukları, siyasi otoriteye karşı aynı kaderi paylaştıkları Sabatay Sevi ile sohbetler yaptığına dair kuşkular oluşmuştur. Hâlbukiİstanbul'da “ BEKTAŞİ tekkesinin başına geçtikten sonra Sabatay sevi’nin Nıyazi Mısrı'yi sık sık ziyaret ettiği” ile ilgili iddialar belgelerle kanıtlanmış değildir.

Bursa, Edirne’den sonra bir müddet İstanbul’a yerleşmiştir. Üsküdar’da Aziz Mahmut Hüdayi,Hazretleri ile komşu olmuştur.

1655 yılında Halveti şeyhi Ümmi Sinan'dan hilafet alarak irşada mezun kılınmış, memleketin pek çok yerinde vaazlar vererek halkı irşat etmeye çalışmıştır. 1669 tarihinde Bursa’ ya gelmiş, Bursa’da Ulu Camii civarında bir hücrede irşad, camide va’azlara devam etmiş; bir yandan da geçimini temin ve yoksullara yardım maksadıyla mum yapıp satmıştır. Abdal Çelebi adlı bir tüccar Niyazi'ye bir dergâh yaptırır. Bursa’da Ulu Cami’nin kıble tarafında şu anda postanenin bulunduğu köşede, [8]dergâh 1080 (1669–1670) tarihinde merasimle açılmıştır.

Bursa’da tekkesini kurduğu yıllar tekke – medrese tartışmalarının en yoğun olduğu yıllara rastlar; sesli zikir meclisleri yasaklanmıştır. Mısri bu karara uymamış ve açıkça mücadele etmiştir. Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlenir. Bu evlilikten bir kız çocuğu dünyaya gelecektir.

Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden Niyazi, fazla değer verdiği cıfra dayanarak bazı sözler söylediğinden 1087 (1673) te Rodos'a sürülür. Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döner.1677’de Rusya seferi için halkı cihada davet etmek amacıyla 300 kişilik bir derviş grubuyla Edirne’ye geçmiştir. Niyazi Mısrî, ordunun maneviyatını yükseltmek için Sultan IV. Mehmet tarafından düzenlenen Lehistan seferine katılmak ister. Devlet erkanından bazıları bu durumun ordu içinde fitne çıaracağını , Nıyazi Mısrı'nin orduda karışıklığa sebebiyet verebileceği telkinleri yüzünden Bursa'da kalıp hayır dua ile meşgul olması için Hatt-i Humayun gönderilir. Padişahın Niyazi'ye gönderdiği mektup aynen şöyledir:

"Mısri Efendi, selamımdan sonra sefere kasd ve azimetiniz olduğu mesmu-i hümayunum oldu. Sefere teveccühünüzden ise halvetinizde duaya meşgul olmanız ensebdir. Mahallinizden harekete rızay-i hümayunum yoktur. Huzur-i hatır ile zaviyenizde oturup asakir-i İslamiyye ve ğuzat-i mücahidine teveccüh-i tam ile mansur ve muzaffer olmaları duasında olmanız me'muldür vesselam."

Niyazi, Padişahın emrine kulak asmayarak Tekfur Dağına kadar gittiği gibi, yapılan te'kide de ehemmiyet vermemiş idi (Silahtar, tarih, II,704).Hadiseyi duyan padişahın, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onu Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok saydığı anlaşılır. [9] Niyazi-i Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları arasında telaş uyandırır. Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed II yi, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. [10]

Hakkında ileri sürülen iftiralardan ve Selimiye Camii’ndeki bir hutbesinden dolayı bu kez Limni Adası’na sürgün edilmiştir. [11]İki sene sonra affedilmesine rağmen Limniden dönmez ve Limni’ de Mısri dergâhını kurar. On beş yıl sonra tekrar Bursa’ya gelir.

Ölümünden bir yıl kadar önce affedilir ve Bursa’ya döner. Fakat Bursa Kadısı'nın şikâyeti üzerine tekrar Limni’ye gönderilir ve burada vefat eder. Osmanlı sultanı tarafından sürgüne gönderildiği 16 Mart 1694 ’te, 78 yaşında vefat eder. Senesinde bir Çarşamba günü kuşluk vakti vefat etmiş olup türbesi de aynı adada ziyaretgâhtır. Birçok araştırmacı Nıyazi Mısrının ayağında bukağı, zincir ile öldüğü ve defnedildiğini yazmaktadır.

