Osmanlıca yazılışı: sîne : سينه
Sîne, Farsça kökenlidir ve eş anlamlısı gögüs, kalp, bağır olmakla birlikte Türkçe ve Osmanlıcaya da bu dilden girmiştir. Sözlüklerdeki anlamları: Göğüs, yürek, sevgilinin koynu, kalb, bağır.
sîne-i aşk: aşkın gönlü ,
sine-çâk: Göğsü, yüreği yaralı.
sîne-i gülzâr: Gülbahçesi sinesi ( mecazi olarak sevgilin göğsü )
sîne-i billur: billur gibi beyaz göğüs.
sîne-i pür ateş: ateş dolu göğüs
sîne-i pür-kine: kin ile dolu yürek.
sîne-i sâf: saf, tertemiz göğüs.
sîne-i sîmîn: gümüş gibi beyaz göğüs.
sîne-i ter: taptaze göğüs.
sine-i muhabbet : muhabbet sinesi
Sine, sözcüğü Divan, Halik ve çağdaş edebiyatımızda en çok karşımıza çıkan sözcüklerden biridir. Sine, aşığın, sevgilinin, insanların bağrı, göğsü, kolları arasına aldığı uzuvları olarak tasavvur edilir. Sine kolları sardığı sarmaladığı yer olur. Sine kalbin ve gönlün olduğu bölge olarak da tasavvur edilmiştir.
Sîne, sözlük anlamlarının dışında gönlün olduğu duyguların algılandığı yer olarak da düşünülür.
Sine en hayati organların olduğu, hislerin, duyguların, gönlün hatta aşkın da olduğu bir bölge olmaktadır. Bu nedenle sine mecâz-ı mürsel sanatı vasıtası ile kalb yerine de kullanılır. Sine, fiziki olarak aşığın erişmek istediği en önemli noktadır. Aşığın en büyük hayali sevgilinin sinesine yaslanmak koynuna girmek, sinesine erişmektir. Duygusal olarak da sevgilinin gönlüne, kalbine erişebilmek en büyük hayal, en büyük hedef, en mühim ödül olur.
Ancak sevgilinin sinesi ile aşığın sinesi çok farklı tasvir edilir. Sevgilinin sinesi fiziki olarak tap taze, bembeyaz, apak, gümüş – sim – renginde, aya ve hilal gibi parlak, süt gibi beyaz dır. Sevgilinin göğsü ayvaların, elmaların, portakalların, güllerin çiçeklerin yetiştiği bir bahçe, gülzar, gülistan olarak da betimlenir. Velhasıl sevgilinin sinesi tertemiz, yarasız beresiz lekesiz vb dir. Manevi açıdan da sevgilinin gönlü rahat, kalbi dertten, gamdan kasavetten habersiz , hatta aşığa karşı çok kez ilgisiz, dert tasa çekmeyen bir haldedir.
Ancak aşığın sinesi fiziki ve mecazi olarak tam tersi betimlenir. Aşığın sinesi, dövünmekten, feryad ve figan edip bağrına vurmaktan dolayı kan revan içindedir. Sevgili uğruna sinesini paralayan aşığın bağrı fiziki olarak her türlü yara bere ile doludur. Âşık kendi sinesini paraladığı gibi sevgilinin ok, mızrak, yay görevi gören kaşları, kirpikleri, gözleri ile ceylan gibi avlanmıştır.
Âşıkın bağrı kanlı bir gömleğe, Pirahen- muma, tennura ( tandır, ocak, fırın ), şamdana ( micmer ) ateşgedeye ( Mecusi ocağı ) benzetilir. Kısaca aşığın gönlü ateş ve kan dolu olur. Ancak bazı hallerde aşığın bağrı, sevgilinin hayalinin saklandığı, aşkının muhafaza edildiği bir saray olarak da anlatılır. Sevgili bu hayali saray ve bahçesi içinde salınır. Bu sarayda sevgilinin mushafa benzetilen hatları, çehresi de saklanmıştır. ( bkzHat Divan Şiirinde Tüy Yanak Yazı Mushaf İle İlgili Hayaller ve Benzetmeler)
Sîne-i Ahmed demâdem kan olursa tan değil
Kim ana etti mahabbet tîrini pertâb göz Ahmed Paşa
Sîneñ hadeng-i gamzesine Rüstemâne tut
Yabana düşmesün o güher ‘âşıkâne tut Edirneli Kâmî
Fâş eyleyüben sinedeki âteş-i aşkı
Ey eşk Mesihînün ocağına su koyma Mesihi
HALK ŞİİRİNDE SİNE
Sinemi yakıyor sılanın aşkı
Deli gönül farımadan yetişek
Mor çiçekli yaylaların çağıdır
Güller solup kurumadan yetişek Aşık Veysel
Elım ile yıktım, boşandı bendim.
Coşkun sular gibi çağlar, gezerim.
Yitirdim kendimi, bulmadım gitti.
Sevdası başımda ağlar, gezerim. Karacaoğlan'
Yarm sinesinde bir deste çiçek,
Yan nergiz, yarı qonçe, yarı gül.
Çiçekden de, nergizden de yar göyçek
Xoş halına kimin vardı yan gül. Hüseyin Cavan