Sürgüne gönderilmiş olmasına taraftarlarının ve müritlerinin sayısından dolayı muhtemel bir tehlike olarak görülmesine rağmen Nıyazi Mısrı'nın Özellikle Padişah II. Ahmet tarafından çok sevilip sayıldığı bilinmektedir. Müritlerinin çok oluşu devlet adamlarının ve sadrazamlarının gözlerini korkuttuğu anlaşılmaktadır. Padişah II. Ahmed’ in, şeyhe mahsus bir koçu araba, dervişler için de para gönderdiği bilinmektedir. Niyazi-i Mısri'nin padişaha, iş başında bulunan hainleri keramet ile birer birer haber vereceği şayiası, devlet adamları arasında telaş uyandırmıştır. [12]

 Sadrazam Bozok'lu Mustafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak isteyen ve sonra sefere çıkılmasını münasip gören II. Ahmed’i, bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur edeceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdiği söylenmektedir. Bu olaylar devlet erkânının Nıyazi Mısrı yı iki de bir sürgün ettirmesinin ardındaki sebepleri açığa çıkarmaktadır.

Batını ve şii bir inanca sahip olmayan Sünni bir mutasavvuf olan Niyazı Mısrı'nın üç kez sürgüne gönderilmiş olması bile yönetimle ters düştüğüne önemli bir delildir. Bundan hareketle devlet idaresine karşı isyankâr fikirler beslediği, asi bir Sünni  mutasavvuf  olduğu aşikâr olmaktadır.[13]

Eserlerinde padişaha ve yönetime eleştiri getirmekten çekinmediği gözden kaçmamaktadır.

 

Türkçe ve Arapça manzum ve mensur on ciltten fazla eseri bulunmaktadır. Aruz ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde genellikle Nesimi ve Fuzuli'nin, heceyle yazdığı şiirlerinde ise Yunus Emre’nin etkisinde kaldığı görülür. Divanı’nın yanı sıra, “Risaletü’t-Tevhid, Şerh-i Esma-i Hüsnâ, Sûre-i Yusuf Tefsiri, Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre Risale-i Eşrât-ı Saat, Tahir-nâme, Fatihâ Tefsiri, Sûre-i Nûr Tefsiri” eserlerinden bazılarıdır.
 

EDEBİ KİŞİLİĞ

Niyazi Mısrî Hayatı Edebi Kişiliği

Niyazi Mısrı ve Eserleri

Niyazi Mısrı Divanı Edebi Yönü Şiirleri

 

Yunus Emre tarzı Tasavvufİ nazım türleri geleneğinin en başarılı temsilcilerinden biridir. Halvetiyye tarikatının Ahmediyye koluna mensup olan Niyazi Mısri, bu koldan ayrılarak kendine mahsus Mısriyye kolunu oluşturmuş ve Halvetîliğe yeni bir bakış açısı getirmiştir. [14] Onun Tasavvuf Düşünce dünyasını Yunus, Mevlana ve İbni Arabi oluşturur. Vahdet i Vücut Varlık birliği, aşk, ahlak, yaratılış, eşyanın hakikati, varlığın tekâmülü, insanın hakikati Şiirinin ana temalarını oluşturmuştur.

Niyâzî-i Mısrî için edebiyatımızda şiirlerine en çok şerh yazılan sâirlerden biridir. Niyâzî-i Mısrî’nin şiirleri, on yedi kişi tarafından şerh edilmiştir. serhlerinin bu kadar çok olması O’nun çok okunduğunun, çok sevildiğinin ve tesirinin genişliğinin delili sayılabilir. Niyazi-i Mısrî'nin kendisi de Yunus Emre'nin bazı şiirlerini şerh etmiştir.

II. Ahmet döneminde binlerce müridi bulunan Niyazi-i Misri bazı Sünni çevrelerce olası tehlike olarak görülmüş ve Bursa'da ikamet etmeye zorlanmıştır. Bedreddinilerden olduğunu açıkça dizelerinde belirttiği iddia edilen şeyhin, hangi tarafa daha yakin olduğu hakkında günümüze kadar hala kesin bir sonuca varılamamıştır "peygamberimiz Muhammed Mustafa hepimizden üstündür. ali güzel, ashabı çok temizdir" beyitlerinden temel alıp yorumlar ve katiyen Hurufilikle alakasının olmadığını söylerler.

Niyazi Mısri’nin düşünce boyutuna baktığımız zaman, çağına göre oldukça demokratik, insancıl, bütün insanlara karşı derin bir teveccüh ve sevgi görürüz. Bu bütün İslam coğrafyasındaki herkese karşı derin bir muhabbet ve sevgi seli gibidir. Kimseleri ayırmaz, kayırmaz. Onun çok geniş bir hoş görüye sahip olduğu şu mısralarından da anlaşılabilir.

Âdetim budur ezelden günde bir şan olurum
Derilip geh cem olup gâhî perişan olurum

Geh Nasara geh Yehudi, gahi tersa, gah Mecus
Gahi şia gah olur Sünni müselman olurum

Şimdi kesrette olan adım Niyazi söylenir
Âlemi-i vahdet içinde Sırr-ı Yezdan olurum!

mutasavvuflar İlahî sevgiyi var oluşun özü olarak kabul ederek varlığın özünü aşk olarak görürler buna göre de her varlık aslına dönme arzusundadır. [15]Asl olan Allah alemin özünü aşk ile yaratmıştır. Çünkü kendi güzelliğini görmek dilemiş, ol deyince âlem olmuştur. Âlemin hareketinde bu sevgi vardır. Ve yaratılan âlemin eylemlerinde bu sevgiye nispet bulunmaktadır. Niyazi Mısrı de, varlığın yaratılışını aşk / muhabbet bağlamında değerlendirmiş ve selefleriyle aynı düşünceyi paylaşmıştır. [16]

 

Âlemde var olanların her biri, Allah’ın Celal yahut Cemal sıfatlarından sadece birini yansıtmaktayken insan, hem Celal hem de Cemal sıfatlarını yansıtabilen yegâne varlıktır. Âlemde var olanların her biri, Allah’ın Celal yahut Cemal sıfatlarından sadece birini yansıtmaktayken insan, hem Celal hem de Cemal sıfatlarını yansıtabilen yegâne varlıktır. Bu varlık âleminde gözlemlenen zıtlıklar, aslında Allah’ın hikmetinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Orada çelişki veya kaostan söz edilemez, tersine bir uyum ve mükemmeliyet söz konusudur. Niyazi, varlık âlemindeki bu uyumu şiirlerinde çok başarılı bir şekilde işlemiştir:

Zehî kenz-i hafî kândan gelür her var olur peydâ
Gehî zulmet zuhûr eder gehî envâr olur peydâ

Tecelli eyler ol dâim celâl u gehi cemâlinden
Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ

Cemâli zâhir olsa tîz celali yakalar anı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ

Sıyup bin pâre iden şîşe-i kalbi celâlündür
Yine her pâresinde görinen rûy-ı cemâlündür

Niyazi Mısri Tasavvufi bir şairdir. Şiirleri bu inancın izlerini taşır. Onun Tasavvufun Maksadı ve anlayışında Muhiddin'i Arabî nin sistematiğini kurduğu tasavvufi düşüncelerin ve vahdeti vücut felsefesinin izleri vardır. Onun şiirlerini bu yönden inceleyen Mehmet Ulucan Vahdeti vücut anlayışının Niyazi Mısrı'nın şiirlerine yansımalarını şu şekilde açıklar. "Niyazî-i Mısrî, İslam tasavvufunda Vahdet i Vücut prensibini benimsemiş bir şairdir. Vahdet i Vücut   İslam dininden önce de biliniyor olmasına rağmen ilk kez Endülüslü bir Müslüman olan Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistematik hale getirilmiştir. “Varlığın birliği, varlıkta birlik” prensibi olarak bilinen vahdet-i vücûda; varlık, Hakk’ın varlığıdır. Hakk’ın varlığının dışındakiler gerçek varlıklar değil, ancak mecazi varlıklardır. Varlığın özünün Hak olduğu, bütün görünürlerin ve bütün fiiliyatın gerçek sebebi ve failinin Allah olduğu esasına dayanan Vahdet i Vücut , neredeyse bütün Müslüman mutasavvıflar tarafından da kabul edilmiştir. Vahdet-i vücûdda, varlığın tek olduğu, onun da Allah’ın varlığı olduğu, bütün görünenlerin Allah’ın tecellisinden başka bir şey olmadığı ve hareketlerin gerçek sahibinin yine Allah olduğu kabulü esastır. Bu esası Niyâzî’nin şiirlerinde de görmekteyiz"[17]

Aşıkım aşıkla kayd-ı masiva bilmem nedir
Siklet-i bigane hatt-ı aşina bilmem nedir

Ten tahtıdur bu canun can tahtıdur cananun
Ey Niyazi şübhesiz ol bi-mekan sendedür

Düşünceleri ve eylemleri üzerinde bir çok spekülasyonlar oluşturulan Niyazi Mısrı'nın zamanında ve sonrasında da çok sevildiği hakkında oluşan menakıpnamelerden de anlaşılabilir.

ESERLERİ

DİVAN:

“İlmihal-i tarikat “ olarak tanınan Mısri’nin divanı en çok tanınan ve sevilen eserlerden bir tanesidir. Bestelenmiş şiirleri tekkelerin ve zikir meclislerinin ayrılmaz parçası olmuş, Kadiriye’den, Uşşakiye’den, Nakşibendiye’den, pek çok tekke şairi de muhtelif manzumelerine şerh yapmışlardır.[18]

MEVAİDU L-İRFAN

“İrfan Sofraları” anlamına gelip, 71 bölümden meydana gelen eser tasavvufi konularla ilgili tespitlerin yanı sıra bazı hatıraları ihtiva etmektedir.

KASİDE-İ BÜRDE TESBİ-İ

1075 Senesinde Bursa’da Resulullah’ın mübarek yüzünü rüyada görmek şerefine nail olduktan sonra on gün içinde yazıp bitirdiğini ifade ettiği beyitler...

MECMUA

Büyük bir bölümü elyazması olan bu kitap, Bursa Eski Eserler Kütüphanesi’nde bulunmuş, Cifr ve Hurufi kültürünün derin izlerini taşıdığı bazı müstehcen ifadeler ihtiva ettiği gibi istikbale matuf tesbitleri de barındırmakta olduğu okuyanlarca ifade edilmektedir.

·         TEVHİD RİSALESİ

·         RİSALE-İ HASENEYN

·         DEVRE-İ ARŞİYYE

·         FATİHA TEFSİRİ

·         ESMÂ-İ HÜSNÂ ŞERHİ

·         ESMÂ-İ HALVETİYYE

·         MEKTUBAT

·         MEKTUBAT

·         MEKTUBAT

ŞİİRLERİ İÇİN TIKLAYINIZ

·         Nadanı terk etmeden, yaranı arzularsın

·         Ateşi hicrinle can durmaz figana başlar

·         Bakıp cemali yare çağırırım dost dost

·         Derman arardım derdime derdim bana derman imiş

·         Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfan olan anlar bizi

·         Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah'a

·         Bulan özünü gören yüzünü

·         Uyan gafletten ey gafil seni aldamasun dünya

·         Bugün bir meclise vardım oturmuş pend ider vaiz

·         Ey gönül gel ağlama zari zari inleme

·         Gelürse kesret-i nezzareden hicab sana

·         Barekallah gülüstan-ı bülbülandı Aspuzu

·         Zuhûru kâinâtın ma’denîsin yâ Resûlallâh

·         Derviş olan âşık gerek yolunda hem sadık gerek

  

KAYNAKÇA 


[1] Dr Aslan Tekin, Edebiyatımızda İismler, Elips Yayınları, Ankkara 2005 , shf401

[2] Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, c. II, s. 425, Türk Edebiyatı Vakfı Yay., 10. Baskı, İst, 2000

[3] Yard. Doç. Dr. Kenan ERDOĞAN, Şiir-Efsane-Menkıbe lişkisi Ve Niyâzî-i Mısrî'nin Menkıbelerine Göre Baz Şiirlerinin Hikâyesi,CelalBay. Ünv., SOSYAL BİLİMLER Yıl:2003 Cilt:1 Say :1

[4] Gölpınarlı, Abdulbaki, İslam Ansiklopedisi, “Niyâzî-i Mısrî maddesi”, C:9, s. 305, M.E.B. Yay, İst, 1993

[5] Yard. Doç. Dr. Kenan ERDOĞAN, age.2003 Cilt:1 Say :1

[6] An onim, Niyazi-i Mısri Efendi Hazretleri,.tasavvufdernegi.com/modules.

[7] Yard. Doç. Dr. Kenan ERDOĞAN, age.2003 Cilt:1 Say :1

[8] Anonim, Nıyazi Mısri, harbiforum.org/edebiyat

[9] Reşid, tarih, II,216). (Anonim, Niyazi-i Mısri Efendi Hazretleri,.tasavvufdernegi.com/modules.

[10] Ateş, Süleyman, “Niyâzî-i Mısrî (1618–1694)’nin Hayatı ve Eserleri”, Niyâzî-i Mısrî, Mavaidu’l-İrfan- İrfan Sofraları, Notlarla Çeviren: Süleyman Ateş, s. 2-4, Ankara 1971,

[11] Niyâzî Divanı, (Osmanlıca) basım yeri ve tarihi yok, s.78-79; Ayrıca Bkz; Malatya Şiirleri Antolojisi, s. 48.)

[12] Anonim, Nıyazi Mısri, harbiforum.org/edebiyat

[13] Gölpınarlı, Abdulbaki, İslam Ansiklopedisi, “Niyâzî-i Mısrî maddesi”, C:9, s. 305, M.E.B. Yay, İst, 1993

[14] Kavruk, Hasan (2004) Niyazî-i Mısrî Hayatı, Sanatı, Eserleri ve Türkçe Şiirleri, Malatya Bel.Kültür Yay., Malatya.

[15] Mehmet ULUCAN,NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE VARLIK ANLAYIŞI,.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/)

[16] Mehmet ULUCAN,NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE VARLIK ANLAYIŞI,.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/)

[17] Mehmet ULUCAN,NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN ŞİİRLERİNDE VARLIK ANLAYIŞI,.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/)

[18] Niyâzî Divanı, (Osmanlıca) basım yeri ve tarihi yok, s.78-79; Ayrıca Bkz; Malatya Şiirleri Antolojisi, s. 48.)

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